Osmanlı'dan İran'a MÜTHİŞ teklif

Osmanlı'dan İran'a MÜTHİŞ teklif

Osmanlı sadrazamı İran’la Osmanlı Devleti'nin tek devlet olmasını istemişti...

Erhan Afyoncu - Bugün

18. Yüzyıl’ın ilk yarısında asırlar boyunca çatışan Osmanlı ile İran arasında bir yakınlaşma başlamıştı. İki ülkenin çatışmasının verdiği zararları çok iyi bilen ve bu görüşmelere de katılan Türk tarihinin en önemli devlet adamlarından Ragıb Mehmed Paşa, mezhep anlaşmazlıklarının ortadan kalkmasını, hatta iki devletin tek devlet hâlinde birleşmesini temenni etmişti.

İran Devlet başkanı Ahmedinejad ülkemizi ziyaret ediyor. Son zamanlarda İran’la Türkiye arasında ilişkiler gelişmeye başladı. Türkiye’nin bütün komşularıyla çatışma yerine ilişkilerini geliştirmesi ülkemizin menfaatinedir. Milletlerin dostları değil çıkarları vardır. Bu çıkarlar da çatışmayla değil iyi ilişkiyle ortaya çıkar. Özellikle komşularımızla kuracağımız iyi ilişkiler hem bizim, hem de onların lehine olacaktır.

İRAN’IN TAMAMI FETHEDİLİYORDU

18. yüzyılın başlarında İran’da Safevi hakimiyeti sal­lanmaya başlamıştı. Safevi Devleti’nin içinde bulunduğu durumdan istifade eden Rus Çarı Petro, 1723 sonbaharında Kafkasya üzerine yürüdü. Azerbaycan’a girerek, Derbend ve Bakü’yü ele geçirdi. Osmanlılar, Ruslar’ın hızla ilerleyerek İran’ın içlerine girecekle­rinden korktular. Ayrıca Safeviler’in çöküşünden istifade edil­mesi de düşünüldü. 1723’te Osmanlı ordusu üç koldan İran’a girdi. Tiflis, Gori, Nahcivan, Revan, Gence fethedildi. Başlan­gıçtaki bu başarılar seferi İran içlerine yöneltti. 1725’te Kirmanşah, Meraga, Nihavend, Hemedan, Tebriz ve Erdebil ele geçirildi.

Osmanlı idaresi ve halkı büyük sevinç içerisin­deydi. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman za­manlarında bile bu kadar büyük başarı elde edilememişti. Neredeyse İran’ın tamamı alınıyordu. Ancak Safevi hanedanını yıkarak İran’da idareyi ele alan Avşarlar’ın reisi Nadir Şah, Osmanlılar’ın fethettikleri bütün yerleri geri aldı. 1736 yılında savaşlara son vermek için yapılan sulh görüşmelerinde ise siyasi hadiselerin yanı sıra, o zamana kadar İran’la yapılan antlaşma müzakerelerinde hiç tartışılmamış olan dini meseleler gündeme geldi.

MEZHEP TARTIŞMALARI

18. yüzyıldaki Osmanlı-İran mücadelesinin en ilginç yönü askeri mücadeleler değil, mezhep tartışmalarıdır. 16. yüzyıldan itibaren iki devlet arasındaki mücadeleler sonunda Osmanlılar, yapılan antlaşmalara tebarriliğin menini koydur­muşlardı. Tebarriliğin meni, İran’daki dini mekânlarda Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ayşe’ye kötü laf söylenmesinin engellenmesidir.

Nadir Şah, İran’da hakimiyet kurduktan sonra geleneksel Şia’yı sona erdirmiş ve İran’ı, Caferiliğe geçirmişti. Caferilik, Şiiliğin Sünniliğe en yakın olan mezhebiydi. Nadir Şah, Osmanlılar’a karşı üstünlük sağladıktan sonra yapılan barış gö­rüşmelerinde toprak taleplerinin yanısıra, değişik bazı istek­lerde de bulunmuştu. Bu istekler şunlardı:

1- İran hacıları için bir emir-i hac tayin edilmesi.

2- Caferiliğin beşinci mezhep olarak kabulü ve Kâbe’de mezheplerine bir rükün tahsisi.

3- Osmanlılar’ın İsfahan’da, İranlıların İstanbul’da bir şehbender bulundurması.

İranlı elçiler, 1736 yılı ortalarında bu isteklerle İstanbul’a geldiklerinde Osmanlı devlet adamları toplanarak mezheple ilgili talepleri tartıştılar. Daha sonra iki devlet heyetleri ara­sında sekiz toplantı yapıldı. Osmanlı heyetinde, daha sonra sadrazam olacak Koca Ragıb Paşa da vardı.

24 Eylül 1736 tarihli son görüşmede müzakereler bir neti­ceye bağlanarak, bir antlaşma imzalandı. İran hacılarına İran kökenli bir emir-i hac tayini ve şehbender bulundurulması maddelerinde anlaşılmıştı. Ancak Osmanlı uleması Caferiliğin beşinci mezhep olarak tanınmasını kabul etmemişti. Bu mese­leleri İran uleması ile müzakere için Osmanlı ulemasından iki kişinin İran’a gönderilmesine karar verildi.

İKİ DEVLET BİRLEŞSİN

Nadir Şah, yeni bir antlaşma için 1741’de I. Mahmud’un hükümdarlık döneminde İstanbul’a bir el­çilik heyeti gönderdi. Şah, yine Caferiliğin beşinci mezhep olarak tanınmasını istemekteydi. Ragıb Paşa bu sıralarda reisülküttaplık makamındaydı ve antlaşma masasında Os­manlı Devleti’ni temsil etmekteydi.

Mezhep meselesi Osmanlı uleması arasında tartışılırken Ragıb Paşa, “Hak mezhep dörttür. Lakin padişahımızın haki­miyeti altında bulunan topraklarda kadılar, padişahımızın Ha­nefi mezhebinden olması sebebiyle dört mezhepten olanların davasına dahi Hanefi mezhebi üzere içtihat edip hüküm verir­ler. Caferi mezhebi bile tasdik olunsa yine Osmanlı memleke­tinde Hanefi mezhebi geçerli olur. Bu tasdik sözü çok önemli değildir. Bunun için otuz seneden beri Anadolu harap ve nice yüz bin nüfus telef ve hazine boş kaldı. Bundan başka devletin Moskov ve Nemçe (Avusturya) gibi düşmanları da sahneye çıktı ve yine Acem (İran) mezhep kavgası için sefer açtı. Kuru bir söz için böyle zaruri bir durumda şeriatın müsaadesi vardır” demişti. Onun bu lafları üzerine Darüssaade Ağası Beşir Ağa, “Bir daha bu sözü ağzına alma, madem ki ben hayattayım, dört mezhebe Caferiliği beşinci olarak koydurtmam” diye cevap vermişti.

Osmanlı tarihinin en meşhur ve muktedir devlet adamlarından olan Ragıp Paşa aynı zamanda şair ve tarihçiydi. Osmanlı nesrinin en ustaca yazılmış eserlerini kaleme aldı. Ragıp Paşa mezhep tartışmalarını anlattığı Tahkik ve Tevfik isimli eserinde, Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki an­laşmazlıkların ortadan kalkmasını, her iki İslâm devletinin birbiriyle yakınlaşmasını ve hatta tek devlet hâlinde birleşme­sine vesile olmasını temenni etmiştir. Ancak Ragıp Paşa’nın bu görüşlerine rağmen Osmanlı yönetimi, Na­dir Şah’ın bu ikinci teklifini kabul etmemişlerdir. Nitekim Na­dir Şah da daha sonra bu meseleyi Osmanlılar’a kabul ettireme­yeceğini anlayınca, Caferiliğin beşinci mezhep olarak tanınması isteğinden vazgeçmiş ve 1746 antlaşması imzalanmıştır.

İRAN’DA 900 YILLIK TÜRK HAKİMİYETİ

Osmanlı tarihi boyunca İran’la mücadelelerde karşı tarafta hemen hemen her defasında Türkler vardı ve bunların çoğu da Anadolu Türkleriydi.

10. yüzyılın sonlarında Gaznelilerin İran’da hakimiyet kurmasından 20. yüzyılın başlarına kadar bu ülkede hakim olan unsur Türkler’di. İran’da Türk hakimiyeti ilk olarak Gazneliler’le başladı. 1040’taki Dandanakan Muharebesi’nden sonra Büyük Selçuklular kısa sürede İran’ın büyük bir bölü­münü ele geçirdiler. Büyük Selçuklulardan sonra İran’da Türk kökenli atabeylikler ve Harizmşahlar hüküm sürdüler. Daha sonra 13. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Moğol hakimiyeti başladı ve İlhanlı Devleti 14. yüzyılın ortalarında sona erdi. İlhanlılar’ın ardından 100 yıl kadar devam eden Celayirli Dev­leti’nin yerini Muş bölgesinde yaşarlarken İran’a hakim olan Karakoyunlular aldı.

Büyük bir imparatorluk kuran Timur, 14. yüzyılın sonla­rında İran’ı da ele geçirdi. Timurlu hakimiyeti 15. yüzyılın ortalarında Karakoyunlular tarafından sona erdirildi. Karakoyunlular’ın İran’daki hakimiyetlerine de 1467’de Diyar­bakır bölgesinde yaşayan Akkoyunlu Türkmenleri son verdi. Akkoyunlu Devleti de yine Anadolu’dan giden Türkmen aşi­retleri tarafından sona erdirildi. 1501’de İran’da Safevi Devleti kuruldu. Safevi Devleti, 1736’da sona erdi ve İran’da başka bir Türk boyunun, Avşarlar’ın hakimiyeti başladı. Nadir Şah’ın ölümünden sonra Avşarların yerini, Lur asıllı Zend hanedanı aldı. 18. yüzyılın sonlarında İran’a yine bir Türk boyu olan Kaçarlar hakim oldu. 1921’de İran’da bir darbe ile yönetimi ele geçiren Rıza Şah Pehlevi’nin kendisini 1925’te şah ilân etme­siyle İran’da Türk hakimiyeti sona erdi.

İRAN’LA YAPILAN SAVAŞLAR BİZE PAHALIYA MAL OLDU

16. yüzyılın başlarında, İran’da Safevi Devleti’nin tarih sahnesine çıkması ve batıdaki Osmanlı topraklarına yönelik birtakım faaliyetlere girişmesinden sonra ilk Osmanlı-Safevi karşılaşması 1514’te Çaldıran Ovası’nda meydana gelmiş ve savaşı Osmanlılar kazanmıştı. Ancak bu muharebe ne kazanan ne de kaybeden taraf için tam bir son teşkil etmedi. Yavuz Sultan Selim, saltanat müddeti boyunca ikinci bir seferle Safeviler’i yok etmek istediyse de ömrü buna vefa etmedi. Ka­nuni Sultan Süleyman, 1533-1534 Irakeyn Seferi’yle başta Bağdat olmak üzere Kuzey ve Orta Irak’ı, 1548-1549’da Azer­baycan Seferi’yle Van ve Urmiye gölleri arasındaki bölgeyi, 1553-1555’te de Nahcivan Seferi’yle Kars ile Arpaçay’a kadar uzanan sahayı Osmanlı topraklarına kattı. 1555’teki Amasya Anlaşması’yla iki devlet arasındaki çatışmalar bir süre durdu.

İran’ı uzun süreden beri idare eden Şah Tahmasb’ın 1576’da ölmesinden sonra ortaya çıkan taht kargaşasından istifade etmek isteyen Osmanlılar, İran topraklarına girdiler. 1578’de başlayan mücadele aralıklarla 1639’a kadar sürdü ve Osmanlı açısından büyük bir getirisi olmadığı gibi devlete büyük zararlar verdi. Özellikle 30 Yıl savaşları döneminde (1618-1639) Avusturya çok zor durumdaydı ve Osmanlı üzerine yürümesin diye her türlü diplomatik manevrayı yapıyordu. Bu dönemde İran’la çatışma Osmanlı’nın Avrupa’da ilerlemesine engel olmuştur.