Prof. Dr. Ahmet Yaman: İftarda aç kalmanın “intikamı” alınmamalıdır

Prof. Dr. Ahmet Yaman: İftarda aç kalmanın “intikamı” alınmamalıdır

Necmettin Erbakan Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Ahmet Yaman hocamız, bugünün sayfasına kıymetli bilgileriyle konuk oldu. Ramazanla alakalı merak edilenleri Ramazanın son röportajında siz okurlara sunuyoruz. Keyifli okumalar

-Ramazan’ın genel bir değerlendirmesini yapar mısınız? Ramazan Müslümanlar için neden önemli? ‘…Ramazan ümmetimin ayıdır’ hadisinden hareketle meseleye nasıl yaklaşılmalı?

-Ramazan bir arınma, durulma ve farkında olma ayıdır. Dünya hayatının koşturmacası, telaşı; nefsimizin bitmek tükenmek bilmeyen istekleri ve şeytanın ara vermeden devam eden saptırıcı yönlendirmeleri nedeniyle ruhumuzda biriken ve kalbimizi kaplayan paslardan bir arınma zamanıdır, ramazan. Hızı ve hazzı bir tarafa bırakıp içimizi dinlediğimiz, kendimize zaman ayırdığımız, sükûneti tattığımız bir durulma mevsimidir, ramazan. Bütün bu bireysel kazanımları yanında ramazan, aynı zamanda yalnız olmadığımızın farkına vardığımız ve çevremizi daha yakından tanıdığımız bir aydır da. Ramazan gelince kişi, Müslümanlığını iliklerinde hisseder. Daha önce söylem düzeyinde kalan ve biraz da belli bir aidiyet duygusuyla dillendirilen Müslümanlık, artık düşüncelere ve eylemlere yansır. Yani somutlaşır. Oruç tutarak bir yüce iradeye tabi oluruz. Namazlarımıza daha bir özenli ve dikkatli devam ederiz. Hem vakit namazları için hem de teravihler için camilere akın ederiz. Hayat rehberimiz olan Kur’ân-ı Kerîm önceki zamanlara göre daha çok gündemimize girer. Hem okuyarak, hem dinleyerek hem de anlamaya çalışarak.

Bu mübarek ay aynı zamanda toplumsal ve hatta küresel duyarlılığımızın arttığı bir aydır. Aç kalınca açlığın, susuz kalınca susuzluğun ne demek olduğunu anlarız. Ve bakarız ki, bizim bilinçli olarak ve bir ibadet amacıyla maruz kaldığımız bu geçici yoksunluk, bazıları için süreklidir. İşte bunu görünce yediğimizden yedireceğimiz, giydiğimizden giydireceğimiz kimseler ararız. Çevremizdeki fakirleri, yoksulları, yetimleri, hastaları, düşkünleri, engellileri ve yardıma muhtaçları tanırız ve onların yanında oluruz. İşte bütün bu kazanımlar dolayısıyla olsa gerek, Müslümanların bilincinde, ramazanın ümmetin ayı olduğu fikri yerleşmiştir. Her ne kadar bunu ifade eden bir hadis, yani “Recep ayı Allah’ın, Şa’ban benim, Ramazan ise ümmetimin ayıdır” şeklinde bir rivayet dillerde dolaşıyor olsa da hadis âlimlerimizin verdiği bilgiye göre bu, uydurma bir rivayettir. Fakat sonuçta ramazan ayı, bütünüyle ümmetin adeta kendini temizlediği bir arınma ve paklanma mevsimi olma özelliğini taşımaktadır. Sadece birey olarak değil, bütün aile, toplum ve ümmet olarak içine girdiğimiz bu ramazan iklimi işte bizleri arındırır, durultur ve bilinçlendirir. Bu noktada önemli olan, bu kazanımlarımızın bir ay değil, yılın ve dolayısıyla ömrün bütününde sürekli olarak yaşamasına gayret etmektir.

-Orucun Müslüman’a kazandırdıkları nelerdir?

-Öncelikle bilinmelidir ki oruç, bir ibadettir. Yani bizi yaratan ve yöneten Yüce Allah’a kulluk görevimizin bir gereğidir. O bize “Kim bu aya erişirse onda oruç tutusun” buyurduğuna göre, kulu olarak bizim de “Duyduk ve gereğini yaparak itaat ettik” dememiz gerekir. Bunun anlamı şudur: Oruç, bir takım maddî, bedenî ve dünyevî kazanımlar elde etmek amacıyla tutulmaz. Allah emrettiği ve İslam’ın bir gereği/farzı olduğu için tutulur. Esas hedef bu olmalıdır. Oruç tutmakla müslüman nefsine hâkim olmayı, irade sahibi olmayı, heveslerini ve arzularını yönetmeyi, kötü duygularını dizginlemeyi öğrenir. Ve görür ki, eğer isterse başaramayacağı hiçbir şey yoktur. Bunların yanında orucun elbette bedenî, ruhi ve dünyevî kazançları da vardır. Fakat bunlar onun ibadet olma yönünün önünde değil, ibadet olarak gönülden eda edilmesinin bir sonucudur. bu cümleden olarak oruç, mesela beden için bir sağlık anahtarıdır. Bir yıl boyunca sürekli çalışan ve öğüten bedenimiz artık dinlenmeyi hal etmiş ve rölantiye geçmiştir. Vücut kendini yenileme fırsatı bulmuş, ruhumuzun günahlardan arınmasına paralel olarak bedenimiz de toksinlerden arınma fırsatını yakalamıştır. Oruç, hücrelerimizin içinde biriken ve canlılığın devamına zarar veren bir takım pisliklerin atılmasına destek olur ki, günümüzde “detoks” denen ve moda haline gelen “zehirden arınma”  işlemi de esasen bunun içindir. Hz. Peygamber’in (s.a.) “Oruç tutun ki sağlıklı olasınız” sözü işte bu bağlamda, yani ibadet bilinç ve sevabına ek olarak elde edilen bir kazanç bağlamında anlaşılmalıdır. Orucun kazandırdığı en önemli hasletlerden birisi de “öfke kontrolü” sağlamasıdır. Toplumsal hayatın girift ağları bazen insanları karşı karşıya getirebilir. Haksızlıklar yapılabilir. Sonuçta hasımlaşmalar, hesaplaşmalar ve davalaşmalar söz konusu olabilir. Hatta hiç istenmeyen kavga ve çatışma ortamı da doğabilir. İşte böyle durumlarda duygularını kontrol ve öfkesini yenme hususunda, oruçlu olan bir kimse, olmayana karşı bir adım daha öndedir. Cenab-ı Hak istediği, Hz. Peygamber tuttuğu için oruç tutan kimse, bu haldeyken, onları üzecek ve kendisini onların huzurunda küçük düşürecek eylemlerden de uzak durmasını bilir. Çünkü Hz. Peygamber’in “Oruç kalkandır. Oruçlu çekişmez ve kimseyle de dövüşmez. Birisi kendisine sataşır veya küfrederse iki kere ‘ben oruçluyum’ desin” buyruğunu hatırlar. Evet oruç kalkandır. “Kalkanın sizi düşmandan koruması gibi oruç da sizi ateşten korur” hadis-i şerifi bu gerçeği ifade etmektedir. Bunun yanında oruç, sabır öğretmenidir. Sevgili Peygamberimiz “Oruç sabrı artırır” buyururken onun bu öğretmenlik yönüne işaret etmiştir. Sabrın sonu da selamettir.

-İftar nasıl olmalı ve sahur nasıl yapılmalı?

-Orucun en önemli duraklarından birisi iftar iken diğeri sahurdur. İftar adeta bir kavuşma ve bir ön bayramdır. Gün boyu oruçlu kalarak kulluk görevimiz yerine getirilmiş, yasaklardan uzak kalınmış akşam ezanıyla da iftar sevinci yaşanarak ödül kazanılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.) “Oruçlunun iki seviçli anı vardır. Birincisi iftar ederken, ikincisi de Rabbine kavuştuğundadır” buyurur. Öyleyse iftar bir sevinç anıdır, Yaratıcının rızasına kavuşma anıdır. Efendimizin iftar ettiğinde yaptığı “Susuzluk gitti, damarlar serinledi ve inşallah sevabı da kesinleşti” duada, bu anlamlar gizlidir. İftarın güneş batar batmaz gecikmeden yapılması tavsiye edilmiştir. Sahih bir hadiste buyrulduğuna göre “İnsanlar iftarı çabuk yaptıkça hayır üzerinde olacaklardır”. Bir kutsî hadiste bildirildiğine göre Cenab-ı Hak, kulları içinde en çok, iftarı en çabuk yapanları sevmektedir. Her davranışta olduğu gibi müslümanın iftarı da müslümanca olmalıdır. Helal yiyeceklerle iftarını açmalı, şüpheli gıdalardan uzak durmalı, hele israf ve savurganlığı derhal terk etmelidir.

Bu bağlamda çok şatafatlı iftar organizasyonları, gösterişli davetler asla gündeme gelmemelidir. Aç kalmanın “intikamı” alınmamalıdır. Bunun hem ruha hem bedene olumsuz etkileri olacağı unutulmamalıdır. Sofralar, komşular, yoksullar, akrabalar ve öğrencilerle şereflenmelidir. İkinci durak sahura gelince, gece kalkıp imsaktan önce oruca hazırlık amacıyla yemek ve içmek demek olan ve aynı zamanda bu amaçla yenilen ve içilenler anlamına da gelen sahurun sadece Müslümanlara özgü olduğu bilinmektedir. Sevgili Peygamberimizin “Sahura kalkın, çünkü sahurda bereket vardır” buyruğunu her Müslüman bilir. Bereket, manevi ve metafizik açılımları olan bir kelimedir. Biz sahurla ilgili ne kadar yorum yaparsak yapalım ne ölçüde izah getirirsek getirelim sahurun onları aşan manevi kazançlarını yine de tam olarak açıklayamayız. Öyleyse bir hurma tanesiyle, bir yudum suyla bile olsa sahuru ihmal etmemek uygun olacaktır.

 

-Ramazan sıcak günlere denk geldi. Müslümanlar bazen 40 dereceyi bulan sıcaklarda oruç tutacak. Zorluklara rağmen Ramazan ve orucun hakkını vermek ne kazandırır, mükâfatı farklı olur mu?

-İbadetlerin en çok sevap kazandıranı ve kişiye kulluk sevincini en çok tattıranı, elde olmayan zor şartlar altında yapılanlarıdır. “Ecir ve sevap, meşakkate göredir” sözü, hadis olarak da rivayet edilmiştir. Bu demektir ki, yaz sıcağında tutulan oruç, sevap bakımından daha değerlidir. Bu sevap büyük zorluklara göğüs gerilerek elde edilen ganimet gibidir. Nitekim Hz. Peygamber “Kışın oruç tutmak, meşakkatsiz elde edilen bir ganimettir” buyururken bu söylediğimizi doğrulamaktadır. Bir başka mübarek sözünde deKış müminin baharıdır. Gündüzleri kısa olur, oruç tutar. Geceleri de uzun olur, kalkıp ibadet eder” buyurmuştur. Öyleyse bu uzun yaz günlerinde oruç tutanlar, sevabın da o oranda büyük olacağını bilmelidir. Sevabın büyüklüğü Allah rızasının kazanılma ihtimalini de artırmaktadır. Allah rızasının mükâfatı ise, dünya mutluluk ahirette cennet ve cemalullahtır.

 

-Kavurucu sıcaklar karşında mesai oruca göre ayarlanabilir mi? Gündüz istirahat edip (uyuyup), gece çalışılabilir mi?

-Çalışma saatleri kişilerin ya da kurumların elinde olan, hizmet alanların da işlerine denk düşmesi halinde toplumsal mutabakatla çözümlenebilecek bir konudur. Bireysel çalışanlar açısından ise hiçbir sorun yoktur. İbadetlerde ya da genel anlamda dinin emir ve gereklerinde illa da zorluk çekmek ve çektirmek, meşakkate sokmak amaç değildir. Esasen Yüce Allah bizler hakkında zorluk istemediğini aksine kolaylık dilediğini beyan etmiş ve gücümüzün üstünde bir sorumlulukla da muhatap etmemiştir. Oruç tutanlar, kendi bünye ve tahammüllerine göre bir ayarlama yapabilir ve uyku-iş zamanlarını ayarlayabilirler. Yalnız burada hedef “orucun meşakkatini hiç hissetmemek” olmamalıdır. Zira sabır, tahammül, başkalarının arkında olmak, nefsi terbiye, öfkeyi kontrol, kulluğumuzu ispat gibi birçok kazanım berhava olacaktır. Halk arasında yaygın olan “uykuyu oruca tutturmak” deyimi de böyle çağrışımlar için tedavüldedir. Öyleyse bilinçli ve duyarlı bir Müslüman önce, ne için oruç tuttuğunun farkına varmalı, gereğini yerine getirmeli, sabır ve tahammül göstermeli; fakat sağlığı ve psikolojisi elvermiyorsa bunlara hemen teslim olmamakla beraber sağlığını ve psikolojisini de hesaba katmalıdır.

Söyleşi-Hümeyra Uslu