Zaman su gibi akıp gidiyor. Daha dün gibi 3 Kasım seçimleri. AK Parti seçimler sonucunda büyük bir çoğunlukla iktidar partisi oluvermişti. Birçok milletvekili adayı yataklarında öğrenmişti milletvekili olduklarını, daha şaşkınlıklarını atamadan kendilerini meclis koridorlarında buldular.
Bugünkü yazıma ilginç bir giriş oldu sanırım. Ama 2007 yılına genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri damgasını vuracak. Cumhurbaşkanlığı seçimleri yerel anlamda Ereğli halkını çok fazla ilgilendirmezken genel seçim havası şimdiden siyasetle ilgilenen herkesi sardı. Siyasetin dışında kalan vatandaşlar ise, geçen 5 yıl içinde Ereğli’ye neler yapıldığını değerlendirecek. Oy verdikleri insanlar bu oyların karşılığında hizmet üretebilmişler mi? Bunu sorgulayacaklar. Oylarıyla seçtikleri insanların karşısında konuşturulmayanlar yarın sandıkta son sözü söyleyecekler.
Hareketli bir yıla girerken 2006 yılına da güle güle diyoruz. 2006 yılında Ereğli’de neler olduğunu yazılarımızda değerlendirirken, neler olmadığını da sorgulayacağız elbette. Koltuk savaşlarını, çıkar menfaat ilişkilerini yazacağız. 3 Kasım’dan bugüne kadar yaşananların bir portresini çizeceğiz. Tabii bunları sadece Ereğli’nin menfaatlerini ve önceliklerini düşünerek yazacağız.
İktidarıyla muhalefetiyle Ereğli için bu koskoca beş yılda ne yapılmış, bir bakacağız.
Ereğlili’nin her zaman dediği “Bu dönemde Ereğli en büyük hizmetleri almalıydı.” Benim kendi görüşüm de bu yönde. Ereğli bu dönemde alabileceği bütün hizmetleri ve yatırımları almalıydı. Bu sözlerden Ereğli’nin beklediği hizmeti alamadığı anlaşılıyor. Beklenen hizmet alınmış olsa idi, Ereğlililer bu cümleleri kurmazdı. Bu cümleler neden kuruluyor? Bunların cevaplarını yine Ereğlililer’den alacağız.
2006 yılına Ereğli aslında üzücü olaylarla damgasını vurdu, onları da söylemeden geçemeyeceğiz. Unutmayacağız ki, tekrarı olmasın.
Ereğli halkı hesap veren değil, önümüzdeki dönemde hesap soran olacak. Gazeteciler olarak da onların tercümanı olacağız. Bu yazıyı da güzel bir kıssa ile bitirelim.
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
—Tadı nasıl? diye soran yaşlı adama öfkeyle:
—Acı diye cevap verdi.
Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:
- Tadı nasıl?
-Ferahlatıcı diye cevap verdi genç çırak.
- Tuzun tadını aldın mı? diye sordu yaşlı adam, "Hayır" diye cevapladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.