28 Şubat bir darbeydi ve toplumu yeniden dizayn etmek, İslami kimlik çağrıştıran her şeyi siyasal, sosyal, kamusal hayatın dışına itmek için yapıldı.
Mağdurları çoktu;
Şirketlere, alışveriş merkezlerine, bakkallara-marketlere, siyasilere, askerlere, bürokratlara, yazarlara, gazetecilere, vakıflara, derneklere… ve daha sayamadığımız yüzlerce alanda insanlara ayrımcı uygulamalar yapılmış, andıçlamalar almış başını yürümüştü.
Fakat baskı ve dayatmaların en yoğun yaşandığı alan, genelde kılık- kıyafet özelde başörtüsü olmuştu. Başörtülü memureler, öğretmenler, hemşireler, doktorlar… Başlarını açmaya zorlanmışlardı. Bir kısmı istemeye istemeye açarak veya peruk takarak çalışmaya devam etti. Bir kısmı istifa etmek zorunda kaldı. Bir kısmı da uyarma, kınama, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması cezalarından sonra devlet memurluklarından çıkarıldılar. Bu çalışanların hikâyesiydi.
Bir de başörtülü öğrenciler vardı. Disiplin cezaları verilen, uzaklaştırma cezaları tam sınav zamanlarına denk getirilerek sınavlara girmeleri engellenen, girdikleri sınavlar geçersiz sayılan, okullarından atılan, okullara hiç alınmayarak devamsızlıktan sınıfta bırakılıp sonra da azami süreyi bitirdikleri için kayıtları silinen, mezun olmuş olsalar dahi başı açık fotoğraf vermediği için çıkış belgeleri alamayan öğrenciler...
2002 yılından itibaren yeni bir siyasi oluşum olarak ortaya çıkan ve iktidara gelen Ak Parti ile zulmün diğer muhataplarının mağduriyetleri peyderpey giderilmeye çalışıldı. Hiçbir mağduriyetin tamamen giderilmesinin mümkün olmadığı bilinen bir gerçek. Giderilmesi mümkün olanların giderilmesi için gayret gösterildiği ve hayli mesafe alındığı da ayrı bir gerçek.
Ama o dönemin başörtülü öğrencileri bu zulmü halen ve epey uzun yaşamak zorunda kaldılar. Yani zulmü en uzun yaşayanlar, başörtülü öğrenciler oldu.
2000, 2004, 2005, 2008 ve 2009 yılında müteaddit defalar öğrenci affı çıkarıldı. Fakat, başörtülü olarak okula ve derslere girmeleri mümkün olmadığı için mezun olamadılar. Bazı üniversitelerde idarecilerin görmezden gelmesi, kimi hocaların müsamahakar davranması sayesinde tek tük mezun olabilenler oldu. Yasaklar başlamadan mezun olabilenler veya çıkan aflardan sonra bir şekilde mezun olabilenler için ise, başörtülü olarak KPSS'ye girmek ve dahası kazansalar bile başörtülü olarak çalışmak mümkün değildi.
2011 yılında çıkan öğrenci affından sonra başörtülü olarak okullarına devam etmeleri, derslerine girmeleri mümkün hale gelebildi. Ve birçokları derece yaparak başarı mezun oldular.
Okullarından uzaklaştırılmalarından 16- 17 yıl sonra çocukları yaşında gençlerle aynı sıraları paylaşarak mezun olabildiler. Ama mezuniyet sonrası da sorunlar yine bitmedi. Çalışabilmek için KPSS'ye girmek zorundaydılar. Hem de, normal sürelerinde yasak engeline takılmamış olsalar KPSS'siz atanmaları veya çok düşük KPSS puanları ile atanmaları mümkün olan kadrolara atanabilmek için çok yüksek puanlar almaları gerekiyordu. Çocuklu, evli-barklı insanlar, çocukları yaşında genç zihinler ile aynı sınava tabi tutulacaklardı. Yarışa geriden başlayarak öne geçmenin çok kolay olmadığı ve eşitler arasında olmayan böyle bir yarışın adil olmayacağı tartışmasızdı.
Dünün başörtülü öğrencileri bu günün orta yaşlı ve başörtülü mezunlarının yaşadığı bu adaletsizliğe dikkat çekmek, adalet eksenli düzenleme yapılmasını sağlamak ve mağduriyetleri gidermek yeni ve esaslı bir mücadele gerektirdi. Bu mücadeleyi yapabilmek adına “28 Şubat Öğrenci Derneği” adı ile bir dernek kurdular.
Sivil toplum örgütleri ile, gazetecilerle, yazarlarla, bürokratlara, siyasilerle… Görüşmeler yaparak durumlarını anlattılar. Cumhurbaşkanına kadar ulaştılar ve cumhurbaşkanın problemin çözülmesi için görevlendirme yaptığını duyduk.
Ama bu görevlendirmeye rağmen bu güne kadar konu ile ilgili tek somut adım Kamu Deneticiliği Kurumu (KDK)ndan geldi. KDK, konu ile ilgili çalıştay düzenledi ve arkasından başvuruyu haklı bulan bir rapor hazırlayıp ilgili bakanlıklara raporunu gönderdi. Milli Eğitim Bakanlığı ile Çalışma Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gerekenin yapılacağını ancak yasal düzenlemeye ihtiyaç olduğunu beyan eden cevaplar verdiler.
Oysa konuyu 28 Şubat günlerinden beri takip eden ve bu direnişe destek veren bir dernek olan MAZLUMDER, konuyu defalarca kendi arasında müzakere yapmış ve yasal düzenlemeyi gerektiren bir durum görmemiştir. Belki yönetmeliklerde çok küçük değişikliklere ihtiyaç olabilir. Hatta o kadar ki bu konunun inisiyatif alacak birkaç idarecinin çalışması ile çözülmesinin mümkün olduğu kanaatindeyiz. Ama bu güne kadar çözülmemiş olmasın da, başörtülü öğrencilerin başlarını açtırmayı başaramayan derin damarın sözünü dinletemediği insanlarla hesaplaşması derinden devam mı ediyor? Sorusunu aklımıza getiriyor.
Sözü burada o dönemlerde verilen mücadeleyi çok iyi bilen ve kendileri de mücadelenin yer yer içinde olan Konya Milletvekillerine getirmek istiyorum. Halil Etyemez, Ahmet Sorgun, Tahir Akyürek ve Leyla Şahin Usta. Halil Etyemez, o dönem Milli Eğitim Bakanlığında müfettiş olarak görev yapıyordu. Sendikacı idi ve sürgün gören bir bürokrattı. Ahmet Sorgun, o dönemin baskılara karşı direnişte öncü rol oynayan Hukuki Araştırmalar Derneği (HUDER)'in şube başkanıydı, aynı zamanda Büyükşehir Belediyesinde Hukuk Müşaviri idi. Keza Tahir Akyürek, Hukuki Araştırmalar Derneği Şube Başkanlığından Fazilet Partisi İl Başkanlığına geçmişti. Bürokrasi, sivil toplum ve siyasette baskı ve dayatmaları bizzat yaşamışlar, yerine göre direnmişler, direnenlerin yanında olmuşlardı.
Leyla Şahin Usta’ya ayrı bir paragraf açmak gerekiyor. Başörtülü öğrenci direnişlerinin öncülerinden olmasa belki şu anda mesleği ile meşgul olan birisi olarak hayatına devam edecek ve Türkiye kendisini hiç tanımayacaktı. Ama direnişte yer almak, kendisini bir dönem kendisine zulmedenlerin oturduğu sıralara taşıdı. Vekil oldu. Ak Parti'de İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı oldu.
Tarih kendisine hakları için direnirken haklarının iadesini isteyenlerin taleplerini karşılayacak bir rol verdi. O’nun da bu imkanı iyi değerlendirerek, direnişte semboller arasında olan isminin, mağduriyetlerin giderilmesi ve hakların tesliminde de sembol isimler arasına yazılmasını sağlamak kendisine bağlı. Zira, kendisinin önemli ve kalıcı olanın gönüllerde makamlar edinmek olduğunu, dünyevi makamların er-geç biteceğini bilen bir kültürden geldiğini biliyoruz.
Genelde bütün vekiller için özelde ise isimlerini saydığım vekiller için üzerlerine düşeni yapma, mağduriyetleri giderme ve iade-i itibarları teslim etme zamanıdır.
28 Şubat’ın darbe olduğu mahkeme kararı ile ortaya çıkmıştır. Her darbe mağduriyet oluşturur ve her darbenin mağdurları olur. 28 Şubat darbesinin mağdurlarının da başörtülüler olduğu herkesin kabul ettiği bir gerçektir.
15 Temmuz kalkışmasının şehit ve gazi yakınlarına tanınan pozitif ayrımcılığa toplum itiraz etmemiş, millet için direnenlerin bu ayrıcalıklarını tartışmamıştır bile. Aynı şekilde 28 Şubat darbesine karşı direnenler için de, millet için, ümmet için, inançları için okullarından atılanlara, sınavlara alınmayanlara da benzer pozitif ayrımcılığa ihtiyaç vardır. Bu pozitif ayrımcılığın yapılması değil yapılmaması ve hatta gecikmesi toplumu üzmektedir.
Ahmet Sorgun ve Tahir Akyürek hukukçudur. Bu konuları benden çok daha iyi bilirler. Hukukta, bir masumun mahpushanede olmasındansa on suçlunun serbest olması tercih edilen görüştür. 28 Şubat darbesinin mağdur ettiği ve mağduriyetleri halen süren 1000- 1500 civarında genç kadın ve kızlar evet mahpus değillerdir. Ama mağduriyetleri de giderilmemiştir. Bu asil duruş sahibi insanların mağduriyetleri giderilirken, araya mağdur olmayanların karışması ihtimali asla mazlumiyetin giderilmesinin önüne engel olarak çıkarılmamalıdır.
Mazlumun duası arşı titretir. Önümüzde yaklaşmış olan yerel seçimler vardır. Bu seçimlere mağduriyetleri giderilmiş mazlumların dualarını alarak girmek sizlerden beklenebilecek ve sizlerin yapabileceği bir eylemdir.
Bizler de, başörtüsünden dolayı mağdur edilmiş bu kardeşlerimiz gibi bekleyişimizin çok kısa sürmesi ümidiyle bekliyoruz.