Sapık Ruhlu Derviş'le Yerden Biten Adam
Kendisini derviş gibi gösteren Hasan isminde bir düzenbazın masum bir köylü kızının başına açtığı sıkıntıların hikayesi... Mutlu sonla biten bir öykü..
İsmail DETSELİ
Yıllar önce idi. Bizler TV’den, teypten, radyolardan yoksun; iletişimin az olduğu yıllarda ana baba nine ve dedelerimizin anlattığı o güzel kahramanlık ve dürüstlük içeren manalı masalları dinlerdik ve saatlerin nasıl geçtiğini anlayamaz hatta masal anlatan ninemize ve dedemize ‘ne olur bir daha bir daha anlat’ diye yalvarırdık. O garibim de bizden kurtulabilmek için ‘guzularım yarın erkenden toplanın ben daha size ne katı açılmadık meseller anlatacağım’ derdi de öyle dağılırdık evlerimize. Yoksa o anlatsa başından kalkmaz sabahlardık vallahi yanında. Şimdi ‘sahte derviş’ geçinen sahtekar ile başlayalım işe yine ve bir masal ile devam edelim girişe...
Eskiden köy ve kent yaşamlarında bunlar çok meşhur idi.. Masal anlatmak masal dinlemek... Analarımız babalarımız ninelerimiz yöre yöre her köyün birbirlerine yakın da olsalar bir anlatım dili vardı. Kimi köyde metel (masal) satmak kimi köyde mesel söylemek kimi yerde ise masal anlatmak gibi ifadeler kullanılırdı. Bizde mesel söylemeye başlayacak nine önce bir tekerleme söyler, bir bilmece sorar çocuklara ve ardından başlardı o dinlemeye doyamadığımız meselleri.
Mesel mesel mali mesel
dili vursam damak keser
serçeciğinin kulağından
cipil cipil kanlar akar
Peki bu kan akışı nedir? Bizim köyümüzde çok meşhur olan kılabba dediğimiz son yılların şifa kaynağı olan bir bitki kitap dilinde sanırım ‘gılabura’ denirmiş. Bunun bilinmesi için bilmece olarak araya sıkıştırıp bundan sonra bir tekerleme daha söylerlerdi.
Mesel mesel maliki
Oğlu kızı on iki
Hep dervişler gelmişte
Hasan derviş hani ki der
Ardından anlatacağı meselin içeriğine özel birde mani söylerlerdi.
Hatma gız bahçada erik devşirir.
Derviş dedesi gelmiş aklın şaşırır
Hatmanın etleri burnundan gelsin
‘Tangoca’ (saç sakal birbirine karışmış büyük görünen kafa) ‘kafaların dökülece galsın’ der. Artık bu masalın güzel ve dinlemeye değer olduğunu anımsatırdı. Biz çocuklara biz de onu ağzımız açık dinlerdik ardından ‘bir daha bir daha’ dedik mi başından o gün savmak için ‘yarın gelin daha katı açılmadık meseller anlatacağım size’ der ve bizleri uykuya gönderirdi.
Zamanın birinde altında binek olarak kullandığı bir atı ile köylere dilenmek ve bir şeyler toplamak için gelen pejmurde, giyimi kuşamı dökük adam kılığından çıkmış. Ve ruhunda sapık emeller taşıyan bu derviş kılıklı sahtekârın kendi köyünde 11 oğlu bir de kızı olmak üzere 12 tane çocuğu varmış. Kız çocuğu evlatlarının en küçüğü imiş. Bu adamı civar köylerin insanların hep hasan derviş diye bilir ve o da köylüler tarafından çok sevilip sayılırmış herkes elinden geldiği kadar buna yardımcı olurlarmış. Topladıklarını götürür çocuklarını beslermiş. Bu dervişin gerçek yüzü yıllar sonra meydana çıkmış ama gerçek yüzü öyle pek göründüğü gibi iyilikli değil tam tersi imiş. Onun için yöremizde şöyle denirdi “mesel mesel maliki oğlu kızı on iki hep dervişler gelmişte hasan derviş hani ki” diyerek başlarlardı metel satmaya mesel söylemeye.
Hasan isminde bir düzenbaz kendini derviş gibi göstererek sanki kendi halinde yine bir köyde dilencilik yapıp gezerken bir evde olan konuşmaları pencere dibinde dinlemiş. Ev sahibi zat iki üç günlüğüne köyden lazım olan ihtiyaçlarını almak için şehre gitmeye karar vermiş. Bir iş mecburiyetinden dolayı eşini de yanında götürmesi icap ediyormuş. Ama bu adamın bir kızı varmış Fatma diye..16 yaşlarında filan babası anası Fatma kıza “kızım biz annen ile şehre ihtiyaç görmeye gideceğiz sen iki gün teyzenin kızı dudu ile beraber evde kal, sakın korkmayın” der. Bu konuşmaları kapını bir kenarında gizlice dinleyen ve her şeyi duyan Derviş Hasan aklındaki kötülüğü uygulamak için evin kızı Fatma ve teyze kızı Dudu’yu akşamüzeri evlerinden almaya gidince Derviş Dede gizlice Fatmaların evine girer atını ahıra da bir yere bağlar ve evde bir dolabın içine gizlenir. Fatma kız Dudu ile evlerine gelince Derviş Dudu’ya dolabın içersinden sırıtıp dişlerini gösterirmiş. Zaten çok küçük olan Dudu kız çok korktuğu için Fatma’ya “aba ben burada seninle yatmam ben evimize gideceğim” diye tutturmuş. Ama korkusundan “burada dolapta gizlenmiş bir adam var” demezmiş. Fatma bakmış ki olmayacak Dudu kız durmuyor ve ağlıyor Duduyu götürüp evlerine bırakmış ve kendi kendine konuşarak gelip evlerine girmiş. Neden korkacağım iki gün için babamgil de gelecek zaten komşumuz yakın komşularımız da var diyormuş ki Derviş Dede hemen meydana çıkmış ve sırıtarak “korkma gızım korkma Derviş Deden var, seni çok sever bu deden diyerek üstündeki elbiselerini çıkarmış ve Fatma’nın üzerine sırıtarak yürümeye başlamış. Fatma kız yaşına rağmen çok uyanık bir kızmış. Dervişe “Derviş dede sen yabancısın karnın açtır ben bir güzel yemek yapayım senin niyetin belli, ben anladım yemekten sonra konuşalım, koklaşalım” demiş. Bu sözlere çabuk aldanan Derviş ‘tamam’ der Fatma kız hemen mutfağa gider ve büyük bir tavada bolca bir yağ kızartır. Ve o kızgın yağ ile odaya girer çırılçıplak oturmakta olan dervişin boyundan aşağı boca ediverir ve o anda neye uğradığını şaşıran Derviş “yandı boydan aşşaklarım (boyumdan aşağılarım) döküldü oğlum uşşaklarım yandım yandım yaktın beni Fatmaaaaa” diye avazı çıktıkça bağırıyormuş.
Fatma kız hemen dışarı fırlamış, kapıdan çıkarken eline geçirdiği bir baltayı da almayı ihmal etmemiş. Kapıyı dışından kilitlemiş. Korkudan kimseye bir şey diyemez ve kapının önünde beklemeye başlamış. Bu arada biraz sakinleşen Derviş içerden aldığı bir kazma ile kapının eşik altını kazmaya başlamış ve kısa bir süre sonra kapının altından kafasını uzatıp çıkmak için çabalamaya başlamış. Bu durumdan iyice korkan Fatma kız Derviş’in dışarı çıkmış olan kafasına elindeki baltayı olanca hızı ile vurur ve gövdeden kafayı kopartır. Kopan kafa o hınç ile gelir Fatma kızın bacağından ısırır ve orada kalır. Bu durumda kan korkusundan bayılan Fatma sabaha kadar orada kalır.
Sabah bir uyanır ki kimseler yok, Derviş geçinen ırz düşmanının kafasını kırar ve bacağını onun dişlerinden kurtarır. Korkulu bir vaziyette evlerine girer ve içerde dervişin bütün vücudunu balta ile doğrar, kendi heybesine doldurur. Ve heybeyi de dervişin atına yükler ata iki de kamçı vurup kovalayıverir. Dervişin atı o hız ile doğru köyünün yolunu tutar dervişin oğulları atın gelişini geriden görünce “babamızın heybesi dolu geliyor ama kendisinden koku geliyor” derler ve atın sırtındaki heybeye bakarlar ki babalarının parça parça doğranmış cesedi dolu heybede. Hemen büyük oğlanın başkanlığında aile meclisi toplanır ve şu kararı alırlar: Atı gerisin geri sürüp kamçılayacaklar at nereye varır durursa babalarının ölüm evi olarak kabul edecekler o evi. Ve öyle yaparlar ata iki kamçı vurup geldiği yöne doğru sürerler, at doğruca sahibinin öldürüldüğü köydeki evin önünde durur. Oğlanlar önce hilekâr davranıp evdekileri çözmeye çalışırlar ve bunu da evden değil ama komşulardan anlamayı başarırılar ve evin kızı olan Fatma’nın babalarının katili olduğu haberini alırlar ve eve baskın yaparak kızı küçük kardeşlerine eş olarak isteyip dünür olurlar. Fatma kız durumu anlamıştır ama çaresizdir, itiraz etmez onlar da kızı gelenlere verirler ve gelin olarak alıp giderler.
Dervişin oğullarını birde 12 -13 yaşlarında kız kardeşleri vardır gelin kızı bir odaya kapatıp dışarıda plan yapmaya başlarlar. Plan şudur: Hepsi birden harlı bir ateş yakıp ellerindeki demir şişleri kızartıp Fatma kızı şişleyecekler ve kıza birde iftira atacaklar kız çıkmadığı için kocası öldürmüş diyecekler. Fatma bunların konuşmalarını dinler ve yanına gelen evin genç kızı Fatma’nın gelinliğini ve allı güllü elbiselerini görünce onları ne güzelmiş diye okşar Fatma derki “Elbiseleri çok mu beğendin?” Evet der. “Sen elbiselerini bana ver ben bunları sana vereyim, yanız benim çişim geldi bana bir çıkış yolu göster, abeylerin görmesin yoksa elbiseleri senden alırlar” deyince kız ile elbiseleri değişirler ve evin kızı bunu arka kapıdan gizlice çıkarır ve gelinin yatağına atıverir dışarıda gözlerini kan bürümüş olan dervişin oğlanları içeri girerler ve ani bir hareketle yatakta yatmakta olan kız kardeşlerini şişleyip öldürüverirler. Onlar bu cinayet ile uğraşırlarken bizim Fatma kız bir hayli yol alır ama gelirken gözleri kapalı olduğu için yön tayini yapamaz. Anne baba köyüne geleceğine tam aksi istikamette bir köye doğru kaçar yalnız ne var ki bir incecikten kar yağmaya başlayınca izinden bulurlar. Fatma bir büyük ardıç ağacının içine saklanır Allah tarafından oraya kadar izi sürüp gelen zalim oğlanlar, ardıç içinde Fatma’yı bulamayıp akşam oldu diye geri dönerler. Sabah erkenden yine o ardıcın dibine varırlar yine bakarlar iz gitmiş düşerler peşine. Buradan onlar gelmeden kaçmayı başaran Fatma ilk önüne gelen bir köydeki eve sığınır. “Kimsin necisin” diye evin ihtiyar kadını ile erkeği sorarlar? Fatma başından geçenleri bir çırpıda anlatır ve yine zalimler tarafından aranacağını kendisini saklamalarını söyler. Onlarda evin oturdukları kilimin altında bulunan buğday kuyusuna saklarlar Fatma’yı.
Biraz sonra izden yine bulup gelen dervişin kanlı çocukları ev sahiplerini çok sıkıştırırlar ve çok döverler evin her tarafını ararlar tabi kızı bulamazlar ama bu evi de boş bırakmayacaklarını ve hep kontrol edeceklerini eğer burada bulunursa Fatma kızı ve ev sahibi olan ihtiyar karı kocayı öldüreceklerini söylerler ve giderler. Bu karı kocanın da para kazanmak için gurbete gitmiş bir oğulları vardır ama yıllardır köyden gideli kendisinden hiç haber alınamamış yani kayıp olmuş ana baba da oğullarından umudunu kesmiş.
Ev sahipleri Fatma kızı ölüm korkusundan dışarı çıkartamıyorlarmış.
Nihayet bu güçlükler içersinde uğraşırlarken, Allah daima mazlumun yardımcısıdır derler ya, işte o vukubulmuş. Adamların yıllardır kayıp oğulları ansızın bir gece çıkmış gelmiş.
Anası babası ile hasret giderirken mutfaktan bir dünya güzeli kız elinde bir fincan kahve ile gelmiş oğlana kahveyi uzatmış ve tevazu ile ellerini göğsünün üstüne kavuşturup durmuş.
Oğlan hayretle bir anaya bir babaya bakmış “bu benim kardeşim mi yoğsam ana” demiş. Aile şaşkınlık içersinde bir lafa kadir olamamış. Sözü hemen akıllı kız Fatma alıp “yiğit beğim ben senin kardeşin değilim amma belki istersen kardeşin olurum, istersen senin başına püsküllü bir bela olarak eşin olurum” deyince oğlan “aslını söyle bana da cevap bulayım sana” demiş.
Kız başından geçenleri ve anan baba bildiği insanların kendisine yardım ettiklerini ama her an kendisi yüzünden ölüm korkusu ile yaşadıklarını anlatmış. Oğlan “mesele bu mu?” der alaylı bir üslupla kız “evet yiğidim şimdi sen benim için neye karar verdiğini sabah anama babama bildir” der. Oğlan “sen o dervişi namus için mi öldürdün der?” evet der kız. “Bunu bana nasıl ispat edersin” deyince, kız dervişin kafasını kopardığında nasıl bacağını ısırdığını ve bacağındaki diş izlerini gösterip durumu anlatınca oğlan “mert kız, güzel kız sabahı beklemeye gerek yok, anam babam kabul ederlerse ben seni Allah’ın emri ile eş olarak kabul ettim” der.
Ertesi gün köyde bu hadise yayılır. Oğlan yıllarca çalışmış üç beş kuruş para kazanmış köyüne gelirken yolda birilerinin bir kefen içersinde bir ölüyü sürüyüp tekme ile döverken görmüş. Yanlarına varıp nedenini sormuş, onlar da bu ölünün kendilerine 500 dirhem borçlu olduğunu ve ödemeden öldüğünü onun için dövdüklerini söyleyince oğlan da elindeki 500 dirhemi onlara verip ölüyü ellerinden alır ve kabrine gerisin geri defneder. Parasız pulsuz köye gelir. Düğün için para yoktur ama kız zaten evde olunca baba, ana “paraya gerek yok, kız zaten bizim kızımız gibi bu işi hallederiz” derler ama oğlan bunu kabul etmez. Sabah kalkar tam bir şeyler kazanmak için bir iş bulmaya çalışır, karşısına tanımadığı bir adam çıkar ve der ki “arkadaş ben buradan biraz mal almak isterim bana yardımcı olur musun?” “Ne alacaksın ağa”, “elli tane kuzulu koyun alacağım” “tabi” der başlar oğlan “köyde mal satmak isteyen var mı” diye seslenmeye. Birisi der ki “ben satarım” adam gelen misafire “şu adam satacakmış” der. Bakarlar mala fiyatta anlaşıp alırlar, misafir adam “arkadaş bu malları falan köye götüreceğiz, benimle gelir misin, hem de bu mallara ortak olalım” der. Genç ağa benim param yok ki ne ile ortak olayım” deyince “Olsun para benden, mal bulmak senden” deyince oğlan “olur” der giderler, malları akşama satıp gelirler 200 dinar kazanırlar, 100’er dinar bölüşürler adam “bana müsaade ben gideceğim sen bak mal bulursan bana çağır geleyim” der oğlan “ağa ben sana nerden çağırayım sen nerelisin” der. Adam karşıdaki tepeyi işaret ederek “şu tepeye çık, yerden biten gel ben mal buldum de ben gelirim” der. Oğlan ertesi gün biraz daha mal bulur, gider tepeden ‘ey yerden biten adam gel’ deyince hemen adam yanında belirir. Yine mal alırlar, satarlar yine bolca kar ederler, yine kaybolur adam. Yalnız gitmeden ‘sen o kızı alma o sana kardeş oldu’ der. Ana ve babanı çok sevdi onları ana baba diye bağrına bastı o sana hanım olmaz onun nasibi ayrı’ deyince ‘Ama bunu Fatma’ya nasıl söyleyeceğim’ der oğlan. Yerden biten de ‘ben söylerim’ der. Gece evde kalır ve onlardan gitmez. Oğlan şüphelenir bundan ve hiç uyumaz adam, gece kalkar, abdest alır uzunca bir namaz kılar ve Fatma’nın odasına girer. Kızı uyandırır ve “Fatma kardeşim sen bu evin oğlunu kocalığa alma o seni kardeş bilsin sen de onu, çünkü seni kardeş olarak daha çok sevecek ve himaye edecek o çok zengin olacak beni dinlersen refaha erersin, dinlemez isen başına çok felaket gelir” der. Ve sanki kız rüyada görmüş gibidir, kaybolur gider sabah bir kabustan uyanır gibi kalkar ve ana gibi sevdiği evin kadınına gece hayalinde gördüklerini anlatır.
Ve aile meclisi toplanırlar bu mucize insanı çözmeye çalışırlar ve iyi niyetli bunlara yardım etmek isteyen bir kişi olduğunda karar kılarlar. Adam ile böyle beraber ortaklık yapmaya devam eden evin oğlu Mülayim, bir gün başka bir beldeye gitmek üzere hazırlanan ortağına gitmemek için rica eder ama ortağı bu itirazı kabul etmez ve beraber gitmeleri gerektiğini sıkıca tembih eder. Mülayim bu kez “bana kardeş yaptığın kız her an için dervişin oğulları tarafından tehlikede olabilir en azından buna bir çare bulalım, öyle gidelim” deyince “olur” der yerden biten adam. Ve ertesi gün yanında başka yakışıklı bir delikanlı ile çıkar gelir ve “Allahın emri peygamberin kavli ile ben Fatma kızı bu delikanlıya istiyorum ne dersiniz?” deyince ağızları bir anda sanki bağlanıveren aile ve ağabey durumundaki Mülayim onu çok sevip güvendikleri için “olur” deyiverirler.
Kız eve gelen ve hiç kimliği bilinmeyen oğlana veriliyor
Sapık dervişi öldürdükten sonra başına birçok felaket gelen talihsiz Fatma artık işi kaderine bırakmıştır, hiçbir söze sahip değildir. Olayları hep seyredip evet demektedir. Düğün yapılır işler tamam olur, kız ile damat bir odaya katılırlar yine yerden biten adam gözlerden aniden kaybolur. Gece kız evlendiği adama sorar “sen kimsin nerelisin bu adamı nereden tanıyorsun bu adamın ismi nedir” deyince. Damat “valla ben de bilemedim eskiden bizim köyde yaşayan bir ulema vardı ona benzer ama o öleli bir hayli oldu başka bir şey bilmiyorum. Hatta bu ölen alimin babama biraz da borcu vardı, öldü gitti ama babam da öldü ben başka bir şey bilmiyorum. Beni ormanda odun toplarken buldu ve getirdi seninle evlendirdi”. “Peki, senin kimin kimsen yok mu” der kız. Oğlan “hayır” der. Neyse onlar karı koca olurlar birkaç ay böyle yaşadıktan sonra dervişin oğlanları bu eve bir gece baskını yaparlar. Ve çok büyük bir kavga olur. Dervişin uşaklarına damat ağabey Mülayim ve hiç ummadıkları bir anda beliriveren yerden bitme adamla öyle bir dayak atıp ders verirler ki bir daha oralara gelmemeye dervişin oğlanları yemin edip dayak acısı ile kaybolup giderler.
Ertesi günü akşam vakti yerden biten adam gelir “haydi arkadaş seninle çok uzun bir yolculuğa çıkacağız annen babandan kardeşinden eniştenden izin al” der. O da buna uyar ve izin alır yola çıkarlar. Yerden biten adam Mülayim “arkadaş bak şimdiden sonra kardeş ortağıyız ne kazanırsak ortak, tamam mı” der o da “olur” der, yola düşerler bir ay kadar giderler bir başka ülke topraklarına girerler. Ülkeye girince bir tellal sesi duyulur, “beğin kızı ile evlenmeye cesaret eden var ise akşam beyin konağına gelsin”Mülayim’e yerden biten adam “git beğin kızı ile evlenmeye talip ol” der. Mülayim gider talip olmaya, adamın biri der ki “işte bir kurban daha geldi, ne salaklar var dünyada beh” Mülayim merakla sorunca “Ne olacak sen 600. olacaksın yarın ölen bu kızla tam 599 adam evlendi sabaha ölüleri çıktı sende yarın 600 olursun” deyince Mülayim geri gelir arkadaşı ve ortağı olan adama “ben bu kıza talip olmam onunla evlenen ölüyormuş” der. Arkadaşı ortağı ona “ben ne diyorsam onu yap ortak değil miyiz, itiraz yok” der azarlar Mülayimi çaresiz o da gider talip olur beğin kızına.
Ve hemen düğün hazırlıkları yapılır ve düğün olur gerdek günü gelir. Yerden biten adam “arkadaş gerdeğe beraber gireceğiz” der. Mülayim “olur mu abi madem sen gir ben vaz geçeyim” der, “olmaz ikimiz gireceğiz” der Mülayim çaresiz kalır ve razı olur önden yerden biten girer kızın yanına, ardından Mülayim girer. Yerden biten hemen karyolanın altına saklanır oğlana işaret eder “gelinin yatağına yat” diye o da yatar gece geç vakit olur evin içersinde bir gürültü olmaya başlar kızın boğazından kocaman bir yılan çıkar tam damadı sokup öldürecek hemen yerden biten adam yılanı yakar ve öldürür. Biraz sonra bir başka yılan daha çıkar onu da öldürür biraz sonra bir yılan daha çıkar onu da öldürür. Artık gelin kız baygınlık geçirir uyur, adam oğlanın kulağına “artık ben çıkıyorum karı koca olun” der. Çıkar gider. Sabah olur her zaman ki gibi tabut hazırlanır damat ölmüştür diye ama bakarlar ki ne görsünler akşam gerdeğe koydukları damat sağdır, bu mucizeyi hemen beğe iletirler. Beğ damadını yanına kızı ile çağırır “oğlum sen benim has damadımsın dile benden ne dilersen” der hemen yerden biten adam ortaya çıkar “bize ölünceye kadar yetecek altın ve kendim memleketimize gitmek içinde binit ver” der. İstekleri kabul edilir ve altın yüklü atlar ve eyerlenmiş atlar verir beğ, yola çıkarlar. Bir çeşme başına gelirler. Yerden biten adam “dur arkadaş bakalım ben artık sizden ve ortaklıktan ayrılacağım” der.
Mülayim “yapma ortak iyi idik neden ayrılacaksın?” “Yeter artık benim seninle işim bitti” der. “Gel kazandıklarımızı bölüşelim” deyince Mülayim “olur” der iki altın yüklü hayvanın birini Mülayime verir birini kendine alır her ne var ise yarı yarıya böler. İş kıza gelir “kızı da bölüşeceğiz” der. Mülayim “olur mu kızı nasıl bölüşelim malların hepsi senin olsun kız benim olsun” der olmaz der öbürü itiraz eder. Ve orada buluna bir ağaca kızı ayaklarından başı aşağı asar elindeki kılıncı çeker kaldırır ve kızın beline doğru hızla sallayınca kız korkudan öhhhh diye iç geçirince o anda kızın ağzından bir torba yılan yavrusu dökülür ve etrafa yayılmaya çalışırken yerden biten adam hepsini de öldürür. Kızı da asılı bulunduğu ağaçtan aşağı indirir.
Artık ayrılma vaktidir
Yerden biten “Mülayim seninle işimiz bitti. Bu altınlar da mallarda senin beğ kızı da senin ananın ak sütü gibi helal olsun şimdiye kadar kazandıklarımı da senin. Çünkü ölülere para lazım olmaz, ben hani sen bir ölü kefenli adamı alacaklıların elinden kurtarmıştın ya işte o ölü benim. Kardeşin Fatma ile evlenen oğlan da o bende alacağı olan beni sürüyen adamın oğlu idi. Onlar haklı idi ben borçlu ölmüştüm. Ama sen çok iyi bir adamdın ki tüm kazancını hiç tereddüt etmeden benim için verdin ben de hiç tereddüt etmeden sana bunları yaptım. Allah uzun ömürler versin eniştene ve babasına olan borcumu ödedim sana da ödedim. Allah sizleri mesut ve bahtiyar etsin” der gözden kayboluverir. Onlar da memleketlerine gelirler ömür boyu tatlı, mutlu bir hayat sürerler yani hikaye şu iyiliği ölüye diriye kime yaparsan yap karşılığı Allah katındadır, onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine...