İlk söylentiler, olağandışı askeri hareketlilik ve kimi birliklerin Boğaziçi Köprüsüne doğru seyir halinde olduğu şeklinde gelmişti. Sonrasında ilk görüntüler, bu seyir halindeki askerlerin Boğaziçi Köprüsünü tek yöne kapattığı olarak ekranlara düştü. Sonraki sahneleri de zaten hep birlikte yaşadık biliyoruz. Bu kalkışmanın failinin kim olduğundan, lokal mi ulusal düzeyde mi olduğundan bağımsız, yediden yetmişe halkımız, tüm il, ilçe, kasaba, köy hatta mezralarda bile bu kalkışmaya karşı esaslı bir direniş başlattı.
Bu direniş, devletin içinde bu kalkışmanın faillerince satın alınamamış polis, asker, savcı, hâkim ve kimi üst düzey bürokratların hamleleriyle birleşince, 15 Temmuz gecesinin son dakikalarında darbe geri dönmeye, 16 Temmuz’un ilk dakikalarında da ensesine basılmış darbecilerin karga tulumba gözaltına alınmaya başlaması olarak sonuçlandı.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım tüm bu sahne, gelecek olan kim olursa olsun, var olanın yerini alamaz duruşuydu. Var olana güvenin, kim olduğunu bilmediği darbeci müptezellere karşı, canımı bile feda edebilirimin tezahürüydü. O kadar ki, ülkenin neredeyse tamamında, nereden geleceği belli olmayan alçak bir bomba ya da kalleş bir kurşuna karşı insanlar sel olup akmışlardı.
Şehirlerin meydanları hınca hınç dolu, sokakları ise dolmuş meydanları taşırmaya çalışan insanlar kaynıyordu. Karısını gözünden sakınan erkekler ile kocasına kıyamayan kadınlar, o kurşunların önüne kendilerini atmak için yarışıyor, tankların paletleri arasına bedenlerini feda ediyorlardı. Bu güzel insanlar, henüz aşağılık darbeci taife kimdi, bu kalkışmayı ne için yapmıştı, bunları bile bilmiyordu. Bildikleri tek şey, ilk defa milletiyle omuz omuza bir yönetimle tanışmışlardı ve bu yönetimi kimseye yedirmek istemiyorlardı.
Onlar açısından bu, cansiperane korunması gereken bir vasattı. Bu vasat, Türkiye insanının 100 yıllık ezilmişliğinin, inancından dolayı horlanmışlığının, yaşadığı çaresizliğe karşı çıkışın direncini temsil eden cisimleşmiş ruhuydu. Kavga, içinde milyonların barındığı bu cisim üzerinden veriliyor, bu cismin ruhunu meydanı dolduran milyonların heyecanı besliyordu.
İlerleyen saatlerde darbe kalkışmasını FETÖ’nün yaptığı ortaya çıkmış, milyonlarca insan, ta ciğerlerine kadar alıp birlikte soludukları bir kitlenin ihanetine uğramışlardı. Nefes borularını kesen elin, akciğerlerinde misafir edip aynı havayı soludukları insanlar olduğunu gördüklerinde, o insanların gizli ajanda ve sınır ötesi ihanet içerikli işbirliklerine tanıklık ettiler. Bu tanıklık daha önce de defalarca yaşadığı sahnenin bir dejavusuydu.
Darbe kalkışmasının üzerinden, henüz beş yıl geçti. O gece bedenlerini feda eden kutlu insanların ne acısı unutuldu ne de topraklarındaki kanı kurudu.
Henüz beş yıl geçti ve o gecenin köşe bucak kaçan tilkileri ile kim kazanırsa sofraya onunla oturayım diyen sırtlanları el birlik edip o gece kendisini feda eden bu kutlu insanların gerideki varisi olan milyonları küstürdüler. Henüz beş yıl geçti ve bu simsarlar yüzünden, o gece evin hanımı tarafından daha ne duruyorsun diye uğurlanan ve bir daha geri dönemeyen o yiğitleri uğurlayan eller, bugün keşke diyorlar.
Bu durum, ne FETÖ’cü alçakların darbe kalkışmasını haklı çıkarır ne de bugün yaşananlardan dolayı keşke diyenlerin çaresizliğinin kalıcılığını ispat eder. Su akar, arkını bulur. Tilkisi ve sırtlanı eksik olmayan bu dünya, üzerinde yaşayan ve canını bu ülkede yaşayan milyonların selameti için feda eden yiğitlerin hakkını koruyacak kadar vefalı, onların fark edilmesini sağlayacak kadar cömerttir.
Tüm karartmalara, yalancı ve iğrenç duruşlara, ruhu satılık, bedeni kiralık aşağılık insanlara rağmen, o gün canını feda edenlerin geride bıraktıklarının alnı açık, yüzü aydınlık olacak, feda ettikleri değerin kazancını doya doya yaşayacakları günler gelecektir.