Hz. Mevlânâ’nın 744. Vuslat yıldönümünü idrak ediyoruz.
Hz. Mevlânâ’nın yaşadığı dönemle şu anda İslam âleminin içinde bulunduğu dönem problemler itibariyle birbirlerine çok benzemektedir. Hicrî 7. ve miladi 13. asır, Moğollar tarafından İslam Dünyasının yakılıp yıkıldığı, talan edildiği bir dönemdir.
Öyle ki, ümitsizliğin, kötümserliğin, hatta İslam’ın bir inanç sistemi, bir kültür ve medeniyet olarak geleceğine şüphe ve endişe ile bakmanın oldukça yaygın olduğu tarihsel bir kesittir, o dönem.. Bu dönemlere şahitlik eden ünlü İslam tarihçimiz İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih adlı eserinde şunları yazar:
“Moğolların İslam dünyasına girişleri hadisesini kaleme almaktan yıllarca çekinip durdum. Bu olayları kaydetmeyi hiç de istemiyordum. Bazen bunu yazmanın gereğine inanıyor, bir adım ileri atarken iki adım geri atıp vazgeçiyordum. İslam’ın ve Müslümanların ölüm haberlerini ve başlarına gelen büyük felaketi yazmak kimin kolayına gidebilir? Kim bu büyük felaketin yazılmasını ve anlatılmasını kolay görebilir? Keşke annem beni doğurmasaydı, keşke bu büyük felaketten evvel ölüp gitseydim!.”
Ya İbnü’l-Esîr, bugün başta kendi dindaşları eliyle emperyalizmin taşeronluğunu yapan Müslümanların birbirine yaptığını görseydi ne derdi?
Ya Filistin’de işgalci İsrail’in vatanlarını savunmaktan başka amaçları olmayan kadınları, erkekleri, küçük yaştaki çocukları acımasız bir şekilde öldürdüğünü görseydi ne derdi?
Dün olduğu gibi bugün de Müslüman halklar arasında ahlakî ve içtimaî alanda bir konformizm hâkimdir. Toplumsal çöküşü tetikleyen unsurların başında; nifak, cehâlet, gaflet, aşırı mal sevgisi ve dünyevileşme hüküm sürmektedir. İslam dünyasının kahır ekseriyetini oluşturan dini monarşiye dayalı yönetimler, halklarını, iradeleri alınmış bir parya durumuna düşürmüşlerdir. Kendi iktidarlarının ve ikballerinin devamı için Kudüs’ü bile satmaktan çekinmemişlerdir.
Allah’a rağmen yaşanan bir hayatın kapıları açıldığı zaman felaketlerin birbiri ardınca sökün edeceği bir gerçektir. Dün Müslümanların sosyal birliğini kaybettiğinde nasıl Moğollar tarafından İslam toplumları talan edilmişse, bugün de Filistin, işgalci İsrail yönetimi tarafından talan edilmektedir. Toprakları ellerinden alınmakta, evleri başlarına yıkılmaktadır. Kudüs İslam kimliğinden arındırılmaya çalışılmaktadır.
ABD Başkanı D. Trump tarafından haksız ve hukuksuz bir şekilde Aziz Kudüs’ümüzün İsrail’in başkenti ilan edilmesi, bardağı taşıran son damla olmuştur. Bu durum İslam âlemi için büyük bir felakettir.
Bu felaketten nasıl kurtulacağız? Evvela, Hz. Mevlana’nın yaptığı gibi, İslam ümmetini her türlü umutsuzluktan, kötümserlikten fikri ve itikadi planda çıkarmakla işe başlayabiliriz. Merhum Necmeddin Erbakan hocamızın söylediği gibi iman varsa, imkân vardır. İslam âlemi bir süreliğine kendi iç sorunlarını askıya almalı ve dondurmalıdır. Müslümanlar olarak bütün gücümüzle başta Kudüs olmak üzere Filistin sorununu çözme konusuna odaklanmalıyız. Eğer bugün bunu yapmazsak, yarınlarda hiç yapamayız.
Gelecek nesillere yenilmişlik psikolojisi bırakmak istemiyorsak, bugün kimin neye gücü yetiyorsa, hukuk ve insanlık çerçevesi dâhilinde o yapılmalıdır.