Zeki Oğuz
Saklı cennet: BOTSA
Çok güzel bir coğrafyada yaşıyoruz. Tarihi ile doğası ile her an sürprizler yapan bir coğrafya bu. İşte bu yüzden şanslıyız, her yolculukta yeni keşifler yaparak dönüyoruz. Geçtiğimiz Cuma günü gittiğim Botsa beldemizden nice güzelliklerin keşfini yaşamanın keyfiyle döndüm. Elbette her yolculuğumun sonunda olduğu gibi yeni dostlar kazandım, makinam güzel karelerle doldu. Dönüşte bunları dostlarımla paylaşmanın güzelliğini yaşadım.
Elbette daha önce de gitmiştim Botsa’ya, Lakin tam anlamıyla gezememiştim. Adını hep duyduğum Gavur Gölünün kıyısından geçmiş ama göl buz altında olduğu için güzelliğinin farkına varamamıştım. Bir ay kadar önce fotoğraf sanatçısı arkadaşım Ercan Duymaz ile gitmiş Oruçpınarı çeşmesinin başında yemek yemiş, şifalı sudan içip Kilistra, Bulumya üzerinden geri dönmüştük.
Geçtiğimiz Cuma günü, Botsalılar Yardımlaşma Derneği Başkanı Memiş Ali Yaşa, dernek yönetiminden İbrahim Çakır, NE. Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden öğretim üyesi Aziz Ayva ve öğrencileriyle birlikte gittik beldeye. Öğrenciler bölümleriyle ilgili derleme/araştırma yapacaklardı beldede.
Şehrimizin güney batısında birbirine paralel uzanan üç vadi var. Bu üç vadinin içinde ise üç güzel beldemiz sıralanır. En başta Kilistra, güneyinde Botsa, onunda güneyinde Detse. Bu üç vadi küçük bir kapadokyayı andırır ama kapadokyadan farklı olarak çok sulak bir bölgedir burası. Kilistra antik bir tepenin üzerine kurulmuşsa Botsa’da antik bir kalenin eteğine kurulmuş.
Beldede muhtar Dursun Uğurlu ve azalar tarafından karşılandık. Kısa bir çay molasından sonra yöre insanıyla söyleşmek, beldeyi tanımak için sokağa çıktık. Yöre insanı alabildiğine konuksever ama fotoğraf çekimi için biraz çekimser. Özellikle kadınlar mahcup davranıyorlar, yanımızda muhtarın varlığı kolaylık sağlıyor biraz. Bir evde öğrenci kızlarımız düğünlerde giyilen yerel giysileri giyiyorlar. Evin önünde kışlık odununu tahra ile kıyan yaşlı bir kadın kızlara takılıyor, benim gelinim olun, diye. Kalenin eteğindeki evlerin çoğu viran olmuş. Sit alanı olduğu için yeni ev yapmak da mümkün değil. Halkın in dediği kayalara oyulmuş kiliseleri geziyoruz. Fotoğraf çekerken, saklı bir tarih, saklı bir cennet, demekten kendimi alamıyorum.
Belde kalenin güneyinde kalıyor. Kale bütün bölgeyi gören hakim bir noktada. Çevrenin doğal güzelliği daha iyi ortaya çıkıyor kalenin üzerinden.Çok geniş bir araziye sahip Botsa. Beybes’ten başlıyor arazi. Zaten söylentiye göre köyün ilk yerleşim yeriymiş orası. Beldeyi Kilistra, Detse, Evliyatekke, Hatunsaray arazileri çevreliyor. Şehre uzaklığı 45 km. Kilistra kavşağından sola dönülerek ulaşılıyor. Temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılık. Yaylaya haziran ayının ilk haftası çıkıyorlarmış.
Kilistra ve Botsa’da dere kenarlarında yöreye has bir çalı var. Halkın gilabba, gilabura dediği bu çalının meyvaları güz aylarında olgunlaşıyor ve kızarıyor. Yöre insanı bu meyvadan şurup yapıyor, turşu kuruyor, kışın çerez niyetine yiyor.
Öğleden sonra ötekiler köy içinde araştırmalarını sürdürürken muhtar Dursun ve aza Yakup ile Gavur Gölüne gittik. Beldeden on km.uzaklıktaki göl doğudan batıya uzanan bir vadide. Yaklaşık iki bin metre yükseklikte muhteşem bir güzellik. Evliyatekke ve Botsa arazilerinin sulamasında kullanılıyor gölün suyu. Gölün doğusunda ise beldenin yaylası var. Halen ağıllarda kalan sürüler birkaç gün sonra bu yaylaya çıkacaklarmış. Eskiden çok aile çıkarmış Şalgamlık yaylasına ama giderek azalmış yaylaya çıkanların sayısı. Küçükbaş hayvancılık oldukça gerilemiş.
Bu aylarda gavur Gölü çevresi ile Şalgamlık yaylasında mantar zamanı. Közde mantar sevenler için tam zamanı.
Meraklısına not: Oruçpınarı suyunun şeker hastalığına iyi geldiği söyleniyor. Burdaki çeşmeyi eski eğitimcilerimizden rahmetli Ali Sert yaptırmış. Çeşmenin batısında uzanan yelyeşil vadi eşsiz bir yürüyüş alanı.
Kamp yapmayı sevenler Gavur Gölünün iki yakasını seçebilirler.