Kürt araştırmacı yazar Ümit Fırat, Taraf Gazetesi'ne PKK tarihinin en kanlı eylemiyle ilgili olay yaratacak açıklamalarda bulundu.
AFFI ÖNLEMEK İÇİN 33 ASKERİ ÖLDÜRTTÜLER
Neşe Düzel'e konuşan Ümit Fırat: "23 Mayıs 1993 günü hükümet affı konuşacaktı, o gün PKK'ya Bingöl'de 33 askeri katlettirdiler, af işi bitti."
YANLIŞ İSTİHBARAT VE KATLİAM
Kürt meselesinin çözümünü engellemek için Ergenekon tarzı ilişkilerin hep devrede olduğunu söyleyen Fırat, Bingöl katliamını örnek gösterdi. Yanlış istihbaratla 33 tezkereci askeri PKK'ya öldürttüler.
"ÖZEL BİRLİK" DEDİLER
Fırat "Cumhurbaşkanı Demirel'in katılacağı ilk hükümet toplantısıydı, af konuşulacaktı. PKK'ya o gün, sizi vurmaya özel bir birlik geliyor, bilgisi gitti. Katliam oldu, bir daha hiç af konuşulmadı" dedi.
***
NEDEN? ÜMİT FIRAT
Karakol baskınları ve askerî operasyonlar çoğalırken Güneydoğu’da sokak gösterileri de hızlanıyor. Yerel seçimler yaklaşırken gerginlik hızla artıyor. Tırmanan çatışma ortamıyla birlikte Kürt meselesi yeniden bir çözümsüzlüğe doğru gidiyor gibi gözüküyor. Bu gerginlik ne kadar sürecek? Artan çatışmaların amacı ne? Bu iç çatışma, bu savaş hali nasıl bir sonuca ulaşacak? Kürt sorununa neden bir türlü çözüm yolları bulunamıyor? Çözümsüzlükten kendileri için bir çıkar umanlar mı var? Hiç çözüme yaklaştığımız zamanlar oldu mu? O dönemlerde çözüm nasıl engellendi? Barışı kimler engelledi? Önde gelen Kürt entelektüellerinden ve PKK’nın muhaliflerinden yayıncı-yazar Ümit Fırat’la hem yaklaşan yerel seçimlerle birlikte artan şiddeti konuştuk. Hem de Kürt sorunuyla ilgili olarak yakın tarihimizde yaşananları, çözümün nasıl engellendiğini ve bugün bu sorunun nasıl çözülebileceğin tartıştık.
***
NEŞE DÜZEL: Güneydoğu’da sokak gösterileri başladı. Niye şimdi başladı bu gösteriler?
ÜMİT FIRAT: Abdullah Öcalan, kitlesini hiç boş bırakmıyor. Bir eylem soğumaya yüz tuttuğunda diğerini gündeme sokuyor. Böylece kitleyi sürekli kendisine olan bağlılığını belirteceği eylemler içinde tutuyor ve kendisi dışında bir politik kurumlaşmayı engelliyor. Zaten son gösteriler de lidere bağlılık tezahürleri olarak ortaya çıkıyor.
Gösterilerin başladığı gün Ergenekon davasının da ilk günüydü. Ayrıca başbakan da o gün Güneydoğu’ya gitmişti. Bu gösteriler başbakanın gelişiyle mi, Ergenekon davasıyla mı ilgili? Yoksa bu iki olaydan bağımsız mı?
Başbakan’ın bölgeye gideceği bilinmiyordu. Gösteriler Ergenekon davasıyla ilgili olabilir. Ergenekon, devletin içinde sıfırlanmış değil. Ergenekon’a bağlı insanlar bazı şeyleri tetiklemiş olabilirler, provokasyonlara yol açabilirler. Güvenlik güçlerinde ya da korucularda hâlâ Ergenekon’la irtibatlı olanlar var. Ergenekon soruşturması başladığından beri Öcalan avukatları aracılığıyla ısrarla bazı şeyler söylüyor.
Ne diyor?
“Bana da geldiler, teklifler yaptılar. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun (eski genelkurmay başkanı) temsilcisi Albay Atilla Uğur ( Ergenekon’un tutuklu sanığı) geldi, benimle konuştu,” diyor. Şam’da yaşadığı dönemden de bir şeyler aktarıyor. “Hapisteki Ergenekoncular 1994’te bana geldiler. Tansu Çiller’i öldürmek istiyorlardı. Bizim üstlenmemizi istediler, kabul etmedik,” diyor.
Bütün bunların anlamı nedir?
Siz, bir ulusal kurtuluş hareketinin önderisiniz, bağımsızlık mücadelesi veriyorsunuz. Ama biri gelip size, “cinayeti üstlenin” diyor. Bu çok çelişkili bir şey. Benzer ilişkiler daha önce de var mı yok mu, açmak lazım o zaman. Bunu size teklif etmeye cesaret ettiklerine göre, bir irtibat vardır. Muhtemelen bu, benzer diyalogların ilki değildir. Size bir şey anlatayım.
Evet...
1984, PKK’nin silahlı çatışmayı başlattığı yıldır. 1984 aynı zamanda Özal’ın askerlere rağmen 1983 seçimlerini kazanıp hükümet kurduğu ve bir yıl sonra da büyük bir ekseriyetle yerel seçimleri kazandığı bir dönemdir. Yani siyaset bilimi açısından bakıldığında 1984, Türkiye’nin sivilleşme dönemidir. Ve bu sivilleşme, 12 Eylül askerî rejiminin kurduğu kurumların tasfiye sürecini gerektirir. Ama böyle olmadı.
Peki, ne oldu?
Normal olarak kışlasına çekilmesi gereken asker aksine ülkenin yönetimine daha da yayıldı. Kürt sorunu vardı ve bu sorun bir güvenlik, asayiş meselesi olarak ortaya çıkarıldı. Böylece askerin sıkıyönetim rejimi, olağanüstü hal rejimine dönüştü ve bu yıllarca sürdü. Sonuçta Türkiye 1984’te yakaladığı sivilleşme fırsatını bir daha hiç yakalayamadı. Sivilleşmeyi yaşamadı, bölük pörçük yamalarla idare etti.
Türkiye sivilleşme fırsatını AB’ye üyelik süreciyle yeniden yakalamadı mı?
Yakaladı. Batı’yla bütünleşmek için AB’ye üyelik sürecini başlattı ama 2004’te başlayan çatışmalarla bu ikinci sivilleşme dönemi de karartıldı. Reformların önü kesildi. Oysa 1999’da Öcalan PKK’ye ateşkes ilan ettirmişti. Bu ateşkes aslında, silahlı mücadeleyi bitirme ve Türkiye’yi terk etme çağrısıydı. Bu dönem, PKK’nin silahlı mücadele dosyasını kapatıp sivil siyaset alanında çalışmayı önerdiği dönemdir. Nitekim 2003’e kadar pek şiddet olmadı. Ama 2003’ten itibaren çatışmalar sistemli bir şekilde tırmandı. Unutmayın AK Parti Hükümeti ve reformlar dönemidir 2003.
Türkiye ne zaman demokrasi adımları atsa ve insanlar özgürleşmeye başlasa PKK’nın eylemleri artıyor. Bunu mu söylüyorsunuz?
Ergenekon tarzı yapıların işine gelen bir gelişmedir bu. Zaten bu tip yapılar, çeteler, askerî vesayet rejiminin ürünüdür.
Güneydoğu’da hem askerî operasyonlar hızlanıyor hem de PKK şiddeti artıyor. Olanların yaklaşan yerel seçimlerle bir bağlantısı var mı?
Var. Bu mahalli seçimler, AK Parti ile DTP arasında geçmeyecek. DTP’nin aldığı oy artı ya da eksi PKK’ye yazılacak. Şimdi PKK, devleti ve hükümeti halka sert davranması için zorluyor. Eylemlerini tırmandırıyor. Zira PKK’nin bu tip eylemleri, askerin ve polisin hiddetini kabartır. Onların halka sert muamelesi de AK Parti’nin seçimlerde oyunu azaltır. Halkı PKK’ye ya da DTP’ye yaklaştırmak gibi bir hedef var burada. Ayrıca ‘ortada zulüm varsa PKK’ye de ihtiyaç var’ mantığıdır bu.
PKK’ya mı ihtiyaç var?
Evet. Eğer PKK varsa, güvenlik kuvvetlerine ve orduya da ihtiyaç vardır. Bir tür yumurta tavuk meselesidir bu. Birbirini besleyen iki yapıdır bu. İki yapı da çatışmanın çok olduğu ortamda öne çıkar.
PKK, Diyarbakır’ı AKP’nin kazanmasından çekiniyor mu?
Çekiniyor. Diyarbakır belediye başkanlığını kazanmak artık karaya bayrak çekmek gibi bir şey oldu. Diyarbakır’da seçimi almak PKK’nin siyasi kariyeri açısından bir prestij meselesidir. Kaybederse büyük prestij yitirir. Öcalan DTP’lilerin hepsini görevden uzaklaştırır. Yeni partiler kurdurur.
AKP Diyarbakır’ı kazanabilir mi?
Geçen yıl kazanacağına mutlak gözüyle bakılıyordu. Ama şimdi durum öyle değil. Diyarbakır’da seçimi kazanması giderek zorlaşıyor, çünkü hatalar yapıyor.
PKK şiddetinin artmasını Kürtler nasıl değerlendiriyor?
Şiddetin geleceklerini kararttığını görüyorlar ama... PKK kendi kitlesinde prestij kazanıyor. PKK’den korkanlar artıyor. Başbakan Diyarbakır’a gittiğinde sanıyor musunuz ki insanlar dükkânlarının kepenklerini protesto diye indirdiler. Kepenkleri korkudan indirdiler. PKK’nin bölgede korku yayan otoritesi artıyor. Ayrıca PKK ve Öcalan lehine sloganlar da artık sokak ortasında açıkça atılıyor, PKK’nin karakollara saldırı başlattığı tarih olan 15 Ağustos gibi günler, gençler, DTP yöneticileri ve milletvekilleri tarafından alenen kutlanıyor.
Tam yerel seçimler yaklaşırken Başbakan Erdoğan genelkurmay başkanını destekleyerek şahin bir tavır aldı. Bu tavır seçimlerin sonuçlarına yansır mı?
Yansır. Türklerden alacağı oylar artabilir ama Kürtlerden ve demokrat kesimden geçmişe göre daha iyi oy alamaz.
Şiddet artarken bir yandan da devlet, Kuzey Irak’ın yöneticisi Barzani ile resmen görüştü. Barzani, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünde rol oynayabilir mi?
Oynar. Barzani’yle barışık olmak Türkiye’nin Kürtlerle barışması anlamına gelir. Barzani’yle iyi ilişki, Türkiye’nin kendi Kürtleriyle ilgili şartları iyileştirmesinin ortamını yaratır. Çünkü Kürtlerle gerilimli olan bir Türkiye demokratikleşme hamlesi yapamıyor. Eğer demokratik hamle yaparsa PKK de güç kaybeder ve dağa çıkmanın gerekçeleri ortadan kalkar. Öcalan, Irak Kürtleriyle Türkiye’nin iyi ilişkiler kurmasını istemiyor. Çünkü bölgenin en büyük Kürt partisi kendisi olmak istiyor.
Türk devletinin içinde Kürt sorununu barışçı yollarla çözmek isteyen bir görüşle, savaşın sürmesini isteyen başka bir görüş çatışıyor mu?
Şu anda öyle bir çatışma var. Basına yansıyan MİT raporlarından, Öcalan’la İmralı’da yapılan görüşmelerden anlaşılıyor ki, MİT, Kürt sorunun çözümü konusunda daha gerçekçi bugün. Bu işin böyle gitmeyeceğini görüyor. Kürt sorununun barışçı çözümünü istiyor.
Bu durumda Kürt sorunun barışçı yoldan çözümünü asker mi engelliyor?
Önemli ölçüde asker engelliyor. Asker sadece Kürt meselesinde değil, Türkiye’nin tüm meselelerinde vesayetini sürdürmek istiyor. Askerin siyaset üzerindeki vesayetini korumasının yolu da Kürt sorunu üzerinden sağlanıyor. Biz Türkiye’nin meselelerini Kürt, Ermeni, Kıbrıs, türban gibi sıralarız. Aslında Türkiye’nin meselelerini tek başlığa indirebiliriz.
Nedir o?
Türkiye’nin sorunu askerin yeridir. Yani askerî vesayettir. Askerî vesayet olmasa, siviller beraber yaşama kültürünü sağlayabilirler ve bütün sorunlara barışçı çözüm bulabilirler ama... Askerin siyasi sistem içindeki konumu yüzünden siviller devleti yönetemiyorlar ve siyasi sorunlara el atamıyorlar. Bu sistemde bütün siyasi sorunların çözüm yeri ordu oluyor. Bu yüzden de sistem tıkanıp kalıyor ve partiler durmadan kapatılıyor.
PKK, Kürt sorununun şiddeti artırarak çözümlenebileceğine inanıyor mu?
Devletin Kürt sorununu şiddetin arttığı bir ortamda çözmeyeceğini biliyor ama... Şiddeti artırarak, kendisinin, Türkiye’de ve Ortadoğu’da Kürt meselesinde dikkate alınacağını düşünüyor. Ahmet Türk, Öcalan’ın İmralı’dan sürekli barış mesajları verdiğini söylüyor. Peki, bu baskınlar, tabutlar, eylemler, saldırılar asi PKK’lilerin işi mi? Öcalan’ı dinlemeyen asi PKK’liler mı var? Artık şu bir gerçek ki... Kürt dünyasında ve Türkiye’nin Kürt meselesinde PKK’siz barışın olmayacağı bir noktaya geliyoruz. Çatışmaların yaşandığı bir Türkiye’de PKK’siz barış olamaz.
Devlet yöneticileri şiddetin artmasının nasıl sonuç vereceğini düşünüyor peki?
Devlet yöneticilerinin bir kısmı şiddet karşısında güvenlik tedbirlerini artırarak sorunu çözmeyi umuyor. Bir kısmı da güvenlik önlemlerinin artırılmasıyla sonuç alınamayacağını düşünüyor. AK Parti Hükümeti’nde bazen bu tavır öne çıkıyor, bazen de kayboluyor. Dışişleri Bakanlığı ise son yıllarda daha sağduyulu. Bu işlerin dünyada nasıl çözüldüğünü görüyor. Demokratik reform ve genel af istiyor. Ama bu adımlar ordunun onayı alınmadan atılamıyor. Zaten Türkiye’de ordunun onayı olmadan reklam filmi bile yayınlatılamıyor. Ordu siyasetin içinde dururken Kürt meselesi çözülemez. Ordunun siyasetteki yeri zayıflatıldığında ancak bu ülkede Kürt sorunu çözüm yoluna girer.
Geçen hafta Avni Özgürel, bu savaşın bitmesini istemeyenlerin olduğunu söyledi. Sizce de iki tarafta da savaşın devamını arzulayanlar bulunuyor mu?
Şüphesiz. Osman Pamukoğlu’nun da kanaati bu. Keza Öcalan da, Tansu Çiller döneminde kendisine yapılacak olan suikasttan haberdar edildiğini söylüyor. Ayrıca, avukatlarına, “2000 yılında ben birliklerimin tamamını Türkiye’den çıkarmak istiyordum ama İmralı’ya gelen genelkurmay yetkilisi hepsinin Türkiye’den çıkmasının yanlış olduğunu söyledi” diyor. Hatırlayın, 2003’te PKK’ye karşı operasyonlar birden tekrar başladı. Hani PKK Türkiye’den gitmişti? Meğer gitmemişler.
Niye gitmemişler sizce?
Galiba bazı statükocu bürokratlar, Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi alacağını gördüler ve AB üyeliğini ciddiye aldılar. Nitekim çatışmalar o günden sonra tırmandı. Türkiye’nin zayıf karnı çatışma ortamının yaratılmasıdır. AB üyeliğinin önü ancak bir iç çatışmayla, savaş haliyle kesilebilir. Çünkü bu, ordunun siyasi vesayetini artırdığı, sivil alanın daraldığı bir dönemdir. Düşünün ki genelkurmay başkanı Diyarbakır’a gidiyor. Oradaki kurumların temsilcilerini toplayıp sohbet ediyor. Van’da sokakta yürüyor. Başbakan Erdoğan bölgeye gidiyor, kepenkler iniyor.
Kepenk indirme eylemini PKK yaptırıyor. PKK niye genelkurmay başkanına karşı aynı eylemi yapmıyor sizce?
Öcalan, 2005 Ağustosu’nda avukat görüşmesinde, “AK Parti hükümeti, genelkurmayla PKK’nin arasını açıyor,” demişti. Çünkü asker, onun rakibi değil varlık nedenidir. Bölgenin siyasetinde AK Parti’yi rakip görüyorlar.
Apo, bu şiddeti durdurabilir mi?
Durdurabilir. PKK adına silah bırakma, ateş kesme kararını verecek yegâne kişi odur. Öcalan’ın dağdakiler üzerinde büyük otoritesi var. Avukatlarına, ‘kapattım o PKK’yi, yerine yeni bir PKK kuruyorum’ der ve kurabilir. DTP’ye oy veren, PKK’ye sempati duyan kitlesi üzerinde böyle manevi, tanrısal bir gücü vardır. Ama tabii derin devlet devreye girmezse...
Girerse ne olur?
Anlatayım. 1993’te Özal’ın çabalarıyla PKK’ye yönelik politika değişikliğinde çok önemli noktaya gelinmişti. Mekik diplomasisiyle Talabani’yle görüşülüyordu. Öcalan ateşkes ilan etmişti. Özal cumhurbaşkanıydı, Demirel başbakandı. Aniden Özal öldü. Demirel cumhurbaşkanı oldu. Henüz Çiller seçilmemişti, Erdal İnönü başbakan vekiliydi. İsmet Sezgin içişleri bakanı olarak dağdakilere af projesi üzerinde çalışıyordu. 25 Mayıs 1993 günü Demirel, bakanlar kurulu toplantısına ilk kez cumhurbaşkanı olarak katılacaktı ve o günkü bakanlar kurulu gündeminde “af” vardı.
PKK’yı dağdan indirebilecek bir af mıydı bu?
Evet. Bir barış ortamı doğabilecekti. Öcalan’la pazarlıklar yapılıyordu. Ama olmadı. Çünkü aynı gün Bingöl’de 33 er kurşuna dizildi. Çünkü PKK’li bir time bazı istihbaratlar verildi. Dezenformasyon yapıldı. Gittiler, o askerleri öldürdüler ve o günden sonra bir daha Türkiye’de öyle bir af projesi bakanlar kurulunun gündemine gelmedi. O dönemde Demirel de çatışmanın sona ermesini istiyordu. Çünkü barış elini rahatlatacaktı. Demirel sonuçta yatırımcı bir insandır. Savunma harcamalarını bu kadar büyütmek istemiyordu. Orduyu bir zapturapt altına almak istiyordu.
Affın olmasını istemeyen kimdi peki?
İşte bu Ergenekon tarzı ilişkilerdi. Derin devletti. Ayrıca İran da, Saddam da, Esat da istemiyordu... Şemdin Sakık, “Biz Bingöl - Elazığ karayolu üzerinde 33 erin öldürülmesi eylemini Öcalan’ın bilgisi dahilinde yaptık,” dedi. Nitekim Öcalan da ilk günlerde bu olayı sahiplendi, “Onlar çok özel eğitimli birileriydi. Bölgede bize karşı kullanacaklardı,” dedi. Ama sonra kıtasına giden silahsız erler olduğunu anladı ve bu olayı sonradan sahiplenmedi. O 33 insanın çok haince bir plan için bölgeye gönderildiğini söyleyerek onu yanılttılar.
Kim yanılttı? 33 erin öldürülmesi derin devlet operasyonu muydu?
Derin devlet bunu PKK’ye sahte enformasyon vererek yaptırdı. Ve af gündemden kalktı. Aradan 17 yıl geçti Türkiye hâlâ o noktaya gelemedi. Kürt sorununda çözüme en çok yaklaşılan nokta oydu. 1993 mayıs aylarıydı...
Kürt sorununu çözebilmek için sizce ne yapmak gerekiyor?
Taraflar biraraya gelsin deniyor ya bu gerçekçi değil. Önce Ankara’da taraflar bir araya gelmeli. Genelkurmay, bürokrasi, dışişleri, yargı, MİT, hükümet sivil ve demokratik bir çözümde uzlaşmalı.
PKK’yı dağdan indirmek için ne yapmalı?
Aftan önce, bu insanları dağa götüren gerekçeler ortadan kalkmalı. Yeni anayasa yapılır ve vatandaşlık tanımı etnisiteye bağlanmazsa... Kürtlerin dağlarında her yere ‘Ne Mutlu Türküm’ yazılmazsa, ‘Türk öğün, çalış, güven’ gibi laflar kaldırılırsa... Bunlar iyiye gidişin işaretleri olur.
Türk tarafı PKK’yı dağdan indirmek için gerekli tedbirlerin alınmasını tasvip eder mi peki?
Uzun vadede kendisi için iyi olacağını onlara anlatmak lazım. Daha çok tabut istenmiyorsa demokratikleşmeden başka çıkış yolu yok. Üstelik demokratikleşmede kimse kimseye bir şey vermiyor ki. Kimsenin biri şeyi eksilmiyor ki. Aksine toplumun içindeki zenginlikler artıyor.
DTP kapatılırsa, siyasi sonuçları ne olur?
Siyasi yasaklar gelirse parlamentoda grup kuramazlar. DTP’nin kapatılması Öcalan’ın ve PKK’nin işine geliyor. DTP kapatılınca PKK kapatılmış olmuyor ki. Sadece siyasi kadro zayıflıyor. Zaten Öcalan ve PKK, DTP’nin parlamentoya girmesini çok arzulamamıştı. Tabanın isteğine uydular. Yoksa kendileri dışında bir yapının ortaya çıkmasını ve meşru adres olarak görülmesini istemezler. Ayrıca DTP’nin kapatılması PKK için meşruiyet zeminidir. ‘Ne yapabilirim, mecburen yeraltında örgütleniyorum’ diyor.