“Demokrasiye balans ayarı yaptık.” 28 Şubat döneminin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, 28 Şubat askeri müdahalesini bu biçimde tanımlamıştı. Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak da, bu müdahaleye ilişkin olarak yapılan ‘postmodern darbe’ tanımının doğruyu ifade ettiğini söylemişti.
Darbeciler hepsinde yalan söylediler. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna müdahale eden emperyalist güçler, devletin fabrika ayarlarıyla oynadılar. Onların yaptığı bu ayarı gerçek fabrika ayarlarına dönüştürenlere de darbe yaptılar.
Çevik Bir onlar adına devrin iktidarına müdahale etti, balans ayarı adı altında darbe yaptılar. Gerçek iktidarlar dönen tekerin bozulan ayarını, gerçek balans ayarını yapıyorlardı. Demokrasiye balans ayarı yapıyoruz diyenler, tekerin alınan balansını tekrar bozanlardır. Yapmak istedikleri, rampada fren etkisi yapan, inişte boşalan fren ayarı olmuştur.
Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Refah Partisi, 1994 yerel seçimlerinde Türkiye’nin yükselen partisi oldu. RP’nin 24 Aralık 1995 Milletvekili Genel Seçimlerinde oyların yüzde 21,4’ünü alarak birinci parti çıkması ise bu yükselişin tesadüfi olmadığını gösterdi.
RP, kendisinden sonraki ikinci parti olan Doğru Yol Partisi (DYP) ile Refah-yol Koalisyonu’nu oluşturarak TBMM’den güvenoyu aldı. Ne var ki, adil olmayan bir seçim sistemiyle dahi olsa seçilmişlerin oluşturduğu Meclis’ten güvenoyu alan Türkiye Cumhuriyeti’nin 54. Hükümeti, kısa bir süre sonra görüleceği gibi generallerden ‘güvenoyu’ alamamıştı.
Gazetelerin manşetlerine taşınan ve televizyonlardan art arda verilen Sincan’daki tank geçidi görüntüleriyle darbenin ‘silahlı’ kısmı da adeta doldurulmuş oluyordu. Türkiye siyasi tarihinde darbelerle özdeşleşmiş tank metaforu da böylelikle yerine getirilmişti. Bunun tam olarak ne anlama geldiği ise, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir tarafından, 21 Şubat 1997 günü, Washington’da Türk-ABD Konseyi kapanış balosunda şu sözlerle ifade edildi: “Sincan’da demokrasiye balans ayarı yaptık.”
Oramiral Güven Erkaya’nın şu sözleri ise, 28 Şubat’ı karakterize eden sözlerden biriydi: “Bu defa silahsız kuvvetler gereğini yapsın.” TİSK, TESK, Türk-İş ve DİSK’in yayınladıkları “Laiklik ve demokrasi sahipsiz değil” vurgusunu öne çıkaran bildiri Güven Erkaya’nın sözlerinin teyidi anlamına geliyordu. Bu kurumlar ve başka bir dizi kurum, rektörler, yargı, kendilerine bizzat asker tarafından verilen brifinglerle 28 Şubat sürecine hazırlandı ve bu müdahalenin ‘silahsız kuvveti’ olarak rol oynadılar.
28 Şubat döneminin güçlü medya patronlarından olan ve o dönem Sabah grubunun sahibi olan Dinç Bilgin, medyanın 28 Şubat’ta nasıl kullanıldığını bizzat içeriden anlatan, itiraf eden isimlerden biri oldu. Bilgin, 4 Ocak 2010 günü şunları söyledi: “28 Şubat döneminde askeri bürokrasi, yargı ve basın, rejimin üç ayağı olmuştu. Ben de dönemin egemenlerindendim. Çok büyük kabahatlerimiz oldu.”
28 Şubat’ın 15. yılında TRT Haber Gündem Programı’na konuk olan Vatan Gazetesi yazarı Can Ataklı da, “DYP’li Bahattin Yücel’i ben istifa ettirdim” dedi. Ataklı, “Dönemin Turizm Bakanı Bahattin Yücel’e gittim. Hakkında yolsuzluk haberleri yapılacaktı. Ailesini bir araya toplayıp konuştum, istifa etti.” dedi. 28 Şubat’ın beş ayağı vardı. Nato, TSK, basın, siyaset ve FETÖ ayağı. Birileri planlayıcı, bir kısmı da figüran oldular. Bazı STK lar da darbecilerin değirmenine su taşıdılar. O günün bu TSK başkanları halen görevlerinin başındadır. Bu çok üzücü bir durum değil mi? Darbeler, vesayet sistemin devam etmesini isteyenlerin şemsiyesi olmuştur.