Haşim Akın
NE SAĞLAM BİR ÇINARDI
Yıl 1986. Neredeyse bundan 40 yıl öncesi. İmam Hatip Lisesinden yeni mezun oldum. Kardeşim benim mezun olduğum okula kayıt olacak. Ama bu iş o kadar kolay değil. Sınava girmesi lazım. Sınav bir yana kayıt için mutlaka veliyi istiyorlar. Okula gittim daha önceden özel olarak da tanıştığımız bir müdür yardımcısından yardım rica ettim. “Haşim, veli olmadan olmaz” dedi. “Hocam ben varım” dedim. “Seni de kabul etmiyoruz. Yaşın tutmaz, sen hala bizim öğrencimiz sayılırsın” dedi. Babamın ilçede olduğunu biliyor. “Ne yapayım?” dedim. “Dayını getir” dedi.
Mesaj alınmıştı. Nasıl olsa dayının soyadı tutmayacak. Mesaj alındı ama dayı olacak birini nasıl bulacağım? Zihnimi yokladım. Aklıma bir isim geldi. Şimdi rahmeti Rahman'a kavuşmuş, o günlerde bizi hem maddi hem manevi olarak destekleyen, kanatlarının altında yetiştiren Muammer ERDEN hocamın yakın dostlarından Radyocu Mustafa amca vardı. Onun dükkânına gittik. Selam verip İçeriye girdik. Muhabbetle karşıladı “Haşim’im hoş geldin!” Şimdi hesap ediyorum Mustafa amca o sıralarda 60 yaşlarında. Ama biz çocuk muamelesi görmüyoruz.
Derdimi ona anlattım. Düşünmeden tamam dedi. O tamam dedi ama kenarda yine kendisine rahmet dilediğim, “Derviş Dede” diye bir dedemiz var. Aslında benim ne istediğimi, ne yapılması gerektiğini, mevzuyu hiç de anlamadı. Anlamadan hemen araya girdi. “Mustafa’m! dükkânda senin işin olabilir. Bu mollanın ne işi varsa ben hallederim.” Hizmet adamı dediğiniz böyle olur. Konuyu anlamasına gerek yok. Yapılacak bir iş varsa o hemen hazır.
Mustafa amca, “ben hallederim” dedi. Kartal arabasına bindik okula kadar geldik. Bodrum kattaki kayıt bölümüne indik. Hepsi benim eski hocalarım. Birisi muzipçe güldü ve “dayın sizi çok sever değil mi?” diye sordu. Kafa sallayıp onayladık. Okulun muhtelif giderleri için kayıtta yardım istediler. O güne kadar Mustafa amcamız, o gün den itibaren dayımız olan Radyocu Mustafa amcamız çıkarıp cebinden bir şeyler verdi. Rakamı hatırlamıyorum. İşimizi bitirdik. Yukarıya çıktık ben parayı vermek istedim. Onu da almadı.
Elbette sonraki muhabbetimiz, samimiyetimiz devam etti. Biz öğretmen olduk. Konya dışında görev yaptık. Arada bir geldiğimizde müsait olursa dükkânına uğrayıp elini öptük, çayını içtik. Ne de olsa o bizim dayımız. Sonra Konya'ya döndük. O daha da yaşlandı. Her birimiz için çok özel değere haiz olan Muammer hocamız da dünyadan göçtü. Mustafa dayım da rahatsızlandı. Ara ara dükkâna uğrayıp oğlundan bilgi aldık.
Birkaç ay önce bir grupla beraber evini ziyarete gittiğimiz zaman artık yatağında yatıyordu. Her birimize defalarca “Hoş geldiniz, nasılsın? İyi misiniz?” diye sordu. Bundan 40 yıl önce insanların gönülleri geniş, evleri küçüktü. Ama Mustafa dayımın hem gönlü geniş, hem de evi büyüktü. Evinin kocaman bir salonu vardı. Kalabalık sohbetler orada yapılırdı. Tıkış tıkış dolar, herkese yetecek kadar bardağı / çayı olurdu. İki katlı evinin girişinde ayakkabılığa bakan birisi buranın Cami olduğunu zannederdi. Ona göre tasarlanmıştı yani. Ramazanın son on gününde hatimle teheccüt kılınırdı. Bir defada ona katıldığımı hatırlarım. 10 rekât namazda 60 sayfa okunmuştu. O günün imamı da cemaati de ektiklerini biçmek için göçüp gittiler bu fani dünyadan.
Son ziyaretimizde bir duvarında kocaman bir Kâbe posteri olan salonu hatıraları tazelemek için yeniden ziyaret etmiştik. Cumartesi günü bir mesajla irkildim. Mustafa dayım dünyadan göçmüştü. Pazar günü de toprağa verdik.
Her birimiz öleceğimizi biliyoruz. Bu dünyada baki kalmayacağımızı, bir gün gideceğimize iman ediyoruz. Her birimiz bugüne kadar onlarca yakınını veya tanıdığını toprağa vermiştir. Ama bugün Mustafa dayımı toprağa vermek ayrı bir hüzündü. Düşününce ne çok hatıralar varmış. Gani gönüllü bir insanmış. Aramızdaki yarım asra yakın yaş yakın farkına rağmen çocuk muamelesi yapmadı bize. Onların yanında edebi, terbiyeyi öğrendik.
Mustafa dayımın bana yapamadığı bir tek şey kalmıştı. Bir sohbet esnasında BİR KONUDAN BEHSEDİLMİŞTİ. Eski aslanlı kuşlarının yanında, üçler mezarlığına bitişik olan HACI VEYS camii var. Konyalılar iyi bilirler. Merhum Hacı Veyis Hoca Efendinin uzun yıllar bu caminin minaresinin şerefesinde öğrenci yetiştirdiğini anlatmışlardı. Müthiş bir şeydi bu. Kur'an okuyan eksilmesin diye eşsiz bir özveri ve fedakârlıktı. Askerlerin adım adım kendisini aradığı Hoca Efendi, kışlanın yanı başındaki caminin taş minaresinin şerefesini medrese olarak seçmişti.
Mustafa dayım, bu sohbetin üzerine “Ah Haşim’im! Hepsini bilirim. Orada okuyanlar benim arkadaşlarımdı” dedi. Ben heyecanla “ne olur beni onlardan birileriyle tanıştırır” dedim. “Hiçbiri hayatta kalmadı. Hepsi göçtü dünyadan” dedi. Hacı Veys hoca efendinin -Allah hepsine rahmet eylesin- verdiği büyük mücadelenin yıllarını tahmin ediyorsunuz.
Caminin taş minaresine şerefesinde öğrenci yetiştirerek hocalığın şerefini nasıl kurtardığına şahit olmuş tarihten bir yaprak daha düştü. Gerçi Hacı Veys efendinin o halini anlatırken gizli bir yerde Kur'an öğrendiklerini, sokakta nöbetçilik yapan arkadaşlarının oyuna dala kaldığını, Jandarma basınca herkesin bir yere kaçtığını anlatmıştı. “Ben de nereye girdiğimi bilmiyordum. Meğer tavuk kümesine girmişim. Tam bir gün tavukların arasında oturdum” diye de ilave etmişti masum bir gülümsemeyle.
Musalla mezarlığında en çok sevdiğim “cennet çukuru” yakınına defnettik.
Mustafa dayıma bir Fatiha okursunuz değil mi?