Fatma Şeref
Mesnevide müstehcen hikaye var mı?
Öküzü muhteşem bir şehre gönderseniz , görüp anlatacağı tek şey karpuz, kavun kabukları olurmuş... Bu kez de Mesnevi'den bazı sayfalar seçilip internete sürüldü.
Son zamanlarda Mevlana'yı sevip henüz tüm eserlerini okuyamamış olanlardan başlıktaki anlamı içeren sorular alıyorum. Ve bu konudaki yayın , tartışma ve paylaşımlar karşısında çaresiz kaldıklarını üzüldüklerini görüyorum.
Mevlana hakkındaki kasıtlı karalama kampanyası yıllardır amacı ve kökeni belli odaklar tarafından sistematik olarak yürütülen bir faaliyetin parçası. Bana kalsa bu tip iddia ve ithamlara cevap vermeye tenezzül bile etmezdim. Ne herkes Mesnevi okumak zorunda ne de Mevlana'yı sevmek zorundadır der geçerim.
Ama onlar yine de Mevlana ile uğraşmaktan asla vaz geçmezler. Kıyamete kadar da geçmeyecekler. En azından Mevlana'nın öngörüsü böyle ve sevenlerine tasiyesi ise şu : "Yeryüzündeki köpeğin havlamasından gökyüzünde ışıklar saçarak geçip giden Ay'a bir gam gelir mi ya da gölge düşer mi ? Ay gibi kay git üzerlerinden... Ahmağa ve kötü niyetliye bir şey anlatmanın yolu yoktur. "
Bence de yoktur olsa Mevlana bulur bize de anlatırdı. İşin latifesi bir yana derdim anlamaya niyeti olmayanlar değil. Gerçekten merak eden ve anlamak isteyen insanlar için konu ile ilgili kişsel görüşlerimi aktarmak istiyorum. Müstehcen kelimesinin yaygın anlamı ne olursa olsun Mesnevi'deki hikayeler için kullanmayı uygun bulmuyorum. O yüzden "cinsel içerikli" demeyi tercih edip başlıktaki soruyu öyle yanıtlayacağım.
Evet , Mesnevi'de cinsel içerikli hikaye ve fıkralar var. Devrin diğer alimlerinin kitaplarında sohbetlerinde vaazlerinde de var. Hem de inanamyacağınız çeşitlilik, açıklık, rahatlıkta... Halkın arsında nasıl anlatılıyor, nasıl konuşuluyor, nasıl yaşanıyorsa aynen öyle... Şu anda hiçbir din adamı bırakın halka açık bir sohbeti , evinin içinde bile bunları anlatamaz.
Peki nasıl oluyor da o zaman ünlü alimler şeyhler bunları konuşabiliyor , yazabiliyorlardı diye düşünmemiz doğal. Ben de Aşk Güneşe Benzeri yazarken yaptığım araştırmalar boyunca çokça düşündüm. Bunlar nasıl alim, din adamı , şeyh , derviş ?.. Ve anladım ki : Onlar , Allah'ın ayeti uyarınca "Kınayıcının kınamasından korkmuyorlar " çünkü öğretmeyi esas alıyorlar "Utanmanız öğrenmenize engel olmasın" hadisine uyuyorlar . Ve "Allah bir sivrisineği ya da daha basit bir şeyi örnek vermekten asla kaçınmaz " ayetini hiç unutmuyorlar. Onların kendilerini günahtan arınmış yunmuş yıkanmış, kutsanmış, melekler gibi lanse etme derdi yok, hiç olmamış. Ve onların şu kadar takipçimiz bu kadar gücümüz şöyle bir cemaatimiz olsun diye bir hedefleri yok.
Bu yüzden bir konuyu anlatmak için, hayatın içinde ne varsa en uygun olanı seçip anlatırlar. Hikayelerde esas olan öğreticiliktir. Ve anlatılan olaydaki konular, kişiler semboldür. Sonuç kısmında bu adam senin nefsin, öbürü aklın, diğeri gönlün gibi açıklamalar yapılır zaten. Olayın kendisi zarftır , kaptır mühim olan içindeki mesajdır. Zarfa takılıp kalanlar zaten okumasın gözü ile bakılır.
Fakat günümüzde olan ise bambaşka bir şey. Mesnevinin tamamını okusa benim bu söylediklerimi anlayacak olan insanlar, içinden seçilmiş özel birkaç sayfa ile ortalıkta dolaşıyor. Önüne gelene o parçayı gösteriyor "Mesnevide bu hikaye var onu nasıl okursun?" diyor. Tamamını oku gel konuşalım desek hayır vakti yok. Suyu bulandırmaya zaman bulan neden kaynaktan içmeye yanaşmaz anlamak mümkün değil.
Peki bu sayfaları kasıtlı seçip dağıtanlar tamamını okumadı mı dersiniz. Bazıları okumuştur ama yukarıda yine Mevlana'dan yaptığım alıntı gibi : Öküzü Bağdat'a yollasanız görüp anlatacağı tek şey karpuz, kavun kabukları olur. Herkes ne arıyorsa onu bulur.
Bu konu bir de aklıma rahmetli Aytunç Altındal ile Kenan Evren'in canlı yayında yaptığı Atatürk'ün gizli vasiyetnamesi tartışmasını getiriyor. Yıllar önce bir programda Aytunç bey Ziraat Bankası kasasında Atatürk'ün emri ile ölümünden elli yıl sonra açılacak 400 küsur evraktan bahsediyordu. Ve 1988 de Evren ile Özal'ın bunları açıp görüp memleket hazır değil düşüncesi ile tekrar kapattıklarını söyledi.
Konu çok önemli ve ilginç olduğundan üstüne gidilice de "Kenan Evren hayatta arasın görmedim desin hadi ! " diye meydan okudu. Geç saatlerdi hiç beklemiyordum. Ama Evren aradı. "Eee, ııı, kem küm netekim" den sonra "Evet , dört yüz küsur evrak vardı " diye başladı. Sunucu heyecanla " Ne vardı efendim , neler yazmış okudunuz mu gördünüz mü, neler vardı?" diye sordu. Evren " Şey, pek bir şey yoktu. Atatürk'ün Fransız gazeteci bir hanımla bir gecelik ilişkisi olmuş. O vardı." Deyince Aytunç beyin kendini tutamayıp verdiği tepkiyi unutamam "Dört yüz kusur evrak vardı diyorsun. Göre göre onu mu gördün !"
Belliki Evren konuyu geçiştirmeye çalışıyordu.Tartışma sonuca ulaşmadı. Ama ne zaman biri Mesnevi'den cımbızla bir söz seçse ya da cinsel bir hikaye sorsa altı cilt okudun da göre göre onu mu gördün diyesim geliyor. Aytunç bey gibi algıda seçicilik , biliçaltı tahlili ya da dervişin fikri ne ise zikri de o olurmuş mevzularına girmeye hiç gerek yok sanırım. Siz gayet güzel anladınız konuyu.
Ve Mevlana ile noktalayalım yine :
Bir yerde güzel bir söz ediliyorsa söyleyenden değil , dinleyenin anlayanın güzelliğindendir.