Kirli tezgahı açıklıyorum

Kirli tezgahı açıklıyorum

Ahmet Kekeç, mahkeme kararlarını etkileyebilecek yeni bir uygulamayı hatırlattı ve uyardı... İşte Basın Konseyi'nin cinliği...

Kirli tezgâhı açıklıyorum

İşin içinde bir “tezgâh” olduğunu hissediyordum da, elimde bunu somutlayacak malzeme yoktu.

Şimdi de yok...

Remil ata ata ilerleyeceğim, bakalım yazının sonunda “hissettiklerim” ete kemiğe bürünecek mi?

Başlıkta “kirli” nitelemesini kullandım, biraz ayıp ettim ama sevgili Başkan Oktay Ekşi’nin bundan alınganlık çıkarmayacağını biliyorum... Yazı raconudur bu. Yazar kısmının ilgi çekmek için olmadık tuhaflıklara soyunduğunu en iyi Oktay Bey bilir.

Esasında tezgâh “kirli” filan değil. Biraz zorlarsanız, “masum” olduğu sonucuna bile varabilirsiniz. Nerden baktığınıza bağlı...

İşbu masum tezgâh, “koruyucu” ve “destekleyici” bir rol ifa ediyor: Müntesipleri korumak ve onları “hukuk” önünde avantajlı bir konuma yükseltmek.

Biraz karışık mı oldu?

Hiç karışık değil. Anlatacağım...

Efendim, legalliği tartışmalı Basın Konseyi diye bir kuruluş var.

Bu kuruluş, bazı tuhaf işler yapıyor. Mesela, kendisini mahkeme yerine koyup “yargılama” yapıyor.

Üstelik bunu da doğru dürüst yapamıyor.

Müntesipleri ve kendi “yandaşlarını” korurken, harici tipleri (Türker, Ardıç ve Kekeç örneğinde olduğu gibi) cezalandırıyor. Adil davranmıyor yani...

Örnek mi?

Özdemir İnce bir vakitler türban hadisesini incelemek üzere Fransa’ya gitmiş, bazı tanıkların “tanıklıklarına” dayanarak “Mini etekli kızı diri diri yaktılar” diye bir haber yapmıştı.

Haberin “yalan” olduğu kanıtlandı.

Bunu, haberin tanığı olarak gösterilen Gaye Petek Şalom da teyit etti.

İş büyüdü, sonunda Basın Konseyi’ne intikal etti.

Basın Konseyi ne yaptı, biliyor musunuz? Dünyanın her yerinde “ağır meslek ihlali” sayılan yalan haber suçunu akladı... Yani, İnce

hakkındaki şikâyetin “yersizliğine” karar verdi.

Konsey Böyle tuhaflıklar yapıyordu ama “güzel” bir uygulaması da vardı: Mahkemeye intikal eden davalara bakmıyordu. Yani, şikâyet sahiplerine, “yargı yolunu kullanmamaları” şartını getiriyordu. Cezalar “uyarı” ve “kınama”yla sınırlı olduğu için, böylece hem davacının yüreği soğumuş oluyordu, hem de davalı tazminat ve hapis cezasından yırtıyordu.

Gayet güzeldi...

Fakat öğreniyoruz ki, Konsey bu şartı kaldırmış.

Bundan sonra şikâyet sahibi hem Basın Konseyi’ne gidebilecek, hem de hakkını mahkemede arayabilecek.

Bu durumda ne oluyor?

Müşteki, önce Basın Konseyi’ne başvurup “düşmanı” hakkında uygun bir “kınama” ve “uyarı” cezası çıkarttırıyor, sonra da mahkemenin yolunu tutuyor. Konsey’in kestiği cezayı da “hüccet” olarak mahkemeye sunuyor. Bu durum, “yersizliğine” karar verilmiş suç duyuruları için de geçerli... Yani Oktay Bey’in başkanlığını yaptığı kuruluş, bir tür “bilirkişilik” görevi ifa ediyor.

Dün de yazmıştım:

Basın Konseyi, benim “olmayan” suç duyurum üzerine, “Yılmaz Özdil hakkındaki şikâyetin yersizliğine” karar verdi...

İyi etti.

Fakat işin bir de şu boyutu var:

Bir gün, Yılmaz Özdil hakkında, “Irkçılık yapıyor, nefret suçu işliyor” gerekçesiyle dava açılırsa, Basın Konseyi’nden alınmış bu “çakma temiz raporu” işe yarayacaktır.

Resmî ve hukukî bir geçerliliği yoktur ama nerden baksanız hüccettir, mutlaka mahkemeyi etkileyecektir.

Buradan Oktay Bey’e sesleniyorum.

Lütfen eski uygulamaya dönünüz, “Basın Konseyi’nin tezgâhı” türünden eleştirilere meydan vermeyiniz.

Dahası, bu satırların yazarına olan “özür borcunuzu” hatırlayınız.

AHMET KEKEÇ - STAR