Arif Köse /ey kavmim
Leyleğin Ömrü İki Laklak
Baş döndüren bir teknoloji çağındayız. Eskinin firavunları bile bir yerden başka yere insanların omuzlarında tahteravanla sallana sallana giderken, biz arabalarla konforlu ve hızlı seyahat edebiliyoruz. Servetiyle şöhretlenen Karun kuyu suyu içerken, biz musluğu çevirerek evimize ulaşan pırıl pırıl suları içebiliyoruz. Tarihin en güçlü kralları bile uzak mesafeleri aylar süren yolculuklarla gidebilirken, biz gökyüzünde saatler içinde kıta değiştirebiliyoruz.
Posta güvercini ve ulakların yerini 15 cm.lik saniyeler içinde haberleşme sağlayan telefonlar aldı.
Belki de tarih boyunca yaşanan en mucizevî dönemin içerisindeyiz. Marketlere girdiğimizde gide gide bitiremediğimiz peynir reyonlarından tutun da her renk ve çeşit elbise bulabileceğimiz tekstil bölümlerine kadar dünyanın her türlü nimeti önümüze seriliyor.
Bence bin yılın icadı olan kamera da bizim çağımızın bir nimetidir. Görüntü ve sesi kaydedebiliyor, bir noktadan dünya genişliğinde bir alana yayınlayabiliyorsunuz. İncecik televizyon ve bilgisayar ekranlarından da bu görüntü ve sesi izleyebiliyorsunuz.
Bu inanılmaz nimeti insanımızın geniş kesiminin ne amaçla kullandığıysa, kahredici bir gerçek. “Senin yemeğin tuzsuz, servisin berbat, benim gelinim seninkini döver, elektrik aldım hadi evlenelim, yeteneklisin Türkiyem, yaparsın sevgilim” ve benzeri daha pek çok rezillik ne yazık ki insanımızın bu teknolojiyi ne kadar yerinde ! kullandığının resmidir.
Bilim çağının, teknoloji çağının, elektrik çağının nimetlerini, evinde canı sıkılmış turşu suratlı meymenetsiz kadınların programları için kullanmak, bu nimetlere hakarettir. Görüntü ve ses uzaya, uydulara gönderilecek; oradan hava yoluyla evlerimize kadar gelecek, parmak kalınlığındaki ekranlar o görüntü ve sesi size iletebilecek ve siz bu teknolojiyi ip sekebilen köpekleri izlemekte kullanacaksınız.
Teknolojik gelişmeden daha inanılmaz olanı işte budur.
Bu vahim durum şehrimizde de cereyan etmektedir ne yazık ki. Tarihin en sürekli gelişmelerinden biri “yazı”da olmuştur. Eski çağlarda insanlar taşlara yazıyı kazıyarak tarihe not düşmüşlerdir. Daha sonra yavaş yavaş papirüsler, yapraklar derken kâğıt icat olmuş, el yazması eserler ortaya çıkmıştır. Ardından da matbaanın icadıyla seri basım imkânı sağlanmış ve yazının istenildiği kadar çoğaltılması, nimetlerin belki de en büyüğü olarak hizmetimize sunulmuştur.
Peki, biz ne yaptık? Konya medyasının “abi”si sayesinde, dinimize direk imanımıza gerekmiş gibi “magazin” ile tanıştık. Konya’ya, hiç yokken magazin getirdi abimizin biri. Tabi ardından da onu takip eden sümsükler çıktı.
“Mehmet Bey’in çay keyfi, Ali Bey ata biniyor, Remzi enişte misafirlerini bilmem ne kafede ağırlıyor”… bize ne kardeşim falanca adamın nerde çay içtiğinden, banane Aliye Hanımın yurtdışından gelen müşterisinden.
Tabi bir de para için zenginlerin yakın plan fotoğraflarını dergisine kapaktan veren, ruhlarını okşayacak kadar özenilmiş pozlar verdirerek tam sayfa dergisine basan “gazeteci”lerimizi de unutmamak gerek.
Ay’dan taş örnekleri getirilen, gezegenlerin atmosferinin binlerce kilometre öteden tespit edilebildiği, insan vücudunun içinin elektronik aygıtlarla görüntülenebildiği bir çağda kendine gazeteci diyen insanlar, işimiz gücümüz yokmuş gibi televole kültürü soktu şehrimize. Çok ta lazımdı.
Leyleğin ömrü iki laklakmış.
Günah hakkında bir iki şey söyleyelim: Dereceleri vardır günahların. Örneğin insanın bireysel işlediği, kimsenin haberinin olmadığı günahlar vardır ki Allah isterse kulunun bu günahını örter. Bazı günahlar da iki üç kişi arasındadır, sınırlıdır yani. Bu günahları daha tehlikeli yapan, büyüten şey onun duyurulmasıdır. Çünkü duyurulduğu zaman o günah şahitlendirilmiş olur. Ayrıca alenileştirilir ve böylece yayılır, daha çok insanın o günahı işlemesine ve normalleşmesine zemin hazırlar bu durum.
Televoleci arkadaşlarımız farkındalar mı bilmiyorum ama X Hanımın vücudunu gösteren dekolte elbisesi, önce kendini günahkar yapar, ardından da bulunduğu ortamlarda bu haline isteyerek seyirci kalan diğer insanları. Ama malum medyacı arkadaşlar o hanımın fotoğrafını çekip bastıkları zaman, o bayanı kaç kişinin göreceğini hesap edemezsiniz. Görenlerin zihninde bu durumun normalleşmesi ve sokaktaki kızın da aynı çıplaklığı yaşamasında da” payımız yok” diyemezsiniz.
Toplumumuzdan kayıp giden ahlakı geri getirme çabası verilmesi gerekirken, tamamen lüzumsuz işlerle daha da baltalanmasıyla kime hizmet edildiği bence akademik bir çalışma konusudur. Tavsiyem o dur ki her eve bir ilmihal dağıtılsın, saçı sakalı ağaran da, yeni yetme toylarımız da günahı sevabı öğrensin. Yoksa önce kâğıt intikamını alır sizden, ardından zaman. Yazık etmeyin, ne kâğıda ne de insanımıza.