Doç. Dr. Murat Kayacan
Kur’an’da “Doğru söylüyorsanız Allah’tan başka” ifadesi
“Doğru söylüyorsanız Allah’tan başka (min dûni(A)llâhi in kuntum sâdikîn)” ifadesi, Kur’an’ın ikisi Mekki, biri de Medeni suresinde olmak üzere üç ayetinde geçmektedir. Bu yazıda, söz konusu ayetler içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
İnkârcılara meydan okuma içerikli bir ayette, azarlama hedefli bir soru ile onların tutarsızlıklarına dikkat çekilmektedir: “Yoksa Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Doğru söylüyorsanız Allah’tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sure getirin.” (Yunus, 10: 38). Kur’an, inkârcıların inkârlarındaki tutarsızlıkları ortaya koyarken onların kendilerinden güçlü hissettikleri ortaklarını da yardıma çağırmalarını istemektedir. İnkârcıların söz konusu yardımcıları; yolundan gittikleri şeytan, putlar, insanlardan ve cinlerden edindikleri yoldaşları olabilir. Hz. Muhammed (s), Kur’an’ı getirmesini kendisinin entelektüel üstünlüğüne bağlamaz. İnkârcılar hep bir araya gelseler de ortaya koyamayacakları kitabı (Kur’an), son peygamber nasıl uydurmuş olabilir? Öylesine yol gösterici bir kitabı ortaya koyabilmek insanın kapasitesini aşar. O kitabın rakipsizliği; lafzında, bireysel ve sosyal hayatla ilgili belirttiği yasalarda vs. kendisini gösterir. Ondan başka dünya ve ahiret mutluluğu sağlayabilecek başka bir kitap yoktur. Kur’an’ın amacı “eşsiz bir edebi metin ortaya koymak” olmadığı için onun meydan okumasını edebi güzelliği ile sınırlamak doğru olmaz.
Yukarıdaki ayette inkârcılara “bir sure” getirmelerini talep ederek meydan okuyan Kur’an, inkârcılardan bu sefer “on sure” getirmelerini ister: “Yoksa ‘Onu (Kur'an'ı) kendisi uydurdu.’ mu diyorlar? De ki: Doğru söylüyorsanız Allah'tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin.” (Hud, 11: 13). Tevhit dini olan İslam, Kur’an’ın her suresinde kendini resmetmektedir. Bu açıdan inkârcılar, bir sure de olsa on sure de olsa insanın dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen ve İslam’a alternatif olabilecek bir öğreti ortaya koyamazlar. Araplar arasında meşhur şairler vardı. İnkârcılar, o şairlerden -yardımlaşabileceklerini de söyleyip- Kur’an’ın on suresi kadar bir metin hazırlamalarını isteyebilirlerdi. Böylece zanlarına bir gerekçe (!) de bulmuş olurlardı. Günümüze kadar “Kur’an’ın alternatifi budur.” diye bir kitap ortaya konulamadığına göre inkârcıların, Kur’an’ın meydan okuması karşısında acze düştükleri kesindir.
Kendisi hakkında herhangi bir şüphenin olmadığı Kur’an’da (Bakara, 2: 2), inkârcılara şöyle meydan okunmaktadır: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız haydi onun benzeri bir sure getirin. Doğru söylüyorsanız Allah'tan başka şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (Bakara, 2: 23). Yüce Allah’ın “kulumuz” diyerek onurlandırdığı Hz. Muhammed’in Kur’an’ı uydurmuş olma ihtimali yoktur. Şair, filozof, okur-yazar vs. olmayan birinin getirdiği Kur’an’ın ifade gücü, üslubu, içeriği ve kullandığı edebi sanatlar dikkate alındığında inkârcıların -cehennem azabına uğramak istemiyorlarsa- çaresizliklerini görüp teslim olmaları ve tevhit dinine girmeleri beklenir. Arap harfleri inkârcıların da hizmetinde olmasına rağmen, onlar Kur’an gibi bir yol gösterici kitap ortaya koyamıyorlarsa hakka teslim olmalıdırlar.
Görüldüğü gibi “Doğru söylüyorsanız Allah'tan başka” ifadesinin yer aldığı üç ayette inkârcılara meydan okunmuş; Kur’an’ı inkârlarında ısrarcıysalar iki ayette onlardan “bir sure” ve bir ayette ise “on sure” getirmeleri istenmiştir; ancak onlar bundan aciz kalmışlardır. Bu acizlikleri günümüzde de devam etmektedir.