Kazanan ve kaybedeni yazdı
Şu anda süren mücadelenin galibi de mağlubu da belli aslında.
Halk kazandı.
Egemenler de kaybetti.
Bunun farkında olduğu için Deniz Baykal tam anlamıyla “siyasi kıvranmalarla” anayasadaki değişiklikleri önlemeye uğraşıyor.
Bugünkü sistemimizin merkezine “enginarın göbeği” gibi yerleşen Yüksek Yargı’nın yapısını değiştirecek, bu yapıyı demokratikleştirecek, kürsü yargıçlarıyla savcıları da sistemin parçası kılacak, halkın temsilcilerinin de yargının “oluşmasında söz sahibi” olmasını sağlayacak “maddeler” anayasa paketinden çıkarılsın istiyor.
Bunu da çocuk kandırır gibi yapıyor.
Önce “paketi ikiye ayıralım, diğer maddeleri hep birlikte geçirelim, yargıya ait maddeleri referanduma götürelim” diyor, buna AKP “olur” deyince de bir anda pozisyon değiştirip “yok, o maddeleri hiç değiştirmeyelim, halka da gitmeyelim” diyor.
Daha önceleri “bu Meclis anayasayı değiştiremez” derken şimdi neden “bu Meclis’in 24 maddeyi değiştirebileceğini” kabul ettiğini, “AKP’yle asla görüşmem” derken şimdi görüşmeye neden razı olduğunu anlamak kolay.
Bir çocuğun elindeki kıymetli bir vazoyu ondan alabilmek için “şeker vermeye” çalışan biri gibi davranıyor, “ben seninle görüşeyim, 24 maddeyi birlikte değiştirelim ama sakın yargıya dokunma” demeye getiriyor.
Onun için önemli olan, “sistemin özüne dokunulmaması” çünkü.
Değişimi önleyecek siyasi bir gücü, arkasında halk desteği yok, onun için maddeleri halktan kaçırmaya çabalıyor.
Halkın değişimden yana olduğunu o da biliyor.
Ama çaresiz.
Aynı çaresizlik Yüksek Yargı’nın üyelerinde de görülüyor.
“Pakistan’daki yargıçlar gibi istifa etmekten” söz etmeleri sonra “istifadan vazgeçmeleri” hep aynı tür kıvranmalar.
Halkı kandırarak, korkutarak, sindirerek yönetme günlerinin bittiğini anlamak, onları “son manevralarla” hiç olmazsa “süreyi uzatma” aranmalarına itiyor.
Sıkışmış durumdalar.
“Halkın” siyasetteki varlığına alışmakta çok zorluk çekiyorlar.
Tam onlar halk nezdindeki itibarlarını, inandırıcılıklarını yitirirken, değişim güçlü bir şekilde hayatımıza girerken birden “şiddet” olayları arttı.
Ahmet Türk kalleşçe bir saldırıya uğradı.
Vali, Emniyet Müdürü, polisler gerekli önlemleri almayarak saldırının önünü açtılar.
Ahmet Türk’ün o asil ve vakur duruşu, saldırıya rağmen büyük bir olgunlukla davranması, bu “saldırının” beklenen bir şiddet sarmalını yaratmasına izin vermedi.
Bunun üzerine daha tuhaf bir şeyle karşılaştık.
Küçük bir parti bu “kalleş saldırıyı” destekleyen bir açıklama yaptı.
Hürriyet gazetesinde, Ahmet Türk’e vurulan yumruğu “adaletin tokmağı” olarak değerlendiren insafsız bir yazı yayımlandı.
Belli ki Kürtleri de Türkleri de öfkeden çıldırtmaya çalışıyorlar.
Bu ülkede Hürriyet gazetesi gibi bir gazete 68 yaşındaki bir adama yapılan rezilce bir saldırıya alkış tutacak hale geldiyse, kışkırtmalar bu boyutlara varıyorsa, bu, çaresizliği ve çaresizlerin her türlü belaya razı olduğunu gösterir.
Saldırı olsun, kan olsun, bela olsun, şiddet olsun, yeter ki şu değişim gerçekleşmesin.
Böyle bir ortamda Hakkâri’deki polisler de on dört yaşındaki bir çocuğun elmacık kemiğini telsizle vurarak kırdılar.
Nedir Kürtlere karşı bu şiddet?
Üstelik iki olayda da “devlet görevlileri” ya saldırının önünü kesmeyerek ya da bizzat saldırıyı gerçekleştirerek rol alıyorlar.
En “büyük” gazeteler şiddeti övüyorlar.
Halkla girdiği çekişmede yenilgiye uğramış bir sistemin son “kalesi” kaçınılmaz olarak şiddettir.
İnsan vicdanını kanatacak saldırılarla Kürtleri öfkelendirmek, bir karşı saldırı olmasını sağlamak sonra da bunu ülkenin her yanına yaymak.
Plan bu herhalde.
Böyle bir şiddet yangını bugünkü sistemin devamını sağlar mı?
Sağlamaz.
Aksine daha belalı ve kanlı değişimlere yol açar ama “çaresizlikten” kör olmuş bir güç var karşımızda.
Yenilgiyi vakarla kabul etme alışkanlıkları olmadığından ellerindeki son kanlı kartı da masaya atıyorlar.
Ne yaparlarsa yapsınlar değişimi önleyemeyecekler.
Bu ülke değişecek.
Halk buna karar verdi ve hiçbir güç, hiçbir oyun, hiçbir kandırmaca, hiçbir saldırı bu kararı değiştiremez.
Onların en büyük acısı “yenilmek” değil, hayatları boyunca küçümsedikleri bir halk tarafından kenara itilmek olacak.
AHMET ALTAN-TARAF