Aslında ne yazacağımı pek bilmiyorum…
Tek düşündüğüm ve kendime sorduğum “ne kadar çabuk geçmiş bunca zaman…”
Sahi, dünyaya intikal edeli tamı tamına otuz sekiz yıl olmuş.
Daha dün bezle dolaşan, bilyeyle oynayan, üniversiteye kaydolan, iş hayatına giren, evlenen ben; hayatımı belki de yarıladım, belki de sonuna yaklaştım…
Hiç geçmeyecekmiş gibiydi oysa bu kadar gün, bu kadar sene…
Yaş yolun yarısını çoktan geçmiş bile…
Evet, acılarla, sevinçlerle, ölümlerle, doğumlarla yaşanıp gidiyor hayat…
Gözümün önünden geçiyor bir sinema şeridi gibi yaşananlar…
Seksenli yılları hatırlıyorum…
Özallı yıllar…
Her şeyin çok hızlı değiştiği bir dönem…
Modernleşmenin ve çağ atlamanın tavan yaptığı seneler…
Her şeyi yapabileceğimizi düşündüğümüz, her şeye muktedir olabileceğimizi zannettiğimiz çocukluktan gençliğe geçtiğimiz yıllar…
Hayallerimizin sonsuz olduğu, hayattan beklentilerimizin bizi peşinden sürüklediği gençlik yılları…
Sadece biz gençler değildi beklentileri olan, tüm Türkiye beklenti içindeydi…
“Büyük düşünmek” ve “büyük olmak” gerekli diyordu zamanın ruhu…
Ve herkes büyük düşünüp, büyük olmak için kolları sıvamıştı bile…
Girişimci Türk insanı; bavulunu, çantasını alıp tüm dünyayı açılmıştı…
Avrupa’yla bütünleşme yolunda adımlar atılıyordu…
Televizyonun siyah beyaz yayından renkli yayına geçtiği, çok kanallı televizyonun hayatımıza girdiği yıllar…
Ve Doksanlı yıllar…
Glasnost ve Perestroyka çığlıklarıyla iki kutuplu dünyadan tek kutuplu bir dünyaya gözümüzü açtığımız yıllar…
Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar önümüze serilen yeni bir coğrafya, yeni bir dünya….
Dağılan Sovyetler Birliği ve ortaya çıkan irili ufaklı birçok ülke, Türkçe konuşan yeni devletler…
O dönemde en çok bahsettiğimiz iki şey…
Balkanlar ve Orta Asya…
Karadenizli Fadime’nin de en çok duyduğu ve kahrettiği tek kadın isim ise Nataşa…
Demirel yeniden başbakan…
Hatta Cumhurbaşkanı…
Ve çok da bir şey anlamadığımız koskoca on yıl…
Sonra Milenyum…
İkibinli yıllar..
Soğuk savaşın yerine konan 11 Eylül travması…
Ve Afganistan’da, Filistin’de, Irak’ta 11 Eylül’ün intikamını alan Amerika…
Yeni dünya düzeniyle ağlayan yine Müslümanlar...
Her taraf kan, her taraf barut kokusu…
Evet şimdi yıl 2010…
İnternet ve cep telefonuyla sabahlara kadar konuşan, ancak birbiriyle iletişemeyen Türk insanı…