Güngör Gökdağ
Kürt Sorununun Çözümsüzlüğünde Israr
PKK, 1990 yılında yapmış olduğu 4'üncü kongresinde ''Kürt kökenli vatandaşların haklarını parlamento çatısı altında savunmak'' gayesi ile siyasi parti ve legal kuruluşlara sızma kararı aldı. Ardından birbirinin devamı niteliğinde ve örgütün ağırlığının hissedildiği çok sayıda siyasi parti kuruldu ve kapatıldı. Bunlar arasında;
1990'da kurulan Halkın Emek Partisi (HEP), 1993'de kapatıldı.
1992'de kurulan Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP), 1993'de kapatıldı.
1993'de kurulan Demokrasi Partisi (DEP), 1994'de kapatıldı.
1994'de kurulan Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), 2003'de kapatıldı.
1997'de kurulan Demokratik Halk Partisi (DEHAP), 2005'de kapatıldı.
2005'de kurulan Demokratik Toplum Partisi (DTP), 2009'da kapatıldı.
2008'de kurulan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), 2014'de kapatıldı.
2012'de kurulan Halkların Demokratik Partisi (HDP)'nin ise kapatma davası halen daha sürüyor.
Anayasa Mahkemesine göre kapatılan tüm bu siyasi partilerin ortak özellikleri; ''hedeflerinin, teröristlerin hedefleriyle benzeşmesi ve etnik temelli haklara vurgu yapılması''nın anayasa ile çelişmesi olmuştur.
PKK'dan bağımsız hareket edemeyen ve kurulduğu ilk andan itibaren örgütle aralarına mesafe koyamayan hatta öven ve destekleyen, örgüt paralelinde söylem ve faaliyetlerde bulunmayı tercih eden bu partiler, sadece Kürtlerin siyasal ve kültürel taleplerini kamusal alanda savunmaya çalışmalarından ötürü hep aynı saikle, “Devletin ve milletin bölünmezliğine aykırı fiillerin odağı haline geldiği” gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştır.
Kurulan her siyasi parti üzerinde kontrol oluşturmaya çalışan PKK ve Kürt siyasal taleplerini çatışmacı sivri bir üslupla dile getiren Kürt siyasi geleneğinin öncü figürleri sürekli yargıya takılarak devlet ile PKK arasında sıkışıp kalmışlardır.
Oysa toplumu rahatsız eden kimi yanlış üsluplarına, kabul edilemeyecek bazı söz ve çıkışlarına rağmen yıllar içerisinde uzlaşı kültürü de yeterince gelişememiş, yaşanan bunca tecrübeye rağmen geçen zaman kimi politikacıları da hiç normalleştirememiştir.
1990 yılında Halkın Emek Partisi ile başlayan Kürt siyaseti serüveninde artık HDP'nin kapatma davasının sürmesi nedeniyle daha önce Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi olarak kurulan ve şimdi Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak yola devam edilen HEDEP ön plana çıkarılmıştır. Fakat Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, HEDEP'in daha önce kapatılan HADEP'i çağrıştırdığı ve bu benzerliğin Siyasi Partiler Yasası'na aykırı olduğu gerekçesiyle parti üst yönetimi, kısa isim olarak “DEM Parti”yi belirlemiştir.
DEM Partinin ise toplumsal sistem içerisinde, Türkiye'yi büyük bir aile olarak kabul edip siyasi, iktisadi, sosyal ve hukuki sorunlarına anayasanın sınırları içinde sağduyu ile çözümler üretmesi beklenilirken, aksine örgüt kültürü özelliklerinden kaynaklanan, örgütsel bağlılık ve Apocu liderlik beklentisi, militan ve üye düzeyinde parti-yandaş ilişkisine sahip olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
Zaten bu hipotezi doğrular mahiyette, Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları'nın TBMM kürsüsünde, ''Öcalan'ın fiziki özgürlüğe kavuşması gerektiğini'' ifade etmesi ve bunun için yürüyüş düzenleyeceklerini söylemesi, hapishanelerde Öcalan için yapılan açlık grevini desteklemesi, yasaklanan diğer partiler gibi Türkiyeli bir siyasi parti olamadığını ve Kürt partisi hüviyetinden de çıkamadığını yeterince izah etmektedir.
Bu çizgideki bir siyasi partinin ömrü kısa olduğu gibi sırtını yasladığı Kürt toplumuna da pek bir faydası olmayacaktır.
Öcalan lehine gösteri ve nümayişler yapmak, Öcalan üzerine parlamento çatısı altında kavgalar çıkartmak, açlık grevi denilen ölüm oruçlarını desteklemek meşru bir siyasi partinin politik olarak savunacağı işler değildir.
Ve bu çıkışların da mutlaka hukuki bir karşılığı olacaktır…
Dolayısıyla Kürt sorununu çözeceğiz diye Kürt toplumundan destek isteyenlerin, Kürt sorununun çözümünün önünde nasıl büyük bir engele dönüştüklerini hep beraber görüyoruz. Kürt hareketini kullanarak kendilerine alan açanların, Kürtlerin dirisine değil ölüsüne sahip çıktıklarını, yaşayanını değil öleni ve ölüme yürüyenini değerli kıldıklarını daha iyi fark ediyoruz.
Diğer yandan Kürt meselesinin günümüzde dahi Türkiye'nin en önemli meselelerinden biri olduğu ve çözüm yerinin de en öncelikli olarak parlamento çatısı altında olması gerektiği bilindiği halde devletin ve parlamento çatısı altında bulunan bazı siyasi partilerin, Kürt siyasetçilere karşı önyargılı ve şüphe ile yaklaşmaları, bağımsız ve etkili bir Kürt siyaseti oluşum şansına zarar verdiğini hatta marjinalleştirdiğini de belirtmek istiyoruz.