Konya Oturakları nasıl olurdu?

Konya Oturakları nasıl olurdu?

Bugün tartışılan, geçmişteki Gonya Oturakları başlı başına bir kültürdü. Detseli de 'oturak'lardan birine katılmış. İşte bir hatırası...

İsmail DETSELİ

 

Konyamız çok eski ve gelişmiş; yaşanmış büyük bir kültüre sahiptir. Konya oturak âlemleri (biz buna Gonya Oturakları deriz) kendi dillerine, örf ve adetlerine uygun oyun havaları başlı başına bir kültür idi. Şunu peşinen söyleyelim ki, dinde yeri olmayan bu hadiseyi sadece örfi manada ele alıyoruz…

 

Ne yazık ki bazıları ve bazı kesimler gerek yarım yamalak anlatımcılar ve gerekse de yazılı yaygın basında çıkan asılsız dedikodularda boy gösteren sözde bilgiç geçinen art niyetli Konya düşmanı diye adlandıracağımız kişiler... Şehri Konyamızı, onun mert ve dürüst yaşam sürdüren eski insanlarını kötülemek için bir takım sözleri yaydıkları kanaatindeyim.

 

Aslında bu günün insanlarını ayıp sayarak Konya’yı yerden yere vurdukları dört duvar arasında yaşanan, eğlenmeyi bilen mert, sözüne sahip, namus ve şerefinden asla taviz vermeyen ve kimsenin namuslu kadın ve kızına asla yan bakmayan Konya insanının gizlilikle yaptığı oturak âlemlerini şimdi günümüzde aşikâre (yarı çıplak kadınlarla barlarda, pavyonlarda, tavernalarda, hatta umumun çoluk çocuğu ile seyrettiği Tv’lerde) yapılıyor ve yayınlanıyor. Oysa geçmişte yapılan oturak âlemlerinde hiçbir şahıs, hiçbir kadın ve kızı aşüfte etmez ve meydana çıkarmaz, onunla bir gece içki içtiyse onu kendisine bir mahrem kabul ederdi ve daima korurdu.  Bu tür insanlar ki eğlenceye düşkün, tabii ki herkesi bu tür işler ile bağdaştıramazsınız; ‘ibadet de gizi kabahatte gizli’ düsturuna riayet edilirdi.

 

Bence o günlerin eğlenceleri bu günkünden daha seviyeli, daha ilkeli idi. “Sende mi benimsiyorsun bu işleri” derseniz ‘asla’ ama bu güne bakıyorum ve durumdan büyük utanç duyuyorum. Ortam o eski günlerden daha beter, onun için bu yazıyı mecburen kaleme aldım.

 

Şayet o Gonya oturaklarında oturulacak ve oturakta bir kadının oynaması program dâhilinde ise daha evvelden ayarlanmış olan ve bu işleri para karşılığında yapan bir kadındır... (Genelde yabancı asıllı olurdu veya Konya’ya dışarıdan gelmiş getirilmiş kadınlardı bunlar. Kapalı bir mekânda tutulur yanında onunla daima ilgilenen efesi (günümüzde bunlar başka adla adlandırılıyor onu biz söyleyemeyiz.) vardır.

 

Kızın veya kadın ne ise oturakta oynayacak olan gayet kapalı bir elbise ile hatta üzerinde poşusu ile salona-odaya girer, yine üzerinde şalvarı, üstünde kapalı bir işliği vardır. Zili veya kaşıklarını eline takar, dışarıda nasıl bir kadın görüntüsü var ise o da o vaziyette eğlence mekânındakiler onu ancak yüzü ve bileklerine kadar görebilir. Gece ilerleyen bir saatte sazlar başköşede yerlerini alırlar, zaten saz gurubu da kesinlikle para ile tutulmuş falan değil eğlenen arkadaşlar arsında müdavimlerden olup bu işi bilenler ve iyi icra edenlerdir.

 

Kadın veya kız oyununu oynar… Bu oturak âlemleri öyle gelişi güzel yapılmaz, sazlar evin köşesine kurulur önce ağır havaları ile başlar sazlar çalmaya, sonraları ritim belki kıvraklaşırdı. Bu tür âlemler genelde kırsalda şehir dışında yapılır, haftalar sürdüğü gibi günün bir veya iki günlük de eğlenceler olurdu. Sonra konulan içkiden herkesin içmek mecburiyeti diye bir şey de söz konusu değildi… İsteyen içer istemeyen sadece mezelerden kuru yemişlerde yerdi.

 

Eröldüren, Kara aslan, Evdireşe, (Yaylapınar) Hasan köy, Harmancık, Karayüğ, Lalebahçe, Pirhasan, Durunday, hatta Kozağaç, Beybes, Hatıp, Pamukçu. Geç oradan Meram Dere, Sarayköy bu tür şimdi şehir merkezi olan köyler o zamanlar şehir dışında idiler. Doğu ve kuzeydeki köylerden Çaltı, Çandır, Sarıcalar, Eğribayat, Karaömerler, Kayacık, Tömek, Acıdort, Divanlar, Karakaya, Sakyatan, Yarma, Ovakavağı gibi çevre köylerde bu tür yaşantıların yapıldığını duyardık… Bu oturak âlemlerine tesadüfen bir veya iki defa da ben katıldım ve iyi biliyorum… Çünkü tam kırk yıl oldu sanırım bunları yaşadığım yıllar.

 

Ben 14-15 yaşlarımda İzmir’e gittim. Ve on yılın aşkın süre ile İzmir, İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde çalıştım. Rızk kazanıp köydeki anne babamın fakir olan aile bütçesine katkıda bulundum. İşte bu yıllarda -bir İzmir’den gelip tekrar dönüşümdü sanırım- daha evvelden arkadaşım olan ama Konya’nın o gün kırsalı ama bugün şehir merkezi dâhilinde olan bir köyüne arkadaşımı ziyaret etmek için gittim…

 

Ona geleceğimi de haber vermedim, çünkü o imkânlar yoktu. Telefon yok, böyle haberleşme yok, oralara girersem işler ve konu uzar… Ben oturaktan bahsedeceğim bu yazımda. Şehir merkezinden tuttuğum bir fayton ile arkadaşım merhumun olduğu köye gittim. Akşam yakındı çok hasretlikte vardı birbirimiz e sarıldık kucaklaştık o yakın evlenmişti bir yıllık evli ben ise daha evlenmemiştim. Eşine beni tanıttı anne babası zaten biliyorlardı beni köyden arkadaştık. Onlar başka yakın bir köyden idi ve Konya’ya çok eskiden göçmüşlerdi. Büyük dönümlerle bahçeleri ve bu bahçede kuyuları ve çok çok meyve ağaçları var; çiftçilik yapıyorlar, sebze ekip kaldırıyorlar, meyveleri pazarlıyorlar, durumları maddi yönden gayet iyi.

 

Babası ile kardeşleri bağın bir köşesinde arkadaşımın ise evi öbür köşesinde… Yemekleri içmekleri birlikte, yatmaları ayrı oluyor… Biz yemekten sonra arkadaşıma ait olan eve gittik ve çay içecektik…

 

Baktım rahmetli arkadaşım sık sık dışarı çıkıyor, yüzü buruşuk vaziyette geri geliyor.

Ben durumundan şüphelendim ve arkadaşımı dışarı tenha bir yere bir bahane ile çağırdım, durumu sordum ve ısrarcı oldum ne olduğu hakkında. O yıllar öyle yıllar ki hadi bana müsaade deyip de gidilecek imkanlar yok… En iyi vasıta at arabası veya fayton, bazılarında skoda tipli araçlar olsa da herkeste yok. Arkadaşım “yahu İsmail biz arkadaşlarla sözleşmiştik oturak yapacaktık ama sen gelince ben de gitmemeye karar verdim seni de alıp götürmemi istediler ama bu bizim arkadaşlığımıza sığmaz ayıp olur” dedi.

 

Ben dedim ki “hayır ayıp olmaz eğer daha evvelden kararlaştırılmış sözünüz var ise o sözü tutacaksın ben de giderim ben kız mıyım” diye onu cesaretlendirdim. Hem sevindi merhum arkadaşım hem de yüzüme hüzünlü baktı “ne oldu” dedim. Sonra da “gardaş bu oturak uzun sürer mi” dedim.  Arkadaşım ise “yahu gardaş bizim bu oturak iki günlük başka bir köye gideceğiz gel vaz geçelim biz sohbetimize devam edelim” dedi. “Daha uzunca süreni de mi olur bu oturakların” dedim.  “Tabi haftalar süren de olur” dedi.

 

Ben “olsun iki gün olsun sen tahammül edersen ben de tahammül ederim, katlanırım mutlaka gidelim” dedim. Çünkü merakım bir kat daha artmıştı. Bu sözler üzerine arkadaşım hemen evde yatan kardeşini çağırdı, bir şeyler söyledi (o da merhum oldu) hemen at abrasına binivirdi gitti, yarım saat geçmeden de eve geldi. Ve “tamam ağa faytoncu gelecek” dedi ve az sonra bir süslü fayton kapı önünde sürücünün ‘dürsss’ demesi ile atlar durdu. Faytoncu aracından inmeden gayet kibar bir tavırla “buyurun ağalar” dedi.

 

Kaptan başındaki kaba tiftik örmesi kalpağı, ayağında tulumbacı papuçları, (ayakkabı) pala bıyıkları, bacağında İngiliz tabir edilen kilot pantolonu ile tam bir gonya erkeği. Elindeki kamçı gecenin karanlığında yarı belirli bir yay misali havada yaylanıp şak diye hayvanların sırtına vurunca. Fayton zamanın tozlu çamurlu yollarında lak lak lak sesler çıkararak böyle bir müddet konuşmadan gittik. Ortalık kış günü, sırtımızda paltolarımız var… Yine de yakında bir köye geldiğimizin farkındayım. Yine bir büyükçe bahçe, bu evin çevresi duvarlarla çevrili, bir köşeye yakın olan bir evden buharla duman arası bir görüntü arzeden yerde tekrar ‘dürssss’ dedi atlara faytoncu.

 

Zaten burnundan dumanlara çıkarak soluyan atların purrrrf demesi ile durduk. Ve faytoncu “gardaş buyurun ağalar geldik” dedi. Faytondan indik ve paltomuzun yakalarını kulaklarımıza kaldırdık, içeri arkadaşım önde ben arkada girdik… Yalnız bir ayrıntıyı anlatayım arkadaşım merhumun boyu çok kısa ben ise ona göre çok uzunum. Kapıda orta yaşlı ev sahibi sandığım bir adam “hoş geldiniz çavuş” dedi. Arkadaşım “hoş bulduk” dedi ve içeri girdik. Hemen herkes ayağa kalktılar çokları bizden büyüklerdi ama onlar da ayağa kalktı ve “buyurun buyurun” diye bize iltifat ettiler.

 

Arkadaşım bana dönerek, “bu iltifatlar sana beni zaten biliyorlar” dedi gizlice. Bu tevazudan doğrusu utandım. Ev kalabalıktı, sanırım 20’den fazla idi, adam beni en başköşeye olmaz diye itiraz etmeme rağmen oturttu.

İçerde bize yakın olanlar el sıkarak (öpüşme yok ayıp) “hoş geldiniz gardaş şeref verdiniz oturağımıza” derken uzakta olanlar hoş geldiniz dercesine diyerek başları ile taltif ettiler.

 

Büyüklerden birsi bana döndü “nerelisin deliganlı” dedi. “Gilissiralıyım ağa” dedim arkadaşım söz aldı “arkadaşlar bu kardeşimiz benim çok sevdiğim sağlam arkadaşım tesadüfi misafir geldi ben bu gün sizi yalnız bırakacaktım arkadaşların ısrarı ile kardeşim İsmail’i de getirdik. Kendisi İzmir’de çalışır” diye tanıttı. Bizim oturağa teşrifimiz tabi biraz geç olmuştu. Saatler ilerledi ve ortalıkta sohbet kesildi. Yanımda oturanlardan 40 yaşlarında biri vardı, dışarıya doğru bir el işareti yaptı ve hemen sazlar geldi.

 

O işaret edene kanunu verdiler diğerleri de biri sazı biri kemanı biri de u u aldı kucağına… Belli ki muhabbet yeni başlayacaktı. Ha bu arada darbuka da vardı ona Gonyalılar (dümbelek) diyorlardı onu çalmak için kucağına alanı sazlardan biraz daha uzağa göndermek için kanuni abi şöyle seslendi “len dümbelekçi hasan sazlardan uzak dur sessiz ol sazların ahengini bozma.” Oysa şimdiki saz sanatçıları işi karambola getirmek için daima müziği darbukaya boğdururlar. İşte sanat icra etmenin ustalığını bunlar gösteriyorlardı. Ben biraz geri çekilmek istedim, aralarından kanuncu beni yanına doğru çekti, hepsi de onun çevresinde toplandılar.

 

Ve sazlar meşhur çuhacı oğlu peşrevi denen Konya peşrevi ile müziğe girdiler. Ardından müziğin ritmi değişirken kanuncu bey

“sandıklının anam tarlaları hendekliiii

vay ülen

Bostur alim geliyor gayat güzel de sandıklı.

Şimdi gızlar şekeride yimez yavrum

fındıklı vay ülen

dabaka da benim haydi tütün benim de

cep benimmmmm öperim severim

kahyammıdır el benim.

Bir ataş ver aman cıgaramı yakayım

amanın sen sallan gel haydi

ben boyuna bakayım. A

k gerdana haydi beşibirlik takayımmmm

vay ülenardıç arasında biter zambaklar

vay ülen adarya kirazına da benzer dudaklar.

Hani bana adadığın adaklar vay ülen”

 derken sazlar adeta inliyor müzik insanların içini cığışdatıyordu.

 

Ve ağır havalar şunlarla sona erdi: Aksaray develisi ve sabah erken güneş vuru duvara allıı gelin senin kocan avara diyerek bu fasıl bitti, biraz dinlendiler ve yine kısa bir akort bana arada bir “eyimi misavir gardaş” diye sormayı da ihmal etmediler. Ben de araya laf atmadan elimle mükemmel olduğunu işaret ettim. İkinci fasıl başladı.

Bu fasıl biraz daha kıvrak idi önce

 

Kalenin bedenleri aman aman kalenin bedenleri heyyyyyy

goyverin gidenleri limo.

Ne güzel baş bağlamış aman aman

Ne güzel baş bağlamış heyyyy

gonyamın fidanları limom

Al efendim limo limo var efendim.

Ayağında kundurası var efendim

 

Bir öptüm bir ısırdım aman aman bir öptüm bir ısırdım heyyyyy

Ne var bunda darılacak ay efendim

al beni odalara goy efendim

limo zilfin beliktir aman aman

Gerdana gölgeliktir limo

Şahan (şahin) yuvası gibi aman aman

Bağrım deliktir benim limo

Diye devam eder limo türküsünden sonra sazların gıdıklaması daha da hızlandı ve bağlar gazeline geçildi.

 

Irafa uzanmışsın nar gibi kızarmışsın,

Dostun mübarek olsun bağlar gazelim,

Yeni dost gazanmışsın Avşar güzelim.

Gara duta yaslandım

Yağdı yağmur ıslandım,

Ben o yarin koynunda bağlar gazelim

Şeker ile beslendim Avşar güzelim

 

diye devam ederken ardından…

 

Karanfil oylum oylum.  geliyor selvi boylum.

Selvi boylum gelirse yandım heyyyy

Şen olur benim gönlümmmm,

Aman benim mor çiçeğimmm.

Eğmeli yar eğmeli

Göksü çapraz düğmeli.

 

Gomşu gızıda dururken yandım heyyyy  

Kime boyun eğmeliiii 

Eğmeleri tel yanda tel yanda

Memeleri meydanda. gomşu gızıııı

Sen doldur da ben içeyim

Nalbandım

Saramadım aldandım hadi benim mor çiçeğim

Mor çiçeğim sen doldur da ben içeyim.

Memberi ile devam eder.

 

Kayalar merdin merdin

Aman Kim bilir kimin derdin

Ağaçlar kalem olsa

Aman Yazılmaz benim derdim

Memberisin haydi yallah memberi

Aman al başından çemberi

Aman burçak burçak terliyor

Haydi, şu kızın sineleri

Kalenin ardındayım

Haydi, saatin dördündeyim aman saatin dördündeyim

Eller tatlı uykuda

Aman Ben senin derdindeyim

Memberisin haydi yallah memberi

Aman al başından çemberi

Aman burçak burçak terliyor

Haydi, şu kızın sineleri

Kalenin ardı bostan

AmanYıkılsın Arabistan

Arabistan kızları

Aman Ne don giyer ne fistan

 

Memberisin haydi yallah memberi

Aman al başından çemberi

Aman burçak burçak terliyor

Haydi şu kızın sineleri ve hemen eklerler

Doktor

Dr civanım ah neler istiyor canın

Elmalı

Guyuyu bulandırma

Ağzını dolandırmaaa

Açma güzel sineni göynümü bulandırma aman aman elmalı

Göynüm saga zevdalı

Nirelerden geliyon seni nasıl sarmalı

 

dedikten sonra…

Hemen ardından Şerif hanım ve Tesbihimin mercanı Saffet Efendi çalıyorken aniden sazlar sustu.

 

Saz ustaları tarafından bir işaret daha yapıldı, evin gerisinden ilgililer tamam ağam dediler ve 4 -5 yere sofralar kuruldu ve içki servisi yapıldı. Ben hemen biraz daha geriledim sofradan, durumu hemen anladılar “aslan sütü almaz mısın gardaş” dediler. “Yok” dedim. “Pekeyi gardaşım sen bilin” derken hemen mezelerden birçok şeyleri önüme yığıverdiler.

 

Aslında kendim İzmir’de içkili bir yerde çalışmama rağmen bu meret şeyi bir türlü içemedim alışamadım çok şükür. Herkes hafiften sohbet edip demlenirken ben bir ara kolumu kaldırdım, saate bakacaktım arkadaşım kolumu nazikçe çekti “ayıp olur gardaş saate bakmak” dedi anladım. Bu arada bir telaş daha oldu baktım ortalık açıldı bir kız ve efesi daldılar içeri.

Kız gayet kapalı giyimli idi odaya girince başından poşusunu çıkardı efesine verdi. Şöyle bir söz söyledi “şeytanınız bol olsun efendiler” dedi. “Var ol” dediler. Bir ufak hoşbeş ve sohbetten sonra…

 

Çalgılar çalmaya kız da oynamaya başladı. Kıvrak havalar eşliğinde kız oynarken içlerindeki beylerden birine işaret ettiler. O da kalktı kızın karşısına kaşıkları taktı eline ve “ağır bir Gozan dağı yapacağız tamam mı Apdi” dedi. Kanuncu Apdi de başı ile tamam işareti yaptı ve sazlar susmuş kaşıkların sesi geliyordu. Kanuncu muradın sesi yanımda yükseldi.

 

Heyyyyy hey hey gozan dağı çatal matal

Arasında aslan yatar

Bir yiğide bir gelin yeter beyler aman aman

Ben yandım aman heyyyy. iki olanın dertleri artar.

Aman alim alim yörü yörü

serbest yarim yörüüüü

 

diyerek devam etti. Kızın karşısındaki bey kaşıkları bırakıp oturdu.

 

Kız bir kesik çayır kırık havasına daha oynadıktan sonra oyunu bıraktı. Her masaya varıp masadaki her hangi bir erkeğe bir kadeh içki veriyor diğer masaya geçiyor… Derken masaları dolaştı efesinin yanında ellerini beline bağlayıp durdu. Efesi de kız da muhabbetiniz bol olsun ağalar hadi eyvallah derken, herkes “güle güle” dedi. İçimizden biri çıktı kızın arkasından vardı kıza sarılıverdi. Efe daha dönüp müdahale etmeden oradakiler hemen sarılan adamı tekme tokat yere indiriverdiler… O serhoşu hemen kapı dışarı ettiler. İçlerinden bir yaşlı bey şöyle dedi: “Bu sidikli nirden gelmiş içimize kimin nesi bu densiz yahu. Ve ağalar. Ali irfan meclisinde ne arar bu hergele. Tut kolundan at dışarı kapıyı üstten sürgüle” deyiverdi.

 

Ve denilen hemen yapıldı. Sazlar sustu, sabah oluyordu. Herkes olduğu yere kıvrıldı yattılar. Sabah erkenden uyuyanlar uyandırıldı, eller yüzler yıkandı, sade kahveler geldi, içildi, sohbet edenler etti, etmek istemeyenler yattı… Öğleyin yemekler geldi, küpten çıkmış kıyma bazlamalara sıkma olarak sıkılmış yanında buz gibi ayran var.

O ikinci günü akşam muhabbet erken başladı, sazlar devam etti.

Ev sahipleri misafirlere sordu “kara kız yine gelsin mi?” Birleri “yok ülen istemez zaten bir oyun filan bilmeyyor boş verin elin gah..sini” dediler. Gece yarısına kadar sazların eşliğinde Konya’nın o meşhur olan,

çıbık telden bağlama 

gara gözlüm ağlama,

cimdallı çarşısına,

elmalı şebab oğlan,

gahvenin önünden gelir geçersin(memedim)

vay bana vaylar bana,

inginli yüksekli kayalarımız…

Gibi Gonya’nın meşhur türküleri ile devam eden türküleri şu kalk gidelim havası olarak bilinen türkü ile bağladılar.

Aman şarap içtim testiden var mı da bana bana kasdeden cennet mekânı olsun aman seni bana dost eden,

haydi arkadaşlar artık boşlayalım başka bir akşam yine başlayalım

diye sohbet gece yarısı sona erdi. Yatmak isteyenler orada yattılar, at arabası veya faytonu olanlar ise evlerine gittiler.

 

İşte Gonya’nın oturak havaları böyle edepli, erkanlı, yol görmüş bir şekilde devam ederdi…

O zamanın ortak alemi yapan erkekleri evlerindeki eş ve çocuklarını da katiyen mağdur ve aç bırakamazdı…

 

Mutlaka onların da yiyecek ve giyecekleri tam tekmil olurdu, evlerinde öyle çapulcu cinsinden değil tam heriflerdi Gonyalılar.