Mizah kültürümüzün ustası

Mizah kültürümüzün ustası

Eskiden teknolojinin bugünkü kadar gelişmediği yıllarda ...

Eskiden teknolojinin bugünkü kadar gelişmediği yıllarda TV yok, bilgisayar yok, radyo bile her evde olması mümkün değil, telefonun adı bile bazı yörelerde hiç bilinmez iken sadece ardında hamal yükü gibi yüklü bir pil ordusu taşıyan çeyiz sandığı gibi bataryalı radyoların veya gramofonların olduğu bir yaşamda… Şehirlerde ve köylerde, düğün veya derneklerde kışın uzun gecelerinde oturulan baranalarda sohbet yerlerinde biraz okumuş, biraz sağdan soldan duyduklarını unutmamış, bilgi toplamış, ağzı laf yapan hatip kişiler bulunur, o toplumdaki ahaliyi eğlendirirdi.

Peki, neler anlatırlardı; zamanın en ilginç olayı olan harplerden, kahramanlıklardan bahseder, günlük olayların bazılarını abartarak veya bazı kişilere kinaye ederek anlatır, nükteli laflar ederlerdi. Tabi bunların yanında âşık atışmalarından da bildiğini duyduğunu aktarır, efsaneleşmiş peri ve dev masallarını anlatır, Âşık Garip, Âşık Kerem, Karacaoğlan’dan anlatırdı. Yılların unutulmayan mizah ustası Nasrettin Hoca’dan da söz etmeden geçmezlerdi.

Dönemin padişahlıktan yeni çıkılması, ana babalarımızın Osmanlı’dan kalma olması da bir ayrıcalıktı… Padişah hikâyelerini konu ederlerdi. Bu arada bazı padişahlarla aynı dönemde yaşamış, saraya çok yakın olmuş, adeta padişahın sağ kolu denilebilecek kadar aile içerisine giren meşhur İncili Çavuş’un nükteli ve cesur sözlerinden de anlatmayı unutmazlardı… Bu nüktedan merhum İncili, sözünü dudaktan gözünü budaktan esirgemeyen, zeki, akıllı, bilgiç, neyi nerede ne zaman söyleyeceğini iyi bilen, çok ani sarf ettiği söz ile taşı anında gediğine koyan, zamanın kanunlarını iyi bilip analiz edebilen bir yapıya sahip… Hatta padişaha bile kinayeli ve nükteli sözleri ile laf edebilen, onu bazen kızdırıp bazen de güldüren meşhur İncili’den anlattıkları ve benim de çok severek dinleyip aklımda kalanların bazılarını burada sizlere anlatmak isterim… Unutup sürçü lisan ettiğim olursa af ola, bir süre önce yine kaleme alıp sizlerle paylaştığım İncili hikâyelerinden anlatırken şunu dikkatle takip etmenizde fayda olduğu kanaatindeyim: Padişah efendilerin kaleye almadığı beyliklere veya bazı densiz devlet adamlarına İncili’yi bir sefir gibi gönderip onları nükteli sözleri ile mat edip Osmanlı’nın onurunu ve yüceliğini de anlattırırmış.

İşte İncili’den nükteli inciler….

 

KESERİM HA!
İncili’nin deliye karşı kullandığı akıllı metod…
Delinin biri her nasılsa tımarhaneden firar ederek doğruca Süleymaniye Camii şerifinin minaresine çıkmış. O esnada ezan okumakta olan müezzini belinden yakalayarak:
Haydi hazır ol! Tevbe ve istiğfar et seni buradan aşağıya atacağım. Paldır küldür nasıl yuvarlandığını göreceğim, der.
Divanenin beline sarıldığını gören müezzin korkusundan tir tir titremeye başlamış ve kendisini kurtarmak için derhal hatırına divaneyi aldatmak hususu geldiğinden demiş ki:
Peki, efendim beni aşağıya atmayı arzu ediyorsanız atınız. Ben buna razıyım ancak henüz ezanı bitirmedim. Ezan yarım kalır ise herkes bundan kuşkulanarak buraya gelir. Sizi görerek tutarlar.
Öyle ise ne yapalım?
Müsaade ediniz de ezanı okuyup bitireyim. Sonra ne isterseniz yaparsınız.
Pek ala! Haydi, çabuk ol.
Delinin bu muvafakati üzerine

Müezzin ezanı okumaya başlar.
Allahü ekber Allahü ekber.

Minarede deli varrrr.

Eşhedü en la ilahe illallah

Cankurtaran yok mu?

Deli:
-Bu ezan ne kadar uzun sürdü yahu hoca çabuk bitir şunu, işim var benim, gideceğim.

Müezzin:
-Peki, efendim işte hemen bitiyor.

Eşhedu enne muhammeden resulullah

Çabuk yetişiniz deli var.

Beni aşağı atacakkk

Deli:
-Bitti mi?
-Şimdi bitiyor efendi biraz sabret.
Müezzin bu süratle ezanı okumaya ve imdat istemeye devam eder. O sırada çevreden duyanlar minarenin dibine yaklaşırlar. Yukarıda divane ile müezzinin bulunduğunu görürler. Kalabalıktan biri:
-Haydi minareye çıkalım. Diğer biri:
-Biz çıkıncaya kadar deli müezzini atar ise? Bir üçüncü:
-Hem de atar bizim yukarıya çıktığımıza şüphesiz kızar.
-O halde ne yapalım?
Bunun çaresini bulup deliyi aşağıya indirelim.
Tam o sırada tesadüfen oradan geçmekte olan İncili Çavuş gördüğü bu telaşlı kalabalığın yanına gelerek

Buraya ne için toplanmış olduklarını sorar? Seyirciler durumu ayrıntısı ile hikâye ederler.

İşi özünü anlayan İncili der ki:
-Siz telaş etmeyiniz o divaneyi ben şimdi aşağıya indiririm.
Oradakiler:

Sakın minareye çıkayım deme sonra felaket olur. Divane biçare müezzini aşağıya atar.

İncili:
-Merak etmeyiniz merak etmeyiniz minareye çıkacak değilim. Şimdi görürsünüz.
İncili derhal cebindeki ufak çakıyı çıkarıp açarak minarenin dibine gelmiş ve divaneye hitaben bağırmış:
-Hey oradaki, yukarıdaki adam bana bak!
Deli aşağıya bakarak:
-Ne var ne istiyorsun be?
-Haydi, aşağıya in bakayım?
-İnmeyeceğim işte ne olacak?
-İnmeyecek misin?

-Bak sonra fena olur.
-Ne olacak ben senden korkmam ki...
-Ne mi olacak? Şimdi şu çakı ile minareyi dibinden kesip devireceğim sen de öleceksin…
Deli telaşla:

-Rica ederim sakın yapma!
-Öyle ise çabuk aşağıya in.
-İşte hemen iniyorum.
Deli müezzini bırakıp minareden koşarak aşağıya iner ve oradaki ahali tarafından tımarhaneye geri götürülür.

 

ELLİ DEĞNEK YARISI ŞERİKİME
Bir gün padişah-ı zaman musahibi(1) bulunan İncili Çavuş’a hitaben:
Sen artık ihtiyar olmaya başladın. Vazifeni ifada(2) eskisi kadar faaliyet gösteremiyorsun. Bahusus sana bir emr-i hak vaki(3) olursa burada yerini tutacak diğer biri yoktur. Onun için sana bir müddet-i münasip(4) mezuniyet veriyorum.
Memleketin her tarafında dolaş senin yerini tutacak bir adam bul getir” demiş ve Çavuş da bu emre binaen seyahate çıkmış idi.
Anadolu’da birçok şehir ve kasabalarda dolaştıktan sonra Adana vilayetinde bir köye varmış ve oradaki imamın hanesine misafir olmuş. İmamın gayet nekre-gu(5) hazır cevap tam padişahın istediği gibi bir adam olduğunu gördüğü cihetle onu “zihnen” beraber götürmeye karar vermiş ve fakat bir kere daha imtihan etmek fikrine düşerek demiş ki:
“imam efendi benim tabiatım gayet fenadır. Yattığım yatak ve yorganın hiçbir top sesi işitmemiş barut kokusu duymamış olmasını isterim. Sende böyle yatak var mıdır?”
İmam efendi derhal cevap vermiş:
“Sayenizde vardır efendim. Siz hiç merak buyurmayınız.”
Bir müddet sonra yatma zamanı gelince imam bir yatak getirip sermiş. Sonra uzun bir kamış getirerek yatağın yanına koymuş. Bu kamışın ne olacağını anlayamayan İncili sormuş: Hoca bu kamış ne olacak?”
Hoca:

Efendim sizin gibi erbab bilgili nüktedan padişahımızın yakini olan tabiatta bir misafir geldiği zaman böyle bir yatak ister ise işte bu yatağı sererim. Evvel zaman bu kamışı da yanına koyarım. Misafir yattığı zaman kamışın bir ucunu topun ağzına koyar diğer ucunu yorgandan dışarıya bırakır. Uyku halinde atacağı topun sesi de barut kokusu da o kamıştan çıkarak dışarıya çıkar; yatak ve yorgana dokunmaz.”
Ertesi gün İncili imamı karşısına alıp kendisinin gibi olduğunu padişah tarafından bir nedim(6) aramak üzerine memur edildiğini onu beraberce İstanbul’a götüreceğini söylemiş ve imamdan muvafakat cevabını aldıktan sonra:
Fakat seninle bir mukavele yapacağım. İstanbul’a vasıl olup da huzur-u hümayuna çıktığın zaman tabi padişah sana ihsan(7) verecektir. Her ne alır isen nasıfı sana nasıfı bana olacaktır. Bu şartı kabul ediyor musun? demiş ve imam da kabul eylemiş.
İncili imam ile beraber İstanbul’a vasıl olup saray-ı hümayuna gelince doğruca huzura çıkıp kendi gibi birini bulup getirdiğini arz etmiş. İmamı huzura ithal eylemiş.
Padişah imamla görüşerek onun hakikaten değerli nedim olmaya layık ve şayeste(9) bulunduğunu görüp memnun olmuş. Ve imama hitaben:
“Benden ne istiyorsan iste bakayım” demekle hoca:
“Efendimizin sağlığını isterim” cevabını vermiş. Fakat padişah, “Hayır başka bir şey iste” demiş ve hoca da:
“Efendim ferman buyurunuz da bana elli değnek vursunlar bunu isterim”
Bu garip talepten düçar-ı hayret(10) olan padişah:
“Hoca bu nasıl şey? İsteyecek başka bir şey bulamadın mı? Para iste ihsan iste” demiş ise de hoca talebinde ısrar ile:
“Ben elli değnek isterim başka bir şey istemem mademki istediğimi vereceksiniz ferman buyurunuz da bana elli değnek vursunlar” demiş.
Padişah bunda herhalde bir mana olduğunu hissederek hocaya elli değnek vurulmasını emretmiş. Ve emir mucibince imama değnekler vurulmaya başlamış. Değnek yirmi beş olunca yattığı yerden kalkıp elini kaldırarak dur! Diye bağırmış. Bu hali seyretmekte olan padişah bunun sebebini sorunca hoca: “Efendim şerikim(11) var. Nasıf da ona icab eder.” Cevabını vermiş. Padişah hayretle: “Şerikin kimdir?”
“Efendim İncili Çavuş kulunuz. Bizim köyde iken İstanbul’a vasıl olduğumuz zaman padişah bana ne verir ise yarı yarıya paylaşmak üzere mukavele ettik. Şimdi elli değnek nasıfı benim nasıf-ı diğeri onundur.”
Orada hazır bulunan ve bu mukaveleyi istemiş olduğu cihetle imamın değnek talebinde bulunmasını hayretle temaşa eden İncili derhal savuşmak istemiş ise de padişahın işaretiyle kaçmasına meydan verilmemiş. 25 değnek de o yemiştir.
1: sohbet eden arkadaş
2: yerine getirme
3: ölürsen(kısaca)
4: uygun bir süre
5: gülünç şeyler anlatan komik
6: meclis arkadaşı
7: bağış
8: ikiye bölen
9: yaraşır uygun
10: hayrete kapılmış
11: ortak

İNCİLİDEN LATİFELER


1.
İncili Çavuş zamanında Acem’den elçi gelmiş, name (mektup) getirmiş. İncili Çavuş’u elçiye nedim (onunla ilgilenen) tayin etmişler. Bir gün elçi ile İncili bir aradayken ezan okunmuş. İkisi de aptes almak için ayağa kalkmışlar. İncili Çavuş ayağını yıkarken, elçi “Ayağını ne yıkarsın, ayağında poh mu var” demiş. Meğer elçi de bu sırada yüzünü yıkamaktaymış. İncili Çavuş da “Ya sen yüzün yıkarsın, yüzünde poh mu var” diyerek cevap vermiş.
2
İncili Çavuş Acem’e gittiğinde, onunla zenklenmek (alay etmek) için Şah İsmail’in fermanıyla bozuk yumurta ile yapılmış bir yemek ikram ederler. Sohbet sırasında İncili Çavuş, bozuk yemeğin verdiği rahatsızlıkla elinde olmadan öyle bir zarta çeker ki off. Ancak yaptığı işi başkasına atfetmek için derhal arkasına doğru dönüp, “Eğer şah-ı âlişan ile sohbet için elçiliğe sen gelmiş isen. Biz sükût edelim, sen muhterem şahım ile istediğin gibi dilleş, eğer yok bu işle biz görevli olarak biz gelmiş isek. Sen biraz sükût eyle de, biz konuşalım” deyivermiş.

3
Mâlik’i mülk-i Acem Şah İsmail’in Nefes adında bir mahbûbu (sevgili sevilen demek) var imiş. Bir gün yine acem ülkesinde İncili Çavuş’a, “Rûm’da (Anadolu da) mahbûb yoktur cümlesi çirkin görünüşlüdür”, deyince o nüktedan koca Çavuş da “Ey Şahım Rûm’da mahbûb vardır ki en kötüsünün zartası Şahımın nefesinden âlâdır” diyerek onu susturmuş

4
İncili Çavuş bir seferinde Acem Şahı’na vardıkta Şah İsmail sualden sonra “İslambol’da (İstanbul) Farisi bilir kimse var mıdır” demiş. İncili de aman şahım bu ne demek, İslambol’un köpekleri bile Farisi bilip söylerler” diye cevap vermiş. Şah da “Köpekler nasıl Farisi bilip söylerler” diye sorunca Çavuş da şöyle konuşmuş: “Ortalıkta bir laşe görüldüğü zaman köpeklerin büyükleri harrum, harrum deyü bağırır. Küçükleri çend, çend deyü sual ederler. Tekrar büyükleri heft, heft deyü cevap verir. İşte böyle Fârisi söylerler” diyerek Şahı mat etmiş.

İncili Çavuş (D. ? - ö. 1632), Kayseri'nin Tomarza ilçesi Travşın köyünde doğduğu söylenmektedir. 16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk yarısında, I. Ahmet döneminde yaşamıştır. Türk mizah kültürünün önemli kişiliklerinden biridir. Hicri 1042’de (1632-33) vefat etmiştir. İncili Çavuş, Türk mizah kültürünün önemli simalarından birisidir. Kimliği hakkında bilinenler sınırlıdır. İncili Çavuş'a çeşitli bölgeler sahip çıkmaktadır ancak Kayseri'nin Tomarza ilçesi Travşın köyünde - sonradan aldığı adıyla İncili köyü - doğduğu söylentileri daha yaygındır. Esas adı Mustafa Çavuş’tur. 16. yüzyılı ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk yarısında, I. Ahmet döneminde yaşamıştır. Hicri 1042’de (1632-33) vefat etmiş ve İstanbul/Edirnekapı mezarlığına defnedilmiştir. Bir rivayete göre ise, İncili Çavuş'un asıl adının Firuz Ağa olduğu, Kanuni Sultan Süleyman'ın muhasibi olup, 918 Hicri tarihinde vefat ettiği ve Divan yolundaki banisi olduğu Firuzağa Camii bahçesinde medfun bulunduğundan bahsedilmektedir. 1500-1520 yıllarında Trafşin (yada Travşin) köyünde yaşayanlara Firuz Kethüda Cemaati denilmiş olması, aynı zamanda İncili köyü yakınlarındaki bir mıntıkanın Feriz Ağa Yatağı Mağaraları diye ad­landırılmış olması da bu bilgileri doğrulayıcı nitelikte görülmektedir. İncili Çavuş’un iyi bir öğrenim gördüğü, Arapça ve Farsça bildiği, zeki, hazır cevap bir siyaset ve devlet adamı olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Tarihçi Naima tarafından aktarılan tarihi kayıtlarda İncili Çavuş’un 4. Murad devrinde İran’ a elçi olarak gönderildiği, Bağdat’ın işgali dolayısıyla gerginleşen Türk-İran ilişkilerini yumuşatmak amacıyla Şah I. Abbas ile müzakereci olarak karşı karşıya geldiğini ve müzakereler esnasında zekası ve açıkgözlülüğüyle şahı ikna ederek Osmanlılar lehine barış yapılmasını sağladığını kaydetmiştir.
Neden İncili?
İncili lakabı ile ilgili olarak çeşitli söylentiler bulunmaktadır. Bu söylentilerden bazıları şu şekildedir: Abdülbaki Gölpınarlı, Kayseri’de bulunduğu 1933-34 yılında eline İncili Çavuş tarafından şeyhülislama hitaben yazılmış bir Arapça, birde Türkçe olmak üzere iki risalesinin geçtiğini ve bu ciltlerin birinde bulunan iki küçük risalede Muhammed’in adının, İncil’de geçtiğinin bildirildiğini belirtmektedir. Buradan hareketle Gölpınar’lı yaptığı çıkarım ile İncili lakabının bu nedenle verilmiş olacağını yazmaktadır (Türk Ansiklopedisi). Diğer söylentiler şu şekildedir: Düzenlenen bir ok yarışmasındaki başarısı üzerine padişah tarafından kendisine çavuşluk rütbesinin verilerek kavuğuna bir inci takılmasından ya da bıyıklarına inci takarak eğitime çıkmasından kaynaklanmaktadır.

Fıkralarının Genel Özellikleri
İncili Çavuş fıkralarının mihverini genel olarak sarayda ve saray çevresinde bulunan çok renkli tiplerden oluşan insanlar, bu insanların toplum hayatındaki tutum ve davranışları meydana getirmektedir. Onu diğer musahiplerinden ayıran ve fıkralarıyla yaşamasını sağlayan en önemli husus bu fıkralarda sosyal ve insani değerlerin yer almasıdır. Böylece halk, İncili Çavuş’u saray ve çevresini eleştirmek ve gülünç hale getirmek için iyi bir temsilci olarak benimsemiş, bu çevre hakkındaki duygu ve düşüncelerini ifade etmede onu bir aracı haline getirmiştir. İncili Çavuş, padişahın yakını olarak, gördüğü her aksaklığı alaya almış hatta zaman zaman padişah bile onun güldürücü ve iğneleyici sözlerine hedef olmuştur. İncili Çavuş’un kalıcılığını sağlayan da halkın onu benimseme ve sahiplenme duygusudur.
İncili Çavuş'un bürokrat kimliği, fıkralarına belirleyici bir şekilde renk vererek onu diğer mizah karakterlerinden ayıran özelliğidir. Genel olarak fıkralarda ayrıntı yerine bir-iki cümlelik çarpıcı nükteler bulunmasına karşılık İncili Çavuş fıkralarında bu özelliğin görülmemesi, bunların meddah geleneği doğrultusunda bir gelişme izleyerek günümüze ulaşmasında kaynaklanmış olmalıdır. Gerçekten de 19. yüzyıl meddahlarının en çok söyledikleri hikâyeler arasında İncili Çavuş fıkralarının yer aldığı bilinmektedir. Bundan dolayı bazı araştırmacılar İncili Çavuş’u meddah olarak kabul etmektedir.
İncili Çavuş Kültür ve Sanat Festivali
İncili Çavuş’un hatırasını yaşatmak amacıyla, Kayseri’nin Tomarza ilçesinin İncili Köyü’nde 1993 yılından beri her yıl hemşehrileri tarafından kültür sanat festivali düzenlenmektedir. Tomarzalılar, İncili Çavuş'a duydukları sevgi nedeniyle doğduğu köy olan Travşın'ın adını İncili olarak değiştirmişlerdir. Bu şenliğin bir amacı da İncili Çavuş’u tüm dünyaya tanıtmaktır.
Türk Sinemasında İncili Çavuş
İncili Çavuş, Türk sinemasında da konu olarak işlenmiştir. Yönetmenliğini Semih Evin'in yaptığı 1951 tarihli filmde İncili, müzikal bir komedi içerisinde, İsmail Hakkı Dümbüllü tarafından; 1968 yılında yönetmenliğini Nişan Hançer'in yaptığı filmdeyse Saadettin Erbil tarafından canlandırılmıştır.

 

İsmail DETSELİ