Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Peygamber Rehberliğine Olan İhtiyaç
Yüce yaratanımız bizlerin doğruyu kavraması için akıl vermiştir. Dinimizde akıl elbette üstün bir yere sahiptir, ama, akıl muhtaç olduğumuz her şeyin bilgisini veremez. Yaratılmış olan aklın, beş duyu organımız gibi sınırı vardır. Dolayısıyla sınırlı bir varlığın sınırsız, aşkın bir varlık alanını bütün yönleriyle ihata etmesi nasıl mümkün olabilir? Kaldı ki insan aklı; kişisel arzuların, kaprislerin, dürtülerin, esiri olduğumuz alışkanlıkların, çevre ve toplum gibi birçok iç ve dış faktörlerin etkisi altındadır. Bu sebeple, kendi alanında olan şeylerin gerçek bilgisini ortaya koymakta bile başarısız kalabilir. Zira akıl, nesneleri genel ve tümel bir şekilde kavrayacak güçtedir.
Aklın tümel olarak kavramış olduğu şeyleri somutlaştırarak ve özel yanları ile belirleyecek başka bir otorite gereklidir. Bundan dolayı aklı dalâlete düşmekten koruyan, doğru yola yönelten, ince ve esrarengiz meseleleri anlamasına ve gerçeği bildiren bir yardımcı kılavuza ihtiyaç vardır ki, bu da peygamberlere indirilen "vahiy"dir. Eğer bir kimse, vahiy yoluyla olan bu ilahi hidayetin gerekliliğini inkâr eder de, yalnız başına aklın, muhtaç olduğumuz bütün bilgileri vermeye muktedir olduğunu iddia ederse, kesinlikle, aklına taşıyabileceğinden fazla yük yüklemiş ve gayet akıldışı bir şekilde ona zulmetmiş olur. Ünlü kelam bilgini Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin dediği gibi, aklın salt yaptırım gücü yoktur. Bu sebeple akıl, peygamberlerin getirdiği vahyin kılavuzluğuna ihtiyaç duyar. Örneğin, bazı insanlar akıl sayesinde içkinin kötü, kumarın aileleri yok eden bir felâket sebebi, hırsızlığın haksız kazanç olduğunu bilir, ama buna rağmen bu kötülükleri işlemeye devam eder. Unutmayalım ki, insanlarda yaptırım gücünü sağlayan akıl değil, dindir. Ancak din yoluyla bu kötülüklerin önüne geçilebilir. Din fikri olmadan hak ve adâlet düşüncesini kurumlaştırmak kolay değildir. Katı pozitivizmin tatbik edildiği Batı toplumlarında, kutsalı dışlayıcı seküler yapıların iflas etmesi neticesinde, doğal din ve seküler ahlak anlayışlarına ihtiyaç duyulmuştur. Elbetteki doğal din de bir işe yaramayacaktır. Onun için peygamberlerin kılavuzluğuna ihtiyaç vardır.
Diğer taraftan, akıl, dinden önce, adaletin iyi, zulmün kötü, doğruluğun iyi ve yalanın kötü olduğunu kendi gücüyle algılayabilir. Ancak çoğu hükümleri bilemez. Akıl, sınırları belirlenmiş bir varlık olduğu için belirlenmiş olan sınırı aşamaz. Bu sebeple, dinde tafsilat, peygambere aittir. Örneğin, akıl, ibadetlerin keyfiyetini, miktarını bilemez ve âhiret ahvâlini açıklamak hususunda yeterli değildir. Ayrıca çeşitli hâdiseler için şer’î hükümler tesis edemez. Bütün bunlar için nübüvvetin rehberliğine ihtiyaç duyar. Dinde emir, nehiy, va’d, vaîd, mubah, haram ve duyu-ötesi alanla ilgili konular, ancak vahiyle bilinir. Akıl, düşünce açıklamak için bir âlet ve olağan bir sebeptir, tek başına farz-vacip kılma anlamında hüküm ortaya koyan değildir. O halde Mâtürîdîlere göre dini yükümlülüğün temeli akıl değil, nakildir. Dolayısıyla, dinin hükümlerini belirlemede nakil asıl, akıl ise fer’dir.
İnsan yol gösterilmeye muhtaç bir varlıktır. Mâtürîdî’nin dediği gibi, dinde bazı konular vardır ki, peygamberlerin açıklayıcı bilgisi olmadan kavranması mümkün değildir. Bunun için Cenâb-ı Hak, ruhlar âleminde verdiğimiz sözü hatırlatmak için sayısız peygamberler göndermiştir. Her kavme, her ümmete yol gösterici, her biri aydınlatıcı bir lamba olan peygamberler gelmiştir. Peygamberlerin geliş amaçlarından birisi, tevhide uygun bir Allah inancına çağrıdır. Onlar, toplumların içine düştükleri itikadi sapmaları düzeltmekle kalmamışlar, nasıl bir itikada sahip olmamızın da örnekliğini yapmışlardır. Aynı durum ibadetler İslam’ı için de geçerlidir. Peygamberler olmadan nasıl namaz kılacağımızı, nasıl Hac görevini yapacağımızı, nelerden zekat vereceğimizi vb. gibi tatbikata dayalı ibadetleri bilemezdik. Onlar, Allah-insan ilişkilerinin nasıl olacağı yolunda bizzat örnek oluşturmuşlardır.
Din, Medine ve medeniyet arasında dilsel açıdan da bir ilişki ağı mevcuttur. Peygamberler şehirlerden çıkmıştır. Şehirlerin anası: Mekke’dir. Toplumlar, göçebe hayattan yerleşik düzene peygamberlerin yol göstericiliği sayesinde geçebilmişlerdir. Bu manada her peygamberin hayatında hicret yaşanmıştır. Sosyal, ahlâki ve estetik değerlerin menşei, nübüvvettir. Hatta sanatların ve zanaatların menşei de nübüvvettir. Her peygamberin örnekliğinden istifade etmemiz gerekir. İnsanlığın atası Hz. Âdem tevbe-Allah ilişkisini, kavram geliştirme yolunda insanlık mektebinin yegane öğretmeni, Hz. İdris, terzilik sanatının baş ustası, Hz. Nuh, bilginin teknolojiye dönüştürülmesi sayesinde gemi yapımının baş mimarı, Hz. İbrahim, aklı nasıl kullanmamız gerektiğini öğrenmemizin yegane adresi, Hz. Lût, en büyük ahlâki değerlerin bayraktarı, Hz. Musa özgürlük ve hukukun üstünlüğü yolundaki eşsiz mücâdelenin kahramanı, Hz. Muhammed (a.s) rahmet ve şefkat âbidesi olma açısından alacağımız çok dersler vardır. O halde insanlık, nübüvvetin en büyük ilahi bir bağış ve lütuf olduğunu bilmelidir.
Selam olsun bütün peygamberlere ve onların yolundan gidenlere!