Örtünüşleri kadın gibi elleri erkek eli

Örtünüşleri kadın gibi elleri erkek eli

Israrla tekrar ediyordu gelin hanım kaynanasına: “Örtünüşleri kadın gibi elleri ise erkek eli”… İsmail Detseli'den bir hatıra...

Israrla tekrar ediyordu gelin hanım kaynanasına: “Örtünüşleri kadın gibi elleri ise erkek eli”… Gülsüme kadın ise hala o eski misafirperverlik içgüdüsünü yenemiyor, saflığına devam ediyordu.  “Bunlar iyi insanlara benzemiyorlar, sanırım hainlik düşünen kötü niyetli birer erkek bunlar anacığım” diyor ama o yine de “süs siydivakkasına oğrayasıca, misafiri sevmediğini gayrım iyice dışına vurmaya başladın, sen garışma benim işime. Ben ilgilenirim misafirlerle. Garınlarını da doyururum git nere gidersen” deyip onu havlunun batı tarafında oğulları için yaptırıp güveyi kattıkları eve mutfaktan çıkarıp, elinde sabi oğlu ile gönderdi ve…

 

Sene 1950 veya 1951’di…Konya’da yaşanmış bir olay diye anlatılmıştı anamız babamız tarafından bizlere ve bundan böyle evimize gelen yabancılara daha çok dikkat edip kimlikleri hakkında bilgi sahip olmadan eve almamamız önerilirdi.

 

Bir gün babam köy ormanından kestiği odunları merkeplere yükleyip satmaya gitmişti şehre… O sabah erkenden yola çıkmıştı, sebebi ise 40 kilometre kadar yayan yürüyerek gittiği şehirden akşam olmadan odunları satıp geri köye dönmekti... Çünkü şehirde bir gece konaklamak demek 50 krş, kendisi için han parası 25’şerden, 50 kuruş da merkepler için ahır parası; etti bir lira… Yemeği azığından yediğini hesaplarsak bir lirası yine boşa gitmiş sayılırdı. Paranın çok değerli olduğu yıllardı, çünkü iki merkep yükü odun ikişer buçuk liradan beş lira tutacaktı. Bu mesarif demekti geçimini güç sağlayan insanlar için.

 

Vakit geçtikçe bize uyku mahmurluğu çöküyor, anam rahmetli ise sofrayı bir türlü önümüze koymuyordu. “Hadi ana yemeği yiyelim” deyince de “durun guzularım az bekleyin babanız size şehirden şehir güdüğü getirecek, beraber yiyelim, az sabredin olur mu” diye bizi bekletiyordu. (Şehir güdüğü kiloluk şehir ekmeğiydi) İştahla babamızı biraz daha bekledik, şehir güdüğü konu olunca sabrımız artıyordu. Nihayet babamız geliverdi, ortalık iyiden iyiye kararmıştı. Sevinçle karşıladık ablam, ben ve merhum ablamın sırtına sarılmış olan küçük kardeşimiz.

 

BABAM SIKINTILIYDI

 

Babam bizlere güler gibi görünse de o gün çok tedirgin ve sıkıntılı olduğu belliydi… Durumundan anam korkarak “ne oldu herif, kötü bir şey mi oldu” diye ısrarlı sorularına anamın babam “Yok bir şey garı. Hadi şimdi hayvanları yerlerine bağla, yemlerini ver gel… Yemeğimizi yiyelim sonra anlatırım olanları, şimdi anlatsam iştahımız kaçar” diyordu. Oysa anamızdan önce bizler merak ettik ve yemeği yedik, yatmak için gitmedik yataklarımıza ve babamın anlatacaklarını dinlemek üzere merakla beklemeye başladık…

 

ANLATMAYA BAŞLADI

 

Babam yemekten çekildi. “Yarabbi çok şükür verdiğin nimetlere bereketlere” diye dua etti, “Çocuklarda şehir güdüğünü yeyince sevindiler değil mi karı” dedi. Anam, “Sağol herif tabi sevindiler, zaten seni beklediler bu saate gadar, yemek bile yemediler şehir güdüğü yiyeceğiz diye. Yoksa uyurlardı şimdiye gadar” derken babam başladı anlatmaya… “Sorma gadın bu gün bir olay dinledik, gonya’da meydana gelmiş, goca şehirde yer yerinden oynamış, hatta belki de biz köylülerin başı yanacak” dedi.

 

“Ne olmuş ki hayraola dedi” anam. Babam anlatmaya başladı:

Bu gün odunları iş bangasının garşısında bir eve sattım, tam eşekleri sattığım evin önüne yıktım, baldız ile bacanak karşıma geliverdiler (bunlar Mevlana civarında oturan anamın teyzekızı Nadire ve eşi Silleli Berber Hüseyin idi.) Onlar anlatıverdiler şöle ayaküstü. Deyzengilin mahallesinde meydana gelmiş olay, onlara da Hilmi ağan anlatmış (onlar da anamın teyzesi ve oğlu Hilmi idi, at arabacılığı yapardı Aydoğdu mahallesinde.) O sıralarda Aydoğdu filan kırsal sayılırdı Konya’da. Şimdi Konya hudutlarında olan çok köyler var, her taraf şehir oldu çıktı. Anam tekrar sordu: “Ne olmuş ki Aydoğdu’da deyzeme filan bir şey mi olmuş yoksa herif?” babam, “Yok garı yahu deyzen filan değil, dur bekle anlatacağım. Bir soluklanayım daha yeni gendime geliyom. Onca yol gettim geldim zabahtan beri avrat” dedi.

 

Anam sustu ama deyze olunca sözlerde merak ya yine üsteledi “anlatsana herif çatlayacağım yahu”. Babam usul usul anlatmaya başladı:

 Deyzen gilin evine yakın oturan bir aile varmış, bir ihtiyar garı bir de gelini görpe çocuğu ile… Tazenin gocası iki ay gadar önce eskere getmiş, bir akşam vakti el ayak çekilirken üç tane çarşaflı gadın gelip evlerinin gapısını çalmışlar. İhtiyar nine açmış gapıyı ve samimi güler yüzlü bir ifadeyle “buyurun ne istersinizzz” demiş. Saf iyi niyetli Anadolu gadını… Onlar ise köylü olduklarını, merkeplerini demir yolu kıyısında yayarken kaybettiklerini, araya araya bu zamana kadar bulamadıklarını, çok yorulduklarını, bulamayınca akşam oluverdiğini ve eğer kabul ederlerse bunlara tanrı misafiri olacaklarını söylerler. Ve erklerlerimiz hala daha eşşekleri arıyorlar…

 

Bulurlarsa onlar handa yatacaklar (güya) sabah gombinanın (EBK)önünde birleşip köye gideceklermiş (ifadeleri böyle) . Bunları can kulağı ile dinleyen saf gadın “buyurun gardaşlarım hoş geldiniz, heç misafir almaz olur muyuz başımız üstünde yeriniz var. Bizim de oğlumuz eskere getti bir gelinim var bir de torunum. Biz bizeyiz işte buyurun Allah ne verdiyse yer içeriz yatırız; buyurun buyurun” der ve çok sevinir gelenlerin misafirliğine. 

 

Bunları eve alan ihtiyar kaynana hemen mutfakta yemek yapmakta olan gelinine sevinçle koşar, müjdeyi verir: Gelinim üç tane gadın eleyağsa (çaresiz) yolda galmışlar, misafir oldular bize… Pek de garibanlar gel sende bir hoş geldiniz de ellerini öp hay gelinim”. Gelin mutfaktan eve gelir, şöyle geriden gelen misafirleri bir süzer ve hemen “hoş geldiniz” der ellerine varır. Ellerini öper ama birden de ürperir, durumu pek de belli etmez, hemen dışarı çıkar, kaynanası Gülsüme gadını kolundan tutar, mutfağa doğru sürükler ve gizlice ona şunları söyler: “Güzel anam, gadın anam ben bunları heç gadına benzetemedim, çarşafları bürgüleri gadın gibi amma elleri çok soğuk be…

 

Sert erkek eline benziyor valla ben bunlardan şüphelendim.” Gülsüme gadın geline fena kızar, hatta “seni tembel misafir sevmez cimri seni iki gap tabak fazla bulaşık yıkayacam deyi evimin gelenini gidenini guruttun. Yeter artık” der. İki de sırtına yumruk atar ve mutfağa yollar. Gelin bu işe çok kızar amma bir şey de diyemez, akşam vaktidir çaresiz anaya babaya da gidemez, bırak ana babayı o yılarda komşu evleri bile birbirine uzak, koca avlular içinde birer ufak tefek yer evler, bu konuda zaten gomşulara hiç gitme şansı yoktur, iftiradan da gorkar taze gelin yazık. Mecbur sineye çeker başa gelen çekilir… “Allah hayır etsin” der sofrayı hazırlar gelir. Yemekler yenir, biraz sonra gelin leğen ibrik getirir ve “ellerinizi yıkayın” der “gaç biz öyle silivirdik, yıkamaya gerek yok” der misafirler.

 

Gelinin korkuları gerçektir. Hepsi güya abdest almışlardır, namaza duracaklar. Gelin Hasibe ayrı bir odaya namazlıkları serer ve perdesini kıyadaladığı odanın garşından bahçeye bakan taraftan bunları seyreder. Hiç birisi de namaz kılmazlar, gelin yine kaynanasını kenara çekip durumu yine izah eder ama yine de Gülsüme gadın ısrarla gelini azarlar, “Küçük çocuğunu da eline verip havlunun batı tarafına yaptırdıkları eve gidip yatması için gönderir ve hemen gelip misafirlere de gelini çekiştirmeye, ondan acınmaya başlar. “Gardaşlarımız onun gussuruna, savat surat edişine bakmayın gocası esker olalı biraz daha değişti. El gızı değil mi birez nazlı oluyor işte, hazar sizin de başınızda vardır”. Gadınlardan birsi “varsın getsin sen varsın ya yanımızda yeter biraz oturur biz de yatarız zaten akşama gadar eşek aramaktan ayaklarımıza gara sular endi yorgunuz” der, yatırlar.

 

Her şeyler uykuya çekilip gece vakti olunca çarşafları çıkartan zalimler evin ihtiyar gadınının üzerine çullanırlar. Korkuyla gözünü açan Gülsüme gadının ilk anda gelininin dedikleri aklına gelir ve avazı çıktığı gadar “gelin gaç senin dediğin doğruymuş” der. Ve hemen gadının ağzına yastık basarak zavallıyı öldürürler. Evin içini dışına çıkarırlar ve bir tanesi de gelinin evine gider ve gelini aramaya başlar. Bu sırada durumdan şüphelenen gelin evin arkasına çıkmıştır, çünkü bunlardan iyice korkmuştur. Zalimler evde gelini bulamayınca sağa sola koşuşmaya başlarlar, o sırada evine gitmek için oradan geçmekte olan bir adamı tutup boğazını sıkarlar ve bir kadın görüp görmediğini sorarlar.

 

Adam kucağında bir çocukla bir kadının demir yoluna doğru gittiğini söyler ve adamın kafasına şiddetli bir sopa vurup bayıltırlar ve adamı yoldan evin bahçesine çekiverip, doğru gelinin peşinden giderler. Çocuğu ile kaçmakta olan gelin hemen tren raylarının arasına yatıverir. Ama ne var ki bu sefer de çocuk ağlamaya başlayınca zalimler gelinin yerini tespit ederler… Gelin yine kaçmaya başlar. Tam bu sırada gelinin iyice takati kesilir adamlar tam tutacak Allah’tan o anda tren gelmektedir, bunlar trenin bir tarafında gelin öbür tarafında kalırlar… Derken gelin tam tren vagonları biterken ardından trene atlar biner, bu atlayışta gelinin çocuğunun başı demire çarpmıştır. Gelinin böyle bir hareket yapabileceğini akıl edemeyen zalimler orda kalırlar ve geri gelip evde işlerine yarayacak şeyleri alıp kayıplara karışırlar, asıl emelleri olan geline tecavüzmüş ama onu da gerçekleştiremezler.

 

ÇOCUĞUN ÖLDÜĞÜNDEN HABERİ YOK!

 

Artık Mersin tarafına giden trenden şehir dışında bir yerde atlar, gece korkudan tir tir titremekte olan kadın çocuğunun ölü olduğunu bilmeden çocuk ile sabahlar bir yerlerde.

 

Sabah perişan olan evlerine birilerinin yardımı ve himayesi ile gelir. Olay duyulur, candarma-polis her yerleri sarar, soruşturma derinleşir. Gelin gece kadın kılıklı adamların “eşeklerimizi kaybettik dediler” deyince olay o yıllarda köyden akın akın Konya’ya gelip giden köylüler üzerinde yoğunlaşır. Ve yolda önleri kesilen eşekleri ile odun patates soğan gibi metalarını satmaya şehre gelen köylülerin önleri kesilerek yanlarında bulunan cefaya ve saldırıya maruz kalmış olan geline teşhis edebilmesi için köylüler saatlerce bekletilir… Fakat bunların içersinden kimseyi tespit edemez gelin hanım.

Meğer o gün babamları da sorgulamışlar yolda, bir hayli bekletmişler, geç vakte koymuşlar, babamın moral bozukluğu ondanmış.

 

O anlattı olayları, anam ve bizler dinledik… Ondan sonra çocuk ruhumuzda büyük tahribat yapan bu olayın etkisinden günlerce geceleri uyku uyuyamadık. Babama her şehre gidip gelişinde olayı sorduk, “Bbaba ne oldu acaba o zalimler bulundu mu” diye. Nihayet babam 15-20 gün kadar sonra yine Konya’ya gitmişti, dönüşünde rahmetli Nadire teyzemi ve rahmetli Hüseyin eniştemi de köye getirdi Konya’dan. Akşam yemeklerini yedik, hoş beş ve hasret gidermelerden sonra günlerdir merak ettiğimiz canileri sordu anam teyzem rahmetliye.

 

O şöyle dedi: Gardaşım bizler köylüyüz, sakın bir daha bu çocukların yanında bu tür felaketle sonuçlanan olayları anlatmayın… Onların benliğinde yer eder bu tip vakalar, o zalimler bulundu cezalarını çekecekler. Konyalı değillermiş, başka şehirlerden Konya’ya gelmişler, günlerce böyle kırsaldaki aileleri takip etmişler. Bunlar esrayıl (esrar) içen, içkici, sarhoş melunlarmış…

Şimdi mahkeme oluyorlar, yakında cezalarını bulurlar bir daha da golay golay  mapustan çıkamazlar gayri…

 

Bize de “guzum siz de böyle şeyleri düşünüp üzülmeyin, bunlar böyük şeherlerde olur şeyler” diye bizi teselli etti de gönlümüz biraz rahatladı. Ben de bu 50-55 senelik anıları şimdi siz okurlarımla paylaşıyorum… Şimdi günlük olay haline gelen bu tip vakalar, o zamanlar az yaşanırdır… İletişim yokluğu dolayısı ile halk pek fazla duymadığı için yörelerde çok etkili sonuçlar doğurur, infiale yol açardı. Allah şerlerden ve şerlilerden hepimizi korusun. Saygılarımla…