Salih Sedat Ersöz
Ramazan’a Elveda, Bayrama Merhaba
Onbir ayın sultanı Mübarek Ramazan’a veda etme zamanı...
Gelecek yıl güzelliklerle dolu bu mübarek aya tekrar kavuşabilir miyiz bilmiyoruz. Geçen yıl, oruçlarımızı beraber tuttuğumuz ve iftarlarımızı beraber yaptığımız bazı sevdiklerimiz ve dostlarımız bu yıl aramızda olamadı. Gelecek yıla kadar kimlerin bu dünyadan, ebedi âleme yolcu olacağını ancak Allah biliyor.
Rahmet ayına elveda derken Ramazan Bayramına merhaba diyoruz.
Ramazan Bayramı inananların bayramı... Allah’a teslim olanların bayramı… Sabırla, namazla ve oruçla Yaratıcının emrine âmâde olanların bayramı… Güçlüklere sabredenlerin bayramı…
Oruçlarını, bir ay boyunca her türlü zorluğa rağmen sadece Allah’ın emri olduğu için tutanların bayramı… Bezm-i Elest’te, Rab’lerine verdikleri sözü yerine getiren ve Ahde vefa gösterenlerin bayramı…
Bu bayram “lebbeyk Allah’ım lebbeyk” diye yürekten haykıranların bayramı…
Bir ay boyunca Rablerinin emrine büyük bir itaatle râm olan mü’minler, şimdi yine Rabbimizin isteği doğrultusunda bayram yapacaklar. Oruç gibi bayram da, Allah’ın, inanan kullarına bir lütfu ve ikramı…
İnşaallah şerlerden, haramlardan, riyadan, kötülüklerden uzak, günahlardan arınmış, hayırlarla dolu, paklık içinde, iyilikler ve güzellikler içeren, cennete alıp götüren bir Ramazan geçirmişizdir.
İnşaallah aynı şekilde bir bayram ve aynı şekilde hayırlı ve güzel bir ömür geçirmemiz nasip olur.
Oruçlarımız ve bayramımız bizi ateşten uzaklaştırsın, cennete ulaştırsın, Ramazanımız, Kadir gecemiz ve Bayramımız kutlu olsun, şefaatçi olsun İnşallah…
BAYRAMI TATİLE DÖNÜŞTÜRMEYELİM
Sadece Yaratanın emri olduğu için oruç ibadetini severek, isteyerek, benimseyerek yerine getiren imanlı insanlar, yine Rabbimizin emri gereğince bayramı da bir ibadet zevki ve anlayışı ile geçireceklerdir. Bayramın sıradan bir tatil gibi değerlendirilmesi, bu iman anlayışı ile bağdaşmaz.
İmanları gereği her türlü zorluklara göğüs gererek, Allah’a ibadeti kul borcu olarak gören ve hayat programlarını Yaratıcının isteği doğrultusunda düzenleyen inanan insanlar, bayramı da aynı şekilde sadece O’nun rızasına uygun olarak yaşamak zorundadırlar.
Bayram günlerini ziyaretler yaparak ve ziyaretçileri kabul ederek geçirmek yerine, evlerin kapatılarak yaşanan şehirden uzak yerlerde tatil yapılması bayram anlayışına sığmayan hatalı bir davranıştır. Bu davranış, zaten yıl boyunca bir araya gelinmeyen komşu, akraba ve yakınlarla bayramda bile görüşmeyi engellediği gibi evlatlarımıza da kötü örnek olmaya sebep olmaktadır.
Bayramımızı ziyaretleşme ile geçirmek ve çocuklarımıza bu yönde örnek olmak yerine, tatil yapma anlayışı içinde evlerimizi kilitleyerek, bayram süresince uzaklaşmak, ziyaret etmeyi ve edilmeyi adeta yasaklamak hoş olmayan davranışlardır.
Yılda sadece iki defa kapımızı çalan bu mübarek bayram günlerini diğer mü’minlerle birlikte kutlanması ve yaşanması gereken özel günler olarak görüp, Allah’ın rızasına uygun şekilde davranmakla bayramların derûnî zevkini de tatmış oluruz.
RAMAZAN’I YAŞAMAYA DEVAM EDELİM
Ramazan ayı boyunca, Rabbimizin emri gereğince her türlü haramdan uzak duran müminler, bayramlarını da ve bayramdan sonraki yaşantılarını da yine haramlardan uzak kalarak devam ettirmelidirler.
Zira Rabbimizin bildirdiği, helal ve haram sınırları sadece Ramazan ayına mahsus değildir. Bu yıl ki, oruç sınavımız nihayete erse de, kulluk sınavımız aralıksız sürüyor ve yaşadığımız müddetçe sürecek.
Oruç sayesinde namaza başlayan, fakire yardım eden, muhtaca el uzatan, kul hakkına riayet eden, mazlumların dertlerine derman olmaya çalışan, güzel ahlâk sahibi olan, kardeşliğe önem veren ve sabretmeyi öğrenen bir mü’minin, bu güzel hasletleri Rabbimizin istediği şekilde ömrü boyunca aksatmadan devam ettirmesi gerekir.
Mübarek Ramazan’da elde ettiğimiz kazanımlarımızı bırakıp yeniden olumsuz hallerimize dönmek, Müslüman’a yakışmaz. İyilikleri bırakıp kötülüklere rücu etmek, güzellikleri terk edip çirkinliklere dönmek, sevaplar dururken günahlara dalmak mü’minin şiarı olamaz.
Cenab-ı Hak, Ramazan’da kazandığımız güzel hasletleri ömür boyu devam ettirerek, ebedi âlemde Cennet nimeti ile şereflenen ve gerçek bayramı hak eden bahtiyar kullarından eylesin.
BAYRAMLARIMIZI, BAYRAM GİBİ YAŞAYABİLİYOR MUYUZ?
Oruç tutan mü’minlere Allah’ın lütfu olan Ramazan Bayramını, kalbimizden gelen bir neşe, gönlümüzden kopup gelen bir sürur ve sevinç içinde kutlayabiliyor muyuz?
Rahmet ve mağfirete ulaşmış, sonunda da cehennemden azad olmuş olarak girdiğimiz Ramazan Bayramlarımızı, içimiz burkulmadan, burnumuzun direği sızlamadan, boğazımız düğümlenmeden, gönül rahatlığı içinde idrak edebiliyor muyuz?
Halbûki, Allah’ın Müslümanlara bahşettiği bayramlarımızı sevinçle, neşeyle, coşkuyla kutlamamız ve yaşamamız gerekir.
Ancak ne var ki, İslâm coğrafyasının büyük bir bölümü kan revan içinde iken, kardeşlerimiz zalimlerin zulmü altında inlerken, suçsuz günahsız küçücük bedenler bombalar altında can verirken ve bizler bu kan dondurucu fecaatleri film izler gibi izlerken bayram yapmamız, bayramımızı bayram gibi yaşamamız mümkün mü?
Yüzbinlerce Müslümanın evsiz barksız kaldığı, milyonlarca mü’min kardeşimizin yiyecek ekmeğe, içecek suya muhtaç hale geldiği, toplu ölümlerin yanında, yaralıların gerekli ilaçlar bulunmadığı için gözler önünde yavaş yavaş ölüme gittiği bir ortamda, Allah’ın ihsan ettiği bayramımızı heyecan duyarak, içten, gönülden hissetmek ve yaşamak ne mümkün?
Yakınlarımızın bayramlarını tebrik ederken, kelimeler boğazımızda düğümlenip kalıveriyor. Kendimizi ne kadar bayramın havasına kaptırmaya çabalasak da, gözümüzün önüne dizilip kalan acı ve ızdırap dolu manzaralar buna imkân vermiyor.
Bayrama kavuşmanın sevinci ve mutluluğu içinde olmamız gerekirken, bir anda bombaların altında cansız kalıveren Gazze çocuklarını, kimyasal silahların etkisi altında yudum yudum ölüme giden Suriyeli çocukları kafamızdan, beynimizden ve gönlümüzden çıkarmamız mümkün olmuyor.
Bir mü’min kadının gözyaşları içinde arşı alayı titreten “dünya nerede, Müslümanlar nerede?” feryadı, bayram coşkusunu hüzne çevirmeye yetip artıyor.
İçimiz yanıyor, gözyaşlarımız sessiz sessiz akıyor, bayramlarımızdan zevk alamıyoruz, kelimelerle beraber lokmalarımız da düğümlenip kalıyor boğazımızda… Büyük bir çaresizlik içinde sadece dualarımızı ulaştırabiliyoruz onlara…
Bu hasletleri de taşımıyor olsaydık, bu acıları, bu yürek yangınlarını duymamış olsaydık, imanımızı sorgulamamız gerekirdi.
Miracın ilk durağı olan Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Filistin 60 yıldır kan ağlıyor. Suriye, Mısır, Libya, Irak, Doğu Türkistan, Arakan ve daha nice ülke Müslümanlarının ahları yıllardır arşı âlâyı inletiyor. Dünyanın gözü önünde Müslümanlar bir bir yok ediliyor.
Küçücük çocuklarla beraber insanlık onuru da öldürülüyor. Ve gökten yağmur değil, durmadan bombalar yağıyor kardeşlerimizin üzerine…
Su değil, oluk oluk kan akıyor İslâm ülkelerinin caddelerinde… Sokaklarda bekleyen onlarca, yüzlerce ceset hayvan ölüsü değil, ruhu cennete uçmuş suçuz günahsız cansız insan bedenleri… Ve biz bayram yapıyoruz buruk bir şekilde, içimiz kan ağlayarak…
Müslümanları asıl yıkan; “Tek dişi kalmış canavar” olan batının tavrı değil, bu zalim gidişata hiç sesi çıkmayan İslâm dünyasının satılmış liderleridir. Sözün ve insanlığın bittiği yerdir burası… Müslümanların kaybettiği büyük bir imtihan alanıdır şu anda İslâm diyarları…
Acı, ızdırap, ölüm, kan, gözyaşı, feryat, figan olmadan nice bayramlara ulaşmak niyazıyla hayırlı bayramlar efendim.
(Aydan Arı Günden Duru – Salih Sedat Ersöz)