Sakar Ahmet'in maceraları

Sakar Ahmet'in maceraları

Dağ köylerinden birinde yetişmiş olan Ahmet’in sakarlığı daha küçük yaşta başlamış.

İSMAİL DETSELİ

 

Her şeye inat için aksilikler yapan Ahmet

Kafayı damda ki turfana(*) sokan Ahmet

İstanbul da Rum kızı Mari’ye caka satan Ahmet

Maceraları yazıyorum dinleyin sizlere zahmet

 

diye başlayalım bir dizi sakarlık mı aksilik mi diyelim bilmem dinleyin bakalım siz ne diyeceksiniz.

Bizim Anadolu köylüsünün bazı özel hasletleri vardır ya işte onlardan biri de Konya’nın dağ köylerinden birinde yetişmiş olan Ahmet’in sakarlığı daha küçük yaşta başlamış. Sakarlığını nereden başlasak anlatmaya.

Ahmet köyde kıt kanaat geçimini rençperlik ile sağlayan bir saf baba ile uyanık açık göz bir anadan doğma köy yerinde daha küçük yaşta başlayan hayat mücadelesine ortak olur. Anne sabah namazı kalkar, ortalık yaz günü işlerin kudurduğu bir zaman sabah birkaç davar sağılacak, inek sağılacak, çoban önüne katılacak, anne bunları yapmadan evvel erkenden uzak bir yerde olan su sarnıcından doldurduğu soğuk suyu bir merkebin sırtına yükleyip getirir evine. Ortalık hem yaz günü hem de köyde elektrik ve buzdolabı yok. O soğuk sularla akşamdan hazırladığı yoğurtları, kaymağı, turfana koyup yayacak ve yağını ayranını ayıracak, sonra da kocası hangi tarlaya ekin biçmeye gitti ise azık hazırlayıp oraya gidecek kocasına ekin biçmede yardım edecek şayet gidebilirse. “Gidebilirse” diyoruz çünkü bir oğlu var ki Ahmet baş belası. Anne yağını yayıp ayranını aldığı turfanı, evlerinin önündeki dam diye tabir edilen yerde kuruması için koyar, ıslak olarak yerine kaldırırsa topraktan yapıp pişirilmiş olan turfan kavlama yapar, kadın tecrübeli bir daha alması zor, hem de ne zaman turfan satmaya gelecek bakalım kapçılar.

 

Ahmet ilk sakarlığı yapıyor

Anne içeride azık hazırlarken Ahmet bir bakar ki damda bir turfan var. İçersini mi merak eder yoksa bir deneme mi yapmak ister turfanın ağzından kafasını içeri sokar. Bakar ki turfanın içerisinde kendine yarar bir şey yok hem de karanlık bir yer, başını geri çıkarmak ister ama nerde çıkaramaz başını içerden..

 

Başlar damda yattığı yerden yuvarlanmaya, bağırıp çağırıyor, imdat istiyor ama ana nasıl duysun Ahmet’i annesi.. O kendi işleri ile meşgul. Ahmet etrafı görmediğinden damın saçağına bir yerine gelir tam aşağı uçacak komşulardan biri görür ve “Ahmet aman kıpırdama aşağı uçacaksın” deyince durur. Adam Ahmetlerin evine gelir anasına durumu söyler “Ahmet damdan uçacak abla onu sen mi cezalandırdın” deyince kadın şaşırır “ne cezası” der. Ahmet’in yanına varırlar. Tabi onlar da bir hayli uğraşır ama ıslak iken turfanın ağzından giren Ahmet in kafası bir türlü çıkmaz zorlayınca kuşlakları yolunacaktır, vazgeçerler. Köyün akıllı adamlarından birini çağırırlar. Ana ciğeri ne Ahmet’ine zarar gelsin ister ne de turfana, ama birisi mecburi zarar görecek. Adam akıllı, turfanın ağzını kadının emek emek çıkardığı yağı bolca sürerek yağlar ama Ahmet diğer denemelerde kulağı acıdığından tekrar denemeye cesaret edemez ve nihayet turfan kırılır Ahmet’in başı da sağlam çıkar.

 

Sağlam çıkmamış Ahmet’in sakarlığı devam ediyor

Bu olaylar yatıştıktan sonra aradan bir altı ay kadar ya geçer ya geçmez, Ahmet yine bir sakarlık yapar bu seferki de yine o kuruyası başı ile ilgili. Köy yerlerinde adettendir, evden biri gurbete veya askere gitti mi evde kalan küçükler onlara selam gönderir.. Ne ile tabi gökte uçan ve sesi ile haberdar eden uçak ile. Aile yemek yiyor teyyare geçmekte, sesi bizim Ahmet duyuyor. Hemen koşup pencereye uzanıyor ve sabit olarak yapılmış olan pencereyi koruyan demirlerin arasından kafayı sokup yukarda uçmakta olan uçağa “teyyareee ağama selam söyle” diye birkaç selam kelam gönderdikten sonra tekrar kafasını içeri almak ister ama ne var ki bu seferde Ahmet’in başı pencere demirine sıkışıp kalır. Ha uğraş, ha uğraş Ahmet ana babasına durumu pek bildirmek istemiyor ama ne var ki onların da “hadi oğlum yemek bitiyor gel” demesine bir türlü cevap veremiyor.

 

Ve nihayet Ahmet ağlamaya başlıyor. Anne baba anlıyor ki Ahmet’in başında yine bir dert var, başlıyorlar Ahmet’le uğraşmaya.. Çaresiz kalınca da demirleri genişletmek için çare ararlar ama çare yok demirin testeresi olduğunu bile bilmez gariban köylüler. Nihayet ilkel usullerle birkaç saat uğraştıktan sonra Ahmet’in kafasını demirlerden kurtarıp rahata erdirirler. Zaman gelir geçer Ahmet artık yaptığı bunca sakarlıktan sonra ana babası bundan iyice usanır ve askerden sonra çalışmak için İstanbul’da olan ağabeyinin yanına gönderip başlarından savarlar. Neyse ağabeydir, tabi büyük sözü tutar ve sakarlığını bildiği kardeşi için “burada ne yapacak bir iş yeri bulurum orada çalışır boğazını geçindirir” der ve Mahmutpaşa’da bir gömlek imalathanesinde bulduğu getir götür işi için patrondan rica eder ve Ahmet burada iş başı yapar. Bir müddet bu gömlekçide çalışan Ahmet artık açılmış İstanbul’u da öğrenmeye başlamış ve uyanık bir Anadolu safı olmuştur. Olmuştur da yine köy kültüründen bir türlü kendini arındıramamış yine kendi kafasına göre saflıklar yapmaya devam etmiştir. Onun bu saf hali ise gömlek atölyesinde çalışanların eğlencesi haline getirmiş bizim Ahmet’i...

 

Ahmet yine başlar sakarlığa

Ahmet bir öğle paydosunda dışarıda çocukların eğlenmesi için yuvarlak bir tel ile içi köpüklü su dolu bir şişede satılan oyuncaktan alıp geliyor atölyede kesimci olarak çalışan Mari’yi de çok sevmektedir. Ahmet yalnız ona jest olsun diye patronun yokluğundan istifade ederek başlar yine sakarlığa. Herkesin maskotu olunca onlar da bunun bazı hareketlerine göz yummaktalar. Bunu fırsat bilen Ahmet elindeki teli şişeye batırıp çıkarıyor ve atölyede kesim ustası olarak çalışan Rum kızına sesleniyor gülerek “Mari bak bana, ne aldım görüyor musun şenjale balon” diyor. Ve şişeye batırıp çıkardığı telin halkasına yukarı doğru püf diye üflüyor yukarı halkalar çıkararak çıkan baloncuklar yere iniyor.

 

Ahmet öbürlerinin gülüşmesi ile bu işi defalarca tekrarlıyor. Ama hiç biri de bilmiyor ki bu köpüklü su renkli bir sıvı atölyede yukarı giden köpükler indiği yerde büyük bir leke yapıyor bu da kuruyunca gömleklik kumaşlar üzerinde daha çok meydana çıkıp beliriyor.

 

Nihayet patron gittiği yerden geliyor bir de ne görsün atölyede ne kadar gömleklik kumaş var ise hepsinin rengi kırmızı bir hal almış. Deliye dönen patron Ahmet’e ne yaptığını sorar, sinirli ama usuldan Ahmet çok hoş bir iş yaptığını zannederek Rum asıllı patronuna “Mösyö Aleko bak”, diyor teli şişeye batırıp çıkarıyor üf diyor ardından “şenjale balonnnn” diye de ekliyor.

Bu durumu gören ve dinleyen patron Ahmet’in elinden tutup şişenin içersindeki köpüklü suyu başından aşağı döküp “işte Ahmet efendi benim gömlek kumaşları oldi duman şimdi sende oldin şencale balonnn hadi bakalim güle güle” deyip kıçına tekmeyi vurduğu gibi dükkanın önüne koyuveriyor, yani işten atıyor.

 

Sakar Ahmet durur mu yine sakarlık yapıyor. Artık işten çıktığını duyan ağabeyi ne yapsın çaresiz bir iş daha buluyor ama Ahmet biraz İstanbul’u gezmek için izin istiyor abisinden, o “hayır” diyor “Çalışacaksın. Tembellik yok” diyor..

 

Ahmet bu ya işte bir sabah erkenden boğaz vapuruna binip açılıyor boğaza doğru. Yok, canım gezi değil bir iş yapmak kasdıyla tabi. İşi ne? Anadolu yakasında ağabeyinin bir veresiyeden dolayı alacağı var bunun yerini de bizim Ahmet biliyor. Ağabeyinin emri ile vapura biniyor bunun her işte bir sakarlık yapma durumunu bilen ağabeyi onu sıkıca tembih de diyor “aman ağam sakın bir yanlış iş yapma müşteriye var, benden selam söyle şu kadar borcunu versin al gel” diye. Vapura binen bizim saf ama şeytan Anadolu çocuğu Ahmet vapurun bu deryalarda nasıl gittiğini merak eder vapurun en yüksek direğine milletin fark etmediği biranda çıkıverir. Durumu fark eden yolcular hemen idareyi uyarırlar, Ahmet bütün yalvarmalara rağmen Üsküdar iskelesine kadar direkten inmez ve “Buradan çok gözel görünüyor her yer siz de çıkın gelin buraya” diye aşağı bağırır. Üsküdar vapur iskelesinde güç bela direkten indirilen Ahmet, yolcular arasına salınınca bu sefer de kaptan köşkünün kapısına dayanır. Kaptanlara içeri girmek için işaret eder, bunun sakıncalı olduğunu kaptan izah edene kadar kaptan köşkünün tepesine çıkar. Yine hadi görevliler iş başına. Ahmet oradan da indirilir bu sefer makine dairesine iner, bin bir güçlükle zapt edilen Ahmet makine dairesinde bir sakarlık yapmadan çıkarıldığı sanılır. Aslında Ahmet eline geçirdiği bir uzunca demiri bazı yerlerinden görünen denize atarım diye makine dairesine atıverir. Vapur Anadolu hisarı iskelesinde arızalanır. Görevlilerde bir telaş Ahmet yine piyasaya çıkar ve “ohh onu da ben yaptım” der. “Ne yaptın?” “Gemiyi bozdum” der ve eliyle işaret ederek “o delikten demir attım içeri” der. Yetkililer Ahmet’in ellerini bağlamakta bulurlar çareyi ve Ahmet gideceği yere inmeden başka bir vapur ile tekrar Eminönü iskelesine getirilir ailesi aranır, Ahmet bir türlü adres vermez ama der “benimle gelirseniz ağamın evini gösteririm” deyince bir görevli Ahmet ile ağasının evine gelir ve vapurun bazı zararlarını Ahmet’in ağasına ödetirler.

 

Sirkeci Çekmece hattı banliyö treninde ki sakarlığı

Bir gün Ahmet’in eline bir parça satılacak mal alan abisi onu Zeytinburnu Bakırköy gibi semtlere satış yapıp para kazanmak ve İstanbul’u iyi öğrenmesi için gönderir. Banliyö trenlerinde normal vagonlardan hariç dar ve kısa olan birer de bagaj vagonları vardır, yükü olan insanlar genelde yolculuk için bu vagonları tercih ederler. Ahmedi o semtlerde seyyar satıcılık yapan bir arkadaşına emanet eden abisi hemşerisini uyarmayı da ihmal etmez ve “arkadaş bizim bu çok sakardır aman gidip gelirken buna fazla yüz verme sonra seni mahcup eder” der.. Trenin bagaj kısmına bunlarla beraber birkaç kişi daha biner.

 

Ahmet’in köylüsü Çekmece’ye gidecektir. Ahmet ise Zeytinburnu’nda inecektir. Tren istasyona yanaşır Ahmet kapıya biraz uzaktır arada ise yükler vardır. Ahmet güya pratiklik yapmak ister ve yüklerin üzerinden kapıya doğru bir sıçrar ve sıçraması ile bagaj kapısına kendini hızla vurur. Kapının camı kırılır. Ahmet yolcuların indiği iskele durağına fırlar Allah’tanki tren durmuştur, zarar görmez ama cam kırılmıştır. Ahmet satacağı eşyasını alıp trenden iner gider. Bagajda kalan hemşerisini kondüktörler yakalar ve “senin hemşerinmiş camı kıran bunu sen ödeyeceksin” derler. Adam camı ödediği gibi öğleye kadar da işine çıkamaz istasyonda tutuklu kalır ve tamı tamına devlete 13 lira 25 kuruş cam ceremesi öder. Ve akşam eve gelince Ahmet’in ağasından bu parayı alır “bir daha ben senin kardeşini bir yere götürmem arkadaş” deyince ağabey artık bu işe iyice sinirlenir ve bunun sakarlıklarına fazla tahammül edemeyeceğini anlayınca Ahmet’i köyüne eliyle getirip ana babasına teslim eder ve kendisi de rahat bir nefes alır.

(*) yayık