Mevlânâ Melâmî meşrepliydi
Konya Aydınlar Ocağı’nda tasavvufi geleneğimizi oldukça etkileyen “Melâmetilik” tarikatını anlatan Prof. Dr. Dilaver Gürer, “Mevlâna melâmî meşrepliydi. Bu yüzden Şems’i kaybetti” dedi.
Konya Aydınlar Ocağı’nın Salı Sohbetleri’nde, Türk tasavvuf geleneğinin altyapısını oluşturan “Melâmetilik” tarikatı anlatıldı.
Konya İl Halk Kütüphanesi’nde gerçekleştirilen sohbette, Melâme kelimesinin “başkasını kınama” anlamına geldiğini ve Arapçada “Melâmetiye”, Türkçede ise “Melâmetilik” denildiğini ifade eden Necmettin Erbakan Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Dilaver Gürer, Melâmetiliğin tarihi gelişimi ile Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bu akımın halkı nasıl tesiri altına aldığı hakkında dinleyicilere geniş bilgi verdi. Melâmetiliğin ilkelerini Maide Sûresi 54. Âyetten aldığını ve bir melametinin her şeyden önce Allah’ı sevdiğini, müminlere karşı mütevazı ve alçak gönüllü olduğunu, gururlu, kibirli ve Firavun tabiatlı olmadığını belirtti. Prof. Dr. Dilaver Gürer, “Ama kâfirlere karşı, Allah’ı inkâr edenlere karşı, hakikatle savaşanlara karşı dimdik ayakta durur. Sonra Allah yolunda maddi ve manevi olarak cihad eder. Maddi cihat bedenle, malla mülkle yapılan cihattır. İkincisi ise nefisle cihaddır. Bunlar Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimseden de korkmazlar. Hak bildikleri yolda tek başına olsa ve kalsalarda yollarına devam ederler. İşte bu ilkeler bizim kültürümüzde en derin, en geniş unsuru olan tasavvuf geleneğinde muazzam bir altyapı ve temel oluşturmuş. Melamet, Allah yolunda cihad etmektir. Melâmetilik de yukarıda saydığım vasıflara sahip olmak. Bunun mezhep haline gelmiş, meşrep haline gelmiş, tarikat haline gelmiş şekli ise melametilik” dedi.
HORASAN EKOLÜ BAĞDAT EKOLÜNE KARŞI
Konuya 4 ana eksen üzerinden yaklaşan ve konuşmasında “ilk dönemdeki zahidler, Melamiliğin cismanî olarak muşahhaslaşmış şekli itibarıyla ilk örnek olarak Hz. Peygamberi gösteriyorlar” şeklinde ifadelere de yer veren Gürer, ”Bu dönemde gerçekten Allah yolunda bir lokma, bir hırka ile devam ediliyor. Bizim tasavvuf tarihinde bu ekol, Horasan ekolü ağırlık basıncaya kadar Bağdat ekolü baskındır. Horasan ekolü, Bağdat ekolüne alternatif olarak ortaya çıktı. İnsanlara yük olmayı normal karşılayan Bağdat ekolüne karşı Horasan ekolü, yeni İslâmî fikir ve düşünceler üreterek “biz insanlara yük olamayız. Hayır hasenat ve zekat parasına yük olmadan biz kulluğumuzu devam ettirmeliyiz. Bunun içinde mutlaka herkesin bir meslek sahibi olması gerekir diyerek on birinci asırdan sonra yeni bir melamet anlayışı geliştirmişler. Bu anlayışa sahip olanlar 1400’lü yıllara kadar sufîlerin en üstünü kabul edildiler” dedi.
GÜNÜMÜZDE İŞLER KARMAKARIŞIK
Melâmetiliğin tasavvuf tarihinde iki ana döneme ayrıldığını, ve 1400’lü yıllara kadar bütün sufîleri, ârifleri, ve zahidleri etkileyen bir meşrep olduğuna dikkati çeken Prof. Gürer, “Hacı Bayram-ı Velî’nin iki halifesinden biri olan Ahşemseddîn’in tarikat kardeşi olan Bıçakcı Ömer Dede’yle birlikte Melemetilik meşrebi, 1400’den sonra kurumsallaşarak “tarikat” haline geliyor. 1888’de vefat eden ve pek çok kitabı da bulunan Muhammed Nurul Arabî ile Melametiliğin 3. Devresini de başlatıyorlar. 1925’ten sonraki Dördüncü Dönemde ise böyle karma karışık, bilinmeyen ve daha doğrusu her çiçekten bal şeklinde tamamen bütün mezhepler, bütün meşrepler, bütün tarikatlar, bütün tarzlar birbirine girmiş durumda. Bakıyorsunuz yâ Melâmî mi, Nakşî mi, Mevlevî mi, Melâmî meşrep mi valla ne olduğunu sizde bilemiyorsunuz. Hıristiyan Mevlevî’nin olduğu bir dönemde Melamilik de, Kadirilik de, Nakşilik de, Mevlevîlik de birbirine karışmış durumda” şeklinde konuyu özetledi.
MEVLÂNA MELÂMİ MEŞREPLİYDİ
İbni Arabî’nin sufileri “abidler, sufiler, melametiler” diye üçe ayırdığını kaydeden Prof. Gürer, Melamileri üste yerleştirdiğini belirterek melametiliğin, meşrep olarak “olduğun gibi görünmek, göründüğün gibi olmak” şeklinde Mevlânâ’da ifadesini bulduğunu söyledi. 1400’lü yıllarda tarikatlerin Anadolu’da ve Balkanlar’da çok etkili olduğuna dikkati çeken Prof. Gürer, Kalenderilik, Bektâşilik, Cavlâkilik gibi tarikatların da zuhur ettiğini hatırlattı. Şems-i Tebrizî ile Mevlânâ Celâleddîn’in meşrep olarak Melâmî olduklarını ifade eden Gürer, “Mesnevî’de, Melamilik ile ilgili o kadar çok şey var ki, sanırsınız Melâmiliğin pirî Mevlâna! Şems ile ilişkisinde Mevlâna, halka, talebelerine ve dervişlerine karşı Melâmi tavrını ortaya koyarak kimseyi umursamadı ama Şems’i kaybetti. Melâmet böyle bir şey..” diye konuştu.
Melamiliğin 1700’lü yıllara kadar Osmanlı’yı çok etkilediğini ve daha sonra bu meşrebe bağlı olanların sapkınlaştıklarını dile getiren Prof. Gürer, bunların namazı terkettiklerini, alenî olarak içki içerek zina ettiklerinden dolayı devletin, topluma hastalık üreten duruma gelen bu sapkın tarikatları yasaklayarak bağlılarının da kovulduğunu sözlerine ekledi. Osmanlı’nın da “Kadızâdeliler” denilen sapkın güruh tarafından, devlete hâkim olan tasavvufî düşünceyle birlikte yıkıldığını kaydetti.