Osmanlı gazî devleti olarak doğdu
Halil İnalcık'a göre "Boğazların ötesinde bir Osmanlı yerleşmesi olmasaydı, Osmanlı Devleti öteki beylikler gibi küçük bir Türkmen devleti olarak tarihe karışacaktı."
Ali Ayçil'in kitap eleştirisi
Siyasete, diplomasiye, olaya ve kahramana odaklı geleneksel tarih yazımı, kimi eleştirilere rağmen, 20.yy'ın başlarına kadar geçmişin anlatımındaki merkezi yerini korudu. Kahramanın yüceltildiği, olayların etki alanının abartıldığı, siyaset ve diplomasinin belirleyenlerinden arındırılarak bizzat bir neden haline getirildiği bu geleneksel bakış, halen daha popüler algıya da hitap eden bir yöntem olarak varlığını sürdürüyor.
Ancak 20.yy'ın başlarında, tarihi olayları etkileyen faktörlerin bütününü dikkate alarak, geçmişin hikâyesini yeniden kurmayı amaçlayan bilimsel çabalar, yeni bir tarih yazımının önünü açtı. Bu dönemde temelleri Marc Bloch ve Lucien Febvre tarafından atılan Annales Okulunda tarihsel olayların ortaya çıkışını etkileyen sosyal, ekonomik, psikolojik, antropolojik vb unsurları dikkate alan bir yöntem geliştirildi. Annales Okulu'na göre tarihsel bir olay, onu mümkün kılan karmaşık bir sürecin kıvam bulmasıydı ve hadisenin anlaşılabilmesi için, arka planındaki o karmaşık sürecin çözümlenmesi gerekiyordu. Bu çözümlemede belgenin önemi tartışılmazdı!
Türkiye'de de Fuad Köprülü, Ömer Lütfü Barkan, Mustafa Akdağ gibi tarihçilerin temelini attığı yeni tarih yazıcılığı, yalnızca geçmişe değişik bir bakışın önünü açmadı, farklı bir tarihçi kuşağının da ortaya çıkmasını sağladı. Bu kuşağın önemli temsilcilerinden biri olan Halil İnalcık, Emine Çaykara'nın kendisiyle yaptığı nehir söyleşide, araştırmalarında yer yer Marksist vb tarih görüşlerine başvursa da, Annales Okulu'na yakınlığını özellikle vurgular: "Tarihçiyim ben, tarafsız olmaya çalışırım. Benim için belgeleri objektif bir metotla tahlil ederek tarihi gerçeği formüle etmek esastır. Ben doktriner bir tarihçi değilim, daha çok Annales ekolünün bakışını benimsiyorum." İnalcık Hoca'nın, İş Bankası Kültür Yayınları tarafından "Devlet-i Aliyye" üst başlığıyla ilk cildi neşredilen "Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar" ı da, belgeye dayalı tarihçiliğin ve Braudel'den mülhem "Total History" nin merceğinde şekillenen makalelerden meydana geliyor.
İnsanlık tarihi en dingin zamanlarda bile kimi ritim bozukluklarından kurtulamamıştır. Bu ritim bozuklukları zaman zaman artmış, siyasal, ekonomik, sosyal yapıları ciddi bir biçimde etkilemiş ve zamanın gövdesi yeniden şekillenmiştir. Ancak sonradan bakıldığında net bir biçimde görülebilen bu gömlek değiştirme dönemleri, doğal olarak geleceğin tarihini de bir biçimde belirlemiştir. Türklerin 11.yy'da Anadolu'ya, başka bir deyişle Ak Deniz havzasına inişleri ve bu güçlü kültür çevresinde kök salmayı başarmaları, Yakın Doğu, Balkanlar ve Avrupa Tarihinin sonraki yüzyıllarını belirleyen bir gelişmeydi. Hem Selçukilerin Anadolu'yu yurt tutma, hem de Osmanoğullarının bir boydan büyük bir imparatorluğa dönüşme serüvenleri, halen daha tarih araştırıcılarının önemli başlıkları olmaya devam etmektedir. Geleneksel tarih anlatımının dışına çıkan yeni tarih yazıcıları, bu dönemlere her eğilişlerinde belge sıkıntısıyla karşılaşmış, olayların arka planını ve seyrini çözümlemekte güçlük çekmişlerdir. Ancak zaman içinde yeni belgelerin, bulguların ortaya çıkışı tarihçinin işini nispeten kolaylaştırmış, modern tarihçiliğin imkânları yeni analizler yapmaya olanak tanımıştır. "Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar" da da, bir belge adamı olan İnalcık'ın seyreltilmiş Osmanlısını okuyoruz.
Devlet'i Aliyye (Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar -I)nin ilk cildi, "Kuruluş ve Klasik Dönem" (1300 - 1606) ve "Devlet, Toplum, Ekonomi" üst başlığıyla, iki bölüme ayrılmış. İnalcık, ilk bölümde, Osmanlı devletinin siyasi bir varlık olarak ortaya çıkışını, dönemin koşullarını ve bir beylikten imparatorluğa dönüşme serüvenini, ikinci bölümde ise nüfus, devlet hukuku, toplumsal yapı ve ticaret gibi konuları ele alıyor. Osmanlı'nın kuruluşunun anlatıldığı ilk dönemde "gâza ideoloji"sine özellikle vurgu yapıldığını görüyoruz; gaza bir bakıma Osmanlıların Beyliğinin çekirdeğini meydana getiriyor.
Şöyle diyor Halil İnalcık: "Osmanlı Devleti bir gazî devleti olarak doğmuş ve bu geleneği sürdürmüştür. Fatih Mehmed, 1461'de Trabzon dağlarına yaya olarak tırmanırken şöyle demiştir: 'Bu zahmetler Allah içindir. Elimizde İslam kılıcı vardır. Eğer bu zahmet ihtiyar etmesevüz, bize gazi demek lâyık olmazdı.' Osmanlı hükümdarları Orhan'dan itibaren 'gaziler sultanı' (sultana'l guzât va'l - mucâhidîn) ünvanını benimsemişlerdir. Menşeindeki uc gazi geleneği, Osmanlı'nın bütün tarihine hâkim olmuştur..." Batıdan Haçlıların, doğudan Moğolların saldırılarıyla bitkin düşmüş Andolu'nun batı ucunda, zayıf Bizans'ın sınırında adım adım yol alan gazilere Alpler ve nökerler de gönülden destek verecektir. Bütün bu savaşçı unsurların kazanımlarını "örgütleyici öğeler" ise, Ahiler ve Fakılardır...
İnalcık'a göre "Rumeli'de yerleşme, İstanbul'un fethi gibi, tarihte yeni bir dönem açan bir olaydır. Boğazların ötesinde bir Osmanlı yerleşmesi olmasaydı, Osmanlı Devleti öteki beylikler gibi küçük bir Türkmen devleti olarak tarihe karışacaktı." Denizin karşı yakasına geçmek Osmanlı'ya ciddi bir yayılma, güçlenme imkanı verecek, beylik Anadolu ve Balkanların en büyük gücüne dönüşecektir. Ancak İnalcık, Balkanların bu dönemde içinde bulunduğu dini ve siyasi kargaşanın, Osmanlı ilerleyişini kolaylaştırdığını vurgular. Devletin ilk merkeziyetçi imparatorluk girişimi, Yıldırım Bayezid zamanına denk gelir. Bayezid'in Timur'a esir düşmesiyle bu girişim ancak Fâtih Mehmed döneminde, fetihten sonra gerçekleştirilebilmiştir. Fetih II. Mehmed'i sadece İslam dünyasının en şanlı hükümdarı haline getirmemiş, onu Roma İmparatorluğunun da mirasçısı yapmıştır. Halil İnalcık, 1466 da G. Trapezuntios'un genç sultana söylediklerini şöyle aktarıyor: "Kimse şüphe etmez ki, sen Romalılar İmparatorusun. İmparatorluk merkezini hukuken elinde tutan kimse İmparatordur ve Roma İmparatorluğunun merkezi de İstanbul'dur..."
Yavuz Selim zamanında doğunun iki büyük gücü Memluk ve Safevilere galebe çalan, Kanuni döneminde Macaristan'ı topraklarına katıp Akdeniz'de egemenliğini ilan eden İmparatorluğun bu tarihi seyri, hadiseleri "Total History" penceresinden izah eden İnalcık için sosyal, ekonomik, siyasi cephelerin iç içe geçtiği bileşik bir harekettir. İmparatorluk coğrafyasının bir yerlerinde Venedikli, Cenevzli, Arap, Acem, Türk, Yahudi tüccarlar alışveriş yapmakta; doğuda ve batıda siyasi nüfuz alanları an be an değişmekte; Anadolu'nun Türkmen göçerleri merkezi devletin tahammülünü zorlamakta; Portekizlilerin Hind'e ulaşması ticaret yollarının kaderini değiştirmekte; Amerika'dan Avrupa'ya akan ucuz madenler, nüfus artışı ve mal darlığı akçenin değerini yüzde yüz düşürmekte; miri araziler boşalmakta; tımar sistemi yozlaşmakta ve mültezimler gittikçe daha fazla ahalinin boynunu sıkmaktadırlar. Eğer "Devlet - i Aliyye"den almamız gereken bir ders varsa, o da şudur: Etkileri ne oranda olursa olsun, bir tarihsel olayın pek çok belirleyeni vardır ve bu belirleyenler ortaya konmadıkça, tarihe sağlıklı bir bakış mümkün değildir!
(Yeni Şafak)