Köyden böyükşeere Gır Ismayıl'ın öyküsü

Köyden böyükşeere Gır Ismayıl'ın öyküsü

Anadolu köyünden İstanbul'a çalışmaya giden bir delikanlının ekmek kavgası..

İsmail DETSELİ

Kır ısmaylım

Bir ısmaylım

Nur ısmaylım

Ekşimtrak nar Ismaylım.

 

Kır derken kır atın eşkinliğine benzetir. Bir derken köyde onun için tektir evladı. Nur derken rabbinin bir lütfü olarak algılar. Nar derken de onu sevdiği bir meyve ile adlandırmanın gururu vardır.

Anadolu kadınının evlat sevgisi bir başkadır. Topluma karşı ayıbını ağmanını düşünmeden gönlünden estiği, içinden geldiği gibi dilinden söylediği gibi sever evladını.

 

İşte Anadolu’nun bozkırında bir köyde doğar İsmail.. Ana babasının ilk çocuğudur, bunun için anacığı o evladını yukarıdaki dizelerle sever ve bu sevgisini de herkesin yanında gösterir, cümle aleme duyururcasına..

Kızlarını da ayrı bir sevgi ile sever Anadolu’nun çilekeş anası. Anasının güzel meleği kızına yemek yapar yedirir, dikiş diker giydirir, “ellerde kız, evlerde gelin olası melek kızım benim” der. Bazı kadınlar da yine oğlunu severken “anasının höveleği, top keleği, keklik kanatlı göveleği (kelebek)” ifadelerini kullanır.. Yine İsmail için “Ibbaylım, altın topbaylım, guzuların guzusu, alnımın yazısı” der, Ramazan için “imaz veya imazım” der Abdullah için “apilim topilim” der İbrahim için “ibişim gabışım” gibi kendine göre güzel sözler söyler, methiyeler düzer evladına. Kim demiş ki Anadolu kadını cahil diye.. Bu içten gelen sevgiyi haykırmak o akıllı kadının işidir. Sevgi ve neşe saçar evine, beyine ve yavrularına.

İşte bu kadar övgüyü anlattıktan sonra gelelim hikayenin kahramanı Gır Ismayıl’a. Anasının güzel sözlerle sevdiği İsmail’in adı köyünde ve civar köylerde Gır Ismayıl olarak kalır ve öyle tanınır. Gır Ismayıl 1940’lı yıllarda Anadolu Bozkır’ında bir köyde doğar.

 

Fakir yoksul ama vakur bir ailenin ilk çocuğudur. Ardından daha üç kardeşi de dünyaya gelir.. Aile de çocuk çoğaldıkça aile fukaralaşır, sefalet başlar. Üstüne üstlük birde daha Ismayıl on yaşına varmadan ağır bir hastalıktan dolayı babasını kaybeder ard arda doğan üç kardeşi bir anası bir de kendisi 5 kişi yetim kalıverirler. İsmail de anasının övdüğü kadar cüsseli ve görkemli biri değildir, aksine çok cılız ama pratik bir çocuktur. Kısa zaman önce köylerinde açılmış olan ilkokula babası ölmeden başlamış ve derslerinde de gayet başarılı imiş. 1952’de okulu birincilikle bitirmiş anasının çektiği sefaleti gören Gır Ismayıl köyün zengin ağalarından birine 6 aylığına kuzu çobanı olarak durmuş. Aynı köyde oldukları için anasının ve kardeşlerinin çektiği yokluk ve ızdırapla derinden yaralanır ve söz verdiği altı ay sonunda ağanın “temiz ve dürüst çoban, aylığını iki kat üç kat artırayım, yine bana çoban dur” demesine rağmen teklifi kabul etmez, anasının ve kardeşlerinin yanına gelir. Anası “bir 6 ay daha duraydın hay guzum ihtiyacımız vardı” demesine İsmail “Olmaz ana ben sizin çektiğinize dayanamıyorum anca beraber ganca beraber, ya ölürüz ya rahat yaşarız, kendi işimizi kendimiz görelim” karşılığını verir ve ağadan aldığı çobanlık parasına bir öküz alır ve yakın komşularından Hüseyin emmiye gider, “Emmi senin var bir öküzün bizim de var bir öküzümüz. Gel ikimiz birlik olalım sen bana çift sürmeyi öğret, beraber rençperlik yapalım” der. Bu sözler Hüseyin emmi tarafından memnuniyetle karşılanır. Gücü yettiğince kendisi yetmediği yerde o hamarat anası gider çift sürmeye ve babasından kalan birkaç bellik tarlayı ekerler kendilerini biraz toparlayıp öküzün yanına bir öküz daha alırlar, öküzü çiftlerler ama ne var ki  aradan üç sene geçer Ismayıl gurbetten gelen hemşerilerine heveslenir. O yıllarda Anadolu insanı hep gurbete giderek köyüne takviye kazanç sağlama yolundadır. Yoksa köy işleri hem ağır hem de geliri kıttır.

 

Nihayet burada bir ilerleme, ufuk görmeyen ufku geniş Ismayıl gurbete çıkmaya karar verir ve anasını da bu yolculuğa ikna ederek onun hayır duasını alır ver elini İstanbul der ve gider İstanbul’a.. Sene 1956.. Ismayıl da 16 yaşındadır. Daha çocuk denecek yaşta olan Anadolu kırsalının saf Ismayıl’ı kendini İstanbul denen şehrin girdabında ve kalabalığında buluverir.. İlk günlerde bocalasa da köydeki kardeşlerini ve garip dul anasını düşünerek kendisini çabuk toparlar. Önceleri biraz ara işlerde haftalıkla aylıkla filan çalışsa da durumdan pek memnun olmaz ve genelde kendi köylülerinin yaptığı sebze meyve satışı işine başlar.

Önceleri bir köşe başında bir kasa limon alıp başlar, sonra iki kasa daha sonraları elma armut gibi karışık meyvelerden oluşan bir köşe kaparak satışa başlar. Ama kış kıyamette burası olmaz diyerek bir sebze arabası parası vardır alır ve mahalleye çıkarak seyyarlığa başlar, ve bu işe askere gidinceye kadar devam eder. Bir hayli de para kazanır, ardından kardeşi Mustafa’yı da getirir. Anasının fazla çalışmasına gerek bırakmaz ve “Anacığım biz seni gül gibi besleriz, sakın kendini sıkma” der ama gel gör ki ana bu, durur mu yine köy yerinde bir şeyler eker, diker kimselere muhtaç olmamak için, çabalar, işleri düzelir..

 

Ismayıl yine İstanbul’da olsa da kır Ismayıl’dir. Bundan hiç rahatsız olmaz Ismayıl. Kardeşi Mustafa’ya da yaptığı işi öğretmiştir ve tuttukları bekar evinde iki kardeş kalmakta ve sebze işini devam ettirmektedirler. Ismayıl bakar ki askerliği yaklaşıyor Mustafa kardeşi yalnız kalmasın diye  köyden kardeşi Mehmet’i de getirtir ve ona da bu işi öğretip anasını köyde kardeşi küçük Ali ile bırakır. İstanbul’da da iki kardeşi vardır, işler yolundadır. Hiç gözü arkada kalmadan askerlik ocağına teslim olur. İlk gittiği yer Amasya.. Asker ocağı namı diğer Eryatağı..

 

Askere gider gitmez hemen ardından 27 Mayıs ihtilali olmuştur. Ismayıl Anadolu’nun bir şehrinden olduğu için acemiliği biter bitmez İstanbul’a dağıtımı yapılmış ve iki yıl boyunca şehir içinde devriye görevi yaparak bir istihbarat albayının emrinde askerliğini bitirmiştir. Haftalık izinlerinde de kardeşlerinin iş kontrolünü yapmıştır. İstanbul’daki bütün pis işlerin sahiplerini de bir bir tanıma imkanı bulmuş onların istihbari bilgilerini alarak kim nerede nasıl faaliyet gösteriyor hepsinden haberdar olmuştur. Tabi İsmail için bu büyük bir şanstır.

 

Nihayet askerlik biter ve tekrar ekmek yediği o büyük şehre İstanbul’a gelmeden anacağazının rızasını almak için bir müddet köyüne döner. Anası “Hoş geldin safalar getirdin evimin direği Gır Ismaylım, şimdi ne düşünüyon bana deyiver bakayın” der. İsmail tekrar İstanbul’a gitmek istediğini söyleyince o sevgi yüklü ana “get get emme beni de bir dinleyiver bakalım gır oğlum. Yeter gari ben saçımı süpürge ettim, bu gençliğimi sizlere adadım bundan da heç peşman değilim, bir elim yağda öbürüsü balda, emme artık evime gelin isterim kucağıma torun isterim” der. Ismayıl “gözel anam birez sabret o da olur” diyecektir ama ana Osmanlı ve otoriterdir “olmaz evleneceksin hem de sana Sekililerin Mehmet’in kızını alacağım Hacce’yi, dünya güzeli maşallah, ellerde kız evlerde gelinim olasıca” deyince zaten biraz bu işe gönüllü Hacce de de gözü olan Ismayıl anacığının sözüne rıza gösterir ve kız istenir, söz kesilir. Paraları yeterince vardır, görkemli bir düğün yaparlar evlenirler. Bu köylerin adetindendir mutlaka sonunda rahat yaşam için gurbet vardır işin ucunda. O zaman hanımı anasını bırakmasına gerek yoktur Ismayılın, zaten kardeşleri İstanbul’dadır, hemen evlendikten kısa süre sonra göçü göçmeni sarıp İstanbul’a gelirler ve burada yerleşirler.

Ne yapayım nasıl işler yapayım diye düşünürken hemşerileri ile çok oturup kalktıkları Unkapanı’ndaki meşhur ve müşterisi bol olan Acem İsmail’in kahvesinin devren satılık olduğu haberini hemşerilerinden alır. Ve burayı tutması için köylülerce Ismayıl’a baskı yapılır.

 

KIR ISMAYIL KAHVECİ OLUYOR

Eskiden de iyi tanıyıp sohbet ettiği Acem İsmail bunu çok sevdiğinden hiç maddi manevi zorluk çıkarmaz ve “artık ihtiyarladım Ismayıl, adaşım sen burayı çalıştır ben de rahata çekileyim” der ve bir gün de cüzi bir paraya devreder kurulu düzen kahveyi. Kahve öyle ocak filan değil 15-20 kadar oyun masası olan ve genişçe bir mekandır.

Ismayıl’ı mahalleli ve hemşerileri seviyor. Eskiden dövüş kavgaların çok olduğu bu mekanı Ismayıl aldıktan sonra her şey kesilmiş, sakin bir durum almış her şeye müsait güzel bir mekan olmuştur bu kahvehane.

 

İSMAİL BELAYA BULAŞIYOR

Ismayıl’ın birçok hemşerisi vardır, değişik işler yapmaktalar İstanbul’da. Artık İsmail kardeşlerini de yanına almış sebze işinden vazgeçilmiş köyüne giderek asker sonrası anasının istediği bir güzel kızı da hanım olarak almış, köyde neleri varsa satıp savmış, anasını eşini kardeşlerini hepsini İstanbul’a taşımış. Küçükpazar’da işyerine yakın bir kiralık ev tutmuş İstanbul’a yerleşmiştir. Bu semtte artık itibarı da artmış tanıdığı da çoğalmış iyiden iyiye mahallenin sevileni ve güven duyulanı bir esnaf olmuştur. Ama insanı bazen “devenin üzerinde kuduz dalar” derler Ismayıl’a da öyle bir musibet bulaşmış ki sormayın hiçbir işle alakası olmayan Ismayıl sadece dürüst ve iyilik için bu belayı üzerine almıştır.

 

Sevilip sayılan Ismayıl’ın iki köylüsü vardır İstanbul’da. İkisinin de evi ve hanımları bu şehirdedir. İkisi de aynı işi yapmaktalar yani sebzecilik. Aralarında rekabetten dolayı mahalle kıskançlığı çıkar ve bir tanesi diğerini ekarte etmek ve o mahalleye gelmemesini sağlamak için biraz dille tehdit eder ama bunda başarılı olamayınca bir yanlışa düşer işi mafyaya intikal ettirir ve mafyanın adamlarına “şu adamı öldürün size şu kadar para vereyim” der.

Adamlar diğer sebzeciyi bir kenarda sıkıştırıp sebzelerini talan ederler, elindeki arabayı da kırarlar ve bunu taksinin bağajına attıkları gibi diğer adamın yanına götürürler ve “bütün mallarını kırdık döktük, adamı da dövdük bir ıssız yere attık, belki de öldü, durumunu bilmiyoruz parayı ver” diye anlaştıkları parayı isterler. Ahmak adam elindeki olan parayı verir ve “kalanını da yarın vereyim” der ama arabanın içersinde yatmakta olan köylüsü bunu kimin yaptırdığını köylüsü konuşurken sesinden anlar. Mafya paraya doyar mı ertesi gün yine gelirler. Daha ertesi gün yine gelirler. Derken işi abartırlar, evine karısına halısına çoluk çocuğuna rahatsızlık vermeye başlarlar. Öbürü de ertesi gün sağlam ortada gezer görününce parayı vermek istemez. “Siz benim dediğimi yapmadınız, adamı öldürmediniz” der. Hülasa bir belanın içine düşer ki sormayın. Bütün köylüleri ve arkadaşları bu durumu duyar. Öldürtmek isteyen adamı yaptığı yanlıştan dolayı kınarlar ama ne var ki işin içerisine kötü insanlar tarafından eve gelmeler filanda girince bütün hemşeriler ayaklanırlar. Ama kimse mafya ile başa çıkmaya ve başına da dert almaya cesaret edemez. İşi en sonunda Gır Ismayıl’a intikal ettirirler. Gır Ismayıl durur mu hele bir de namus davasına dönünce olay, önce o mafyayı tutan kendi köylüsü olan adamı iyice bir döver. Sonra onu semtten uzaklaştırır, başka bir yerde ev tutar ama belalı mafyanın adamları öyle kolay kolay pes edecek cinsten değillerdir. Gece içip sarhoş olup bu sefer önceden ricacı olan köylüleri rahatsız etmeye başlarlar. Ve bu iş için de Ismayılın kahvesini rahatsız etmeye başlarlar. Bir gece Ismayıl bunların geleceği saati bekler ve tek başına gelen mafyanın dört adamını sedyelik edinceye kadar kahvenin önünde döver ve onlara “Gidin lideriniz mi beyiniz mi sizi kim yönlendiriyorsa o kadın kılıklı, gizli güreşen herife söyleyin gelsin, herifse benden alsın bu parayı, bu mekan kahvehane benim hadi eşşolları defolun gidin, kim gelecekse gelsin” der ve gelir kahvesine işinin başına.

Ertesi gece saat 12’den sonra kahvenin önüne bir taksi gelir ve içerisinde 5 kişi ve içlerinde liderleri de vardır. Biri kahvenin dışa bakan penceresinden bakıp “benim adamlarıma meydan okuyan herif kimmiş cesareti varsa ortaya çıksın” der. Hemen Ismayıl “benim ulen ne olacak” der çıkar meydana. “Seninle şöyle bir tenhada konuşsak ne dersin yüreğin yeter mi” der. “Yeter ama ben de senin gibi 5 kişi olmam lazım ya da sizin silahsız olduğunuza kanat etmem lazım o zaman siz beş, ben tek istediğin yere gideriz” der İsmayıl.

 

Takside kimler var ise indirir mafya bozuntusu ve direksiyona geçer. “Hadi bin efe öyle ise” der. Ismayıl biner arabaya, kardeşleri de gelmek ister ama onlara “siz bu kalanları takip edin bunlardan ne köy olur ne kasaba bunlar bir alay osuruklu çapulcu korkmayın” der. Ama kardeşleri cin gibi hemen bir tanesi arabanın bağajına biner öbürü de kaputu kapatır, devam ederler. Bir müddet gittikten sonra mafya lideri “senin mertliğini ve dürüstlüğünü sevdim bak. Eğer isteseydin ben arabayı kullanırken beni arkamdan şişleyebilirdin ama yapmadın, sen mert birine benziyorsun, bu işe niçin soyundun, bu belayı niçin üstlendin” deyince Ismayıl “Biz Konyalıyız ve mertiz. Adamı hiçbir zaman ardından vurmayız. Sen hakikaten mert birisi olsaydın, o sana ilk adam öldürme teklifi yapan serseriyi, iyice bir döverdin bu garibanlarla uğraşmazdın, senden efe değil süpürge sapı bile olmaz, hadi şu dersimizi görelim ben gideceğim” der. Mafya lideri bu laflar karşısında erir ve “gardaş senin cesaretine hayran oldum. Senden de iyi bir ders aldım seni isteseydim her saniyede öldürebilirdim ama senin dünkü meydan okumandan ne derece mert dürüst biri olduğunu anladım” deyince “sen beni öldürseydin yaşayabilecek miydin acaba” diye soran Ismayıl’a “çok öldürdüm halen yaşıyorum” der. Arabanın ardındakine seslenir “çık oradan aslanım da görsün bu efe bozuntusu” deyince mafya lideri ürperir “demek hazırlıklıydın öylemi” der. “Tabi der Gır Ismayıl biz bu lakabı senin gibi eşkıyalık yaparak adam soyarak almadık anamızdan babamızdan ve yöremizden, sevgiden aldık hadi beni mekanıma götür ve bir daha benim tarafıma bulaşma” der. Adam bunları alıp gelir ve kahveye indirir. Birde ne görsün bütün adamları elleri bağlı kahvede oturuyorlar oysa adam onları çok beklemiş “ardımdan bir başka araçla gelecekler de Gır Ismayıl’ın dersini vereceğiz” diye bu durumu görünce eşkıya başı “ver elini gardaş öpeyim biz de bükemediğimiz bileği öperiz” der ve kaybolur, gider.

 

Sonra bir daha uğrar Kır Ismayıl’ın mekanına çok düzgün efendi bir kişiliğe sahip olmuş konuşmaları kibar her yönü ile efendi bir adam. Kır Ismayıl sormuş “bu ne değişiklik, Karslı” diye. ( İsmail askerlik yıllarındaki tecrübesi ile bu adamın geçmişini zaten biliyormuş onun için Karslı demiş) “Gardaş sen bize büyük bir ders verip insanlık örneği gösterdin bu pisliğin sonunun olmadığını, su testisi suyolunda kırılacağını, bir gün kendinden güçlü birine çatarsın pisipisine ölürsün dedindi ya, işte düşündüm, sen çok haklıydın, şimdi kendime göre bir iş buldum, helalinden kazanıp huzurla yaşıyorum, sen sağlıcakla kal” der Karslı.

Ismayıl da yıllarca seviyeli, dürüst, sevilen bir esnaf olarak hayatını idame tetirdi. Kendisi halen sağ ama tabi ihtiyarladı. Ellerinden öperim Gır Ismayıl ben de senin.

Bu yaşanmış hikayenin figüranlarını tanıyorum. Bir kaçı halen sağ ve İstanbul’da yaşıyorlar ama tabiî ki ihtiyarladılar. İsimleri yazmadım.1968 nire 2008 nire.. Tam kırk yıl..