Seyit Küçükbezirci
KOYUNOĞLU MÜZESİNDE HÜZÜN, PANİK, TESELLİ
Bu yıllarda, bu günlerde, on/otuz yıl önce hiç aklıma gelmeyen korkular yaşıyorum; hüzünler duyuyorum... "Ayva sarı. nar kırmızı, sonbahar" olalı; olmaya başladı bunlar...
Nereden çıktı bu sözler, bu duygular? Diyorsanız; gelin, geçen cumartesiye dönelim...
Araştırmacı yazar kardeşim Ali Işık; "Koyunoğlu'na gidelim, Arapça mezar taşlarının çevirisini yaptırmak lazım" dedi. Uzun yıllardır gitmemiştim, Koyunoğlu Müzesi'ne. Bahtına imrenerek baktığım "Büyük bir Konyalı" ydı, Koyunoğlu... Yaşamı boyunca topladığı kitapların, eski eserlerin, koleksiyonların yağmalanmasını önlemişti.. Sağlığında... Babasının evini de, sevdiği her şeyini de kurtarmıştı; hoyrat ellerden.. Notları, kupürleri, mektupları; herşeyi, ama, herşeyi Konya Büyüksehir Belediyesi eliyle Konyalı' ya emanetti; dünya durdukça, Konya durdukça...
Ali Işık, müzenin uzmanı ile Arapça' ya, Farsça' ya dalınca; bende Ahmet İzzet Koyunoğlu'nun hayaliyle yalnız kaldım... Hısımı Hacı Velilerin Seyit'e; bağışladığı kitaplarını, tarihi eserleri bir gösteriyor... “Çok şükür gözüm arkada kalmadı.. Bu bir ayrılık, ama, ilahi takdir. Benim yerime sizin gözleriniz görüyor; iki gözüm yerine şimdi binlerce göz ömrümü verdiğim değerlerden faydalanıyor" diye fısıldıyor.. Sonra, ansızın soruyor.." Çocukluğundan bilirim. . Sende Konya'nın her şeyini toplamaya sevdalandım.. Karınca kararınca da biriktirdim.. Ne yapmayı düşünüyorsun?... Bir hoş olurum, cevap veremiyorum...
Büyükçe bir masa.. Gazetelerden kesilmiş yüzlerce kupür… Tarihten bir yapraklar, Mevlana'yı anma törenlerinin davetiyeleri, son elli yılda Konya'da yaşayan kültür ve sanat etkinliklerinin gazetelerde çıkmış haberleri... Kenarları kesiliyor, naylon poşete konuyor; sonra klasörler halinde düzenleniyor... Uzun yılların sararmış gazete kupürleri, yeni araştırmacılara sunuluyor... Elli altmış yıl önce gazetelerden dökülen dokümanlar, yeniden, azından yüz yıllık bir yaşama kavuşuyor... Koyunoğlu müzesi'nin uzmanına sordum, bunlar ne, diye. "Selçuk Es'in ömrü boyunca kesip biriktirdiği tarihle, folklorda, etnografya ile ilgili kupürler" dedi... "Biliyorsunuz, Selçuk Es ölmeden önce kitaplarını, gazete koleksiyonlarını, biriktirdiği kültür ve sanat materyallerini Koyunoğlu Müzesi'ne bağışladı. Kütüphanesinin gazete koleksiyonlarını tasnifini bitirdik; araştırmacılar için hazır. Şimdi torbalar halindeki gazete kupürlerini değerlendiriyoruz... Biliyor musunuz Selçuk Es'in mektupları bile bizde.." Uzman, bir büyük dolabı açtı, bir büyük klasör indirdi.. “İşte mektuplarının bir bölümü” dedi...
Şaşırmıştım... Sayısını bilmediğim mektuplar... Selçuk Es'e çocuklarının yazdığı; Selçuk Es'in onlara yazdığı mektuplar..
Tamam dedim; tamam... Selçuk Es de uzun bir ömrü vererek; muhteşem bir tutku ile biriktirdiklerini kurtarmış... Selçuk Es de gözü açık gitmemiş...
Ali Işık yanında uzman kütüphaneci, beni çoktan unutmuş; Arapça, Farsça sözcüklerle duruyorlar. Bende bir hüzün, başımda bir ateş. Fikrim yıldan yıla konudan konuya anıdan anıya savruluyor...
Rahmetli Sefa Odabaşı, rahmetli Yalçın Dikilitaş, eski yıllarda her Pazar Eski garaj civarında kurulan bit pazarına giderlerdi; ellerinde heybe gibi çantalarla... Neler neler bulup getirirlerdi; öğle üzeri yeni gazete'ye.. Eski Konya evlerinden eskicilere verilmiş tomar tomar aile resimleri; hatıra defterleri, dergi koleksiyonları, mektuplar.. Onlar da, kendi topladıklarının akibeti ne olacak bilmeden; buldukları eski zaman "Evrak-ı Metruke"lerini aşkla, şevkle koleksiyonlarına katarlardı... O yıllar 90'lı yıllardı; ve benim için henüz sonbahar değildi; yalnız ayva sarı nar kırmızıydı...
Konyalı kültüre göre, insanın ben ben diye hep kendinden söz etmesi ayıp sayılır ama, her yazısı toplumun bir işiyle ilgili bir yazarın da, ayda yılda kendi problemini paylaşması hakkıdır herhalde...
Okuma yazma sevdasına düştükten sonra kitaplar, dergiler, gazeteler sevgilim oldu... Uzun yıllar yiyeceğim para, içeceğim sevgilim oldu... Uzun yıllar yiyeceğim parayı, içeceğim parayı onlara verdim. Tatile gideceğim parayı kitaplık yaptırdım; elbise alacağım parayla onları ciltlettirdim... Bana gelen düğün davetiyelerine bile kıyamadım, yıl yıl kutularda sakladım.. Tam elli yıl Konya'nın masallarını, efsanelerini, atasözlerini kültürlerini; adetlerini, geleneklerini derledim; fişledim katalogladım.. Hele Konya gazeteleri... Birine bile kıyamadım, şimdi raflara sığmıyorlar; dolaplar almıyor...
Bu yıllar da, bu günlerde, on/otuz yıl önce hiç aklıma gelmeyen korkular yaşıyorum; hüzünler duyuyorum... Ayva sarı, nar kırmızı, sonbahar olalı olmaya başladı bunlar...
Geçen cumartesiye dönelim... Koyunoğlu Müzesinde, Ahmet İzzet Koyunoğlu'nun bahtına; Selçuk Es'in bahtına imrendim... Kendimin telaşına düştüm... Onlar kendi "baht"larını sağlıklarında, kendi elleri ile sağlamışlardı. Ben de bir şeyler yapmalıyımdım...
"Emri hak vaki olunca", geride ev, arsa, tarla kalmışsa kolay... Dilim dilim paylaşılır.. İçinden çıkılmazsa "izale-i şüyu" ile canına okunur... Ama kitaplar ama gazete koleksiyonları, ama kupürler, resimler… Onların kaderi, ellerine düştükleri insanın insafına kalmış... Çöpe de atılırlar, Aptaloğlu'na çuvalla verirler, tandıra tutunup yapılırlar.
Ben de başımın çaresine bakmalıyım; aşkım kağıtlarımı, kitaplarımı kurtarmalıyım; Koyunoğlu gibi, Selçuk Es gibi...