Öksüz kuzuların gölgeliği: Körpe Taşı
Öksüz körpe yavrular, akşam davar ağıla gelince yavrusu ölmüş veya çok sütlü diğer koyun keçilerden emzirilirmiş. İsmail Detseli yazdı..
İsmail DETSELİ
Yukarda kullandığım başlık beni yıllardır düşündürdü, acaba bu taşın adı niçin “Körpe Taş” diye. Genelde Anadolu köylerinde arazilerde ve köy içerisinde enteresan yer isimleri vardır. Örneğin “bugün filanca yere ekin biçmeye gidelim” veya “filanca ormana odun kesmeye gidelim” ya da filanca “..yere davar otlatmaya gidelim” derler köylüler ve o yerde buluşulurdu.
Bizim köyümüzün bazı yazılarımda da bahsettiğim gibi bir dağ tarafı bir de ekili arazinin bol olduğu tarafı vardır. Onun için anlatacağım bu “Körpe Taş” dağ tarafında davar ağıllarının ve ormanın yaban armutlarının, alıçların, meşelerin kaynak suların, sarnıçların, gaklıkların(1) hülasa yaban hayvanlarının da bol bulunduğu bir mevkiidir.
Buranın başka özellikleri de vardır. Mesela o Körpe Taş tarafına giden yol üzerinde bir yer var ki oraya “Ağıllar Gediği” der köylüler. Buranın en çok bilinen özelliği üç tane boğazın birleştiği bir vadiyi bir boğazda bağlar. Onun için çok şiddetli bir rüzgar karşılar sizi daha geriden varırken. Buraya varmadan daha gerilerde Harman Kaya, Künk Açığı (2) Ahmatlar Çayırları, Gözet Taşı; solunda Müskümürt Gediği; karşımızda görkemli Alisumas Dağı’nın meşeli ve sarp etekleri… Hülasa anlatmak istediğim yerler harika birer doğa parçası.. Burasının köylüler arasında bazen esprilere bile konu olduğu olur. “Ne soğuk esiyor yahu Ağıllar Gediği’nin rüzgarı, insanı şeytan çarpığına döndürüyor” filan diye söylenir.. Burada bu gediğin bir hikayesini kısaca anlatmasam yazı eksik kalır…
Bir köylümüz bu köyde yıllarca yaşadıktan, çalıştıktan sonra gurbete gider. Aradan on yıl geçer, köydeki bir ahbabına mektup yazar. Selam kelamdan, hal hatır sormadan sonra şöyle der: Gurbetli vatandaş gardaşım çok marak ediyorum, o Ağıllar Gediğinin örüzgarı (rüzgar) hala öyle gıcıl gıcıl eser mi?.. Bu merak, buranın önemini anlatmaya yeter sanırım.
Neyse biz gelelim Körpe Taş hikâyesine.. Bu yörenin olduğu yerde birkaç tane ağıl var.. Bu ağılarda baharın davarlar otlatılıp mallar hıfz edilir ve döl alınır. Yani keçi ve koyunların yavrulama zamanında bu ağıllarda olur köylüler ve sadece üretim, kuzu ve oğlakları iyi korumak ve yetiştirmek için buraların kahrını kar yağmur ve çamur demeden çekerler.
Boğazın girişine göre sağı solu kayalıklarla ve ormanlarla yükselen bir vadi… Coşup akan bir derenin kenarı derenin uzunluğu 4-5 km var, ormanlardan aldığı soğuk berrak suları köyün sulanacak arazisine bırakır.. Hatta içerisinde barındırdığı kaynak suları ile de köyümüzün içme suyunun getirildiği bir boğaz ve dere vardır…
Buraya köyüler Körpe Taş derler.. Ben bu taşın neden körpe olduğunu merak ettim. Geçenlerde köyün en yaşlısı sayılan ve o ağılın benim zamanımda genç sahiplerinden olan bir amcaya “yahu amca buraya neden Körpe Taş derlerdi buranın bir efsanesi geçmişi var mı” deyince, o akıllı gün görmüş seksenlik bilge amca “guzum oraya Körpe Taş değil Körpe Taşı derdik. Bizim köylüler hep yaptıkları gibi sonradan bu kelimeyi kısaltıp Körpe Taş deyiverdi ve adı öyle kaldı” dedi. Bu taşın adının bir hikayesi olup olmadığını sordum. “Olmaz mı tabi var” dedi. “Öyle boşuna söylenmiş hiçbir yer ismi yok” dedi bilge ve devam etti “Mahmut Öldüğü Boğazı, yok Murat Oturduğu yok Gedik Yatağı gibi yerler her biri birer yaşamdan veya efsaneden almıştır ismini” Ben de “Öyle ise telefonla olmaz, bunu yanına geleyim de orada anlat bana” dedim “olur” dedi. Ve ilk fırsatta “Körpe Taşı”nın hikayesini dinlemeye gittim. Taş şekil itibarıyla yukarıdan öne doğru çelenli, altında birkaç tane koyun ve keçiyi muhafaza edecek kadar yüksekçe ve geniş bir kaya idi ama tabi bahsettiğim ağıllara biraz uzak mesafede ve ağıllardan da iyi görülebilir bir çevresi vardı.
Bilge adam “Bu taşın altına bizler anası ölmüş veya anasını kurt kapmış kuzu ve oğlakları ufaktan taşlar ile çevirip bir yer yapardık. Akşama kadar muhafaza olmaları için bırakırdık ve o yavrular orda yatırlardı. Öksüz yavrular ile bazen anası olup da sürüye uyamayan yeni doğmuş yavruları da koyardık. Onları ağılda kalan analarımız, eşlerimiz uzaktan da olsa takip ederler bir başka kurda kuşa yem olmaması için gözlerini ayırmazlardı. Onca işlerinin arasında ne kadar takip edilebilirse artık. Akşam davar ağıla gelince o öksüz körpe yavruları yavrusu ölmüş veya çok sütlü diğer koyun keçilerden emzirir yaşamlarının devamını sağlardık. Ondan dolayı bu taşa Körpe Taşı denirdi” dedikten sonra şöyle geçmişe gider gibi oldu uzunca süre daldı ve başladı anlatmaya.
“Buranın böyle Körpe Taşı olması da kolay değilmiş canım. Bazı anlatılan efsaneler de var tabi bura hakkında” dedi. “Nedir mesela” diye merakla sordum. Devam etti “Anam irahmetli anlatırdı. Buraya bir gün çobanlardan biri, bir öksüz oğlak bir de kuzu koymuş ve davarını otlatmaya gitmiş. Akşamüzeri dönüşte onları yerinden çıkaracak ağıla getirecek sütlü koyun ve keçilerden onların karnını doyuracak, sabaha yine oraya bırakacak kuzu veya oğlak kendine gelip karnın doyuruncaya kadar bu şefkate ihtiyacı olurdu. Bu çobanların genelde hep yaptıkları işlerdendir. Hatta dağlarda bile döl alma zamanında bir çok koyun keçi yavrulayınca çoban hepsini taşıyamaz veya ilgilenemez onun için arazinin belirli bir yerinde bir taştan küme, yani ufak ağıl yaptığı gibi bir iki tanesini orada bırakır, akşam gelirken veya yanına yardım için gelen eşi veya kardeşi ile alıp ağıla gelirlerdi. Onun için baharda bu ağıllarda döl alması hali meşakkatli ve zor olurdu..” O anlattıkça anlatıyordu...
“Gelelim bizim çobanın anasının anlattığı efsaneye: Sabah oraya bir oğlak bir de kuzu bırakan çoban daha akşam ağıla dönmeden köyden gelen bir acı haber ile aniden bir başka çobanla yerini değişir ve o çobana görevi devreder, köye gelir ama o Körpe Taşı’nın altındaki öksüz yavrulara bakmasını arkadaşına tembih etmeyi akıl edemez. Yeni gelen çoban o yavrulara bakmaz, yavrular öbür. Çoban köyden işlerini bitirip dönünceye kadar 8-10 gün kalırlar Körpe Taşı’nın altında. Çoban köyden döner keşiği değişiriler. Gece ağılda yatarken bir kurt uluma sesi duyar, birde oğlak meleme sesi.. Uykulu mahmur gözlerle uyanır, dikkat kesilir dinler, sesin geldiği tarafa döner, ses o Körpe Taşı’nın tarafından gelmekte. 10 gün evvel yaptığı hata aklına gelir ve sıçrayıp yataktan kalkar. Bu durumu gören hanımı veya anası onun adeta çıldırdığını zanneder, “ne oldu?” diye sorar. “Öbür çoban falan keçinin oğlağı ile kurdun kaptığı falan koyunun kuzusunu hiç doyurdu mu?” diye sorar Kadın “bilmem söyledi isen doyurmuştur, söylemedi isen nereden bilsin” deyince “pekiyi de siz bu körpelere ne oldu diye hiç sormadınız mı?” der yine “yooo” der kadın hemen adam Körpe Taşı’na doğru koşacak olur, kadın onu engeller, “gel gel sen gideli on gün olmuş oğlak kuzu mu kalır bu zamana onlar çoktan ölmüşlerdir” der ve adamı o içerisindeki acısıyla yatağına yatmasını sağlar. Ama adamın gözüne bir türlü uyku girmez, çünkü yavruların meleme ve kurtların uluma sesleri kulağından gitmez ve kalkar körpe taşına doğru koşar ve tam taşın yanına yaklaşınca bir kurt horultusu, bir diş çatırtısı duyar. İrkilir ve bakar ki kocaman kurt, bir koyunun boğazından tutmuş orada yatıyor, bir oğlak ile bir kuzu o koyunu emiyorlar.
Adam hiç ses çıkarmadan geri gelip ağılın ıssız bir köşesine oturup bu müthiş olayın sonucunu beklemeye başlar. Bir müddet sonra kurt, eti için canını verdiği aldığı, fıtratında hayvan yemek olan ve dağlarda akşama kadar onları kapmak için köpek ve çobanlarla köşe kapmaca oynadığı koyunu, kuzuyu ile oğlağı emzirdikten sonra yine boynundan tutmuş ağıla getiriyor.
Anlatılan efsaneye göre bu kurt, çoban köyde olduğu müddet zarfında hep böyle koyun keçi getirip o körpe yetimleri emzirmeye devam etmiş. Bir gün bir keçiyi bir başka gün bir koyunu alıp gitmiş. O kurt analarını yiyerek yaptıklarını sanki telafi edercesine bu koyunları ağzıyla götürüp o yavruların süt emmesini sağlamış..
“Bunları sonradan keçinin ve koyunun boynundaki yaralardan öğrendik” dermiş anacığı.
İşte bu Körpe Taşı’nın hikâyesi burada böyle biterken beni bir düşüncedir aldı. Ben de derin bir düşünceye daldım. Hala o anaların anlattığı efsanenin etkisindeyim. O günün iletişim yokluğu, gelir kıtlığına rağmen insanlardaki insani duyguların varlığı, vicdani duygular o kadar sağlam yer tutmuş ki; şimdi bugüne bakın.
Günümüzün bazı insan diye yaratılmışları bu bilgi çağında bu bolluk ve bereketler içerisinde Allah’ın yarattığı kendisi gibi insan olanlara yaptıkları, bomba ile kurşun ile mayın ile masum insanları öldürdüklerini, kimi yavruları yetim-öksüz bıraktıklarını, düşünün. Bir de azgın kurdun kuzulara oğlaklara gösterdiği anne şefkatini… İnsan bazen bu kadar vahşi olabiliyor. Modern insanın içine daha çok öldürmek daha çok kan akıtmak duygusu nasıl yerleşti insan anlayamıyor. İslam dünyasında kafirin akıttığı kanların ne gerekçesi var.. Günde yüzlerce insan ölüyor, binlerce çocuklar yetim kalıyor. İşte kimi insanlar o yırtıcı canavarlardan daha cani daha kan emici olmuşlar. Allah şuur versin, vicdan, merhamet eğer vermiyorsa bu insanları kahretsin diyeyim..
Dipnotlar:
(1)Gaglık: Kayaların üzerinde oluşmuş olan çukurlukların su tutması ile kurak günlerde çobanların ve kuşun kurdun su ihtiyacını gören yerler.
(2) Künk Açığı: Vadiden köyümüze gelen içme suyu hattında 3 km. sonra suyun daha iyi isale edilmesi için su yolunda açık bırakılmış bir yer. Sonraları burası yeni teknikler kullanılarak kapatıldı