800 sene önce hüküm süren ama kemiklerine bile sahip çıkamadığımız bu sekiz Selçuklu hükümdarını devlet töreni ile defnetmemiz gerekir!

Tarihçi Murat Bardakçı, "800 sene önce hüküm süren ama kemiklerine bile sahip çıkamadığımız bu sekiz Selçuklu hükümdarını devlet töreni ile defnetmemiz gerekir" dedi.

Tarihçi Murat Bardakçı, "800 sene önce hüküm süren ama kemiklerine bile sahip çıkamadığımız bu sekiz Selçuklu hükümdarını devlet töreni ile defnetmemiz gerekir" dedi. Murat Bardakçı Haber Türk'teki köşesinde  Alaaddin Tepesinde medfun Selçuklu Sultanlarının kemikleriyle ilgili rezaleti bir kez daha köşesine  taşıyarak, "Dolayısı ile kendimizi bu sekiz hükümdarın ruhlarına ve hatıralarına affetirebilmemiz için toprağa verme ameliyesini biran önce devlet töreni ile ve bütün dinî gerekleri yerine getirerek yapmak, bizler için artık namus görevidir" diye yazdı.

İşte Murat  Bardakçı'nın o yazısı:

800 SENE ÖNCE HÜKÜM SÜREN AMA KEMİKLERİNE BİLE SAHİP ÇIKAMADIĞIMIZ BU SEKİZ SELÇUKLU HÜKÜMDARINI DEVLET TÖRENİ İLE DEFNETMEMİZ GEREKİR​!

Başlığa bakıp da mizahî birşeyler yazdığımı düşünecek olursanız yanılırsınız, zira sözünü edeceğim hadise utanç verici bir iştir ama maalesef hakikattir!

Anadolu Selçuklu Devleti’nin aralarında Alanya’yı kurmuş olan Alâeddin Keykubat ile ismini “Diriliş Ertuğrul” dizisinde sıkça işittiğimiz Rükneddin Kılıçarslan’ın da bulunduğu sekiz hükümdarıyla bazı şehzadelerinin kemikleri Konya’daki türbelerinin restore edileceği gerekçesi ile bundan 70 küsur sene önce mezarlarından çıkartılmış, yıllar boyunca oradan oraya taşınmış, hattâ bir ara maalesef köpeklere bile kaptırılmıştı! Karışan kemikler yeni yapılan DNA analizleri sayesinde birbirlerinden ayrıldı ve hükümdarlar sekiz asır sonra tekrar kefenlendiler.

Önce, kemikleri senelerdir oradan oraya dolaştırılan ve toprağa kavuşacakları günü bekleyen Selçuklu Sultanları’nın isimleri ile saltanat müddetlerini yazayım:

Birinci Mesud (1116-1156), İkinci Kılıçarslan (1155-1192), İkinci Rükneddin Süleyman (1196), Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1211), Birinci Alâeddin Keykubat (1220-1237), İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246), Dördüncü Rükneddin Kılıçarslan (1262-1266), Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev (1266-1284)…

Birinci Mesud, Haçlı ordusunu perişan eden ve Anadolu’da adına altın para bastıran ilk Türk hükümdarıydı. İkinci Kılıçarslan, 1176’da Denizli taraflarındaki Miryakefalon’da Bizanslılar’ı son ve kesin bir yenilgiye uğratmış ve Alparslan’ın Malazgirt Zaferi ile başlayan “Anadolu’nun Türkleştirilmesi” işini tamamlamıştı. Alâeddin Keykubad ise Anadolu Selçuklu Devleti’nin en parlak devrini yaşatan sultanıydı. Alâiye’yi yani bugünkü ismiyle Alanya’yı yeniden vâredip şehre kendi ismini vermişti. Alanya’nın girişine hükümdarın at üzerinde koskoca bir heykelini dikmiş, Konya’daki Selçuk Üniversitesi’nin bir yerleşim birimine “Alâeddin Keykubad Kampüsü” adını vermiş ama kemiklerine sahip çıkamamıştık.

Hayatlarını Anadolu’nun Türk vatanı hâline gelmesine vakfeden Selçuklu Devleti’nin bu sekiz hükümdarı, şimdi türbelerine yeniden defnedilecekleri günü bekliyorlar.

İŞTE, REZALETİN ÖYKÜSÜ…

Bize yakışanın herbiri bu toprağın hükümdarı, yani bir zamanların Türiyesi’nin devlet başkanı olan Selçuklu Sultanları’nın sekiz asır sonra yeniden definlerinin devlet töreni ile yapılması gerektiği kanaatinde olduğumu peşinen söyledikten sonra, bu inanılması zor, tuhaf ve aslında utanç verici olan hadisenin ayrıntılarını kısaca anlatayım:

Anadolu Selçuklu Devleti’nin dünyadan ecelleri ile, yahut suikast neticesinde veya savaşlarda şehid düşerek ayrılan sultanları, başkentleri olan Konya’nın meşhur Alâeddin Tepesi’ndeki Selçuklu hanedanına mahsus ve mezar kısmı “zîr-i zemin” olan türbeye defnedilirlerdi.

Eski Türklerde önemli kişilerin mezarları genellikle “zir-i zemin” olurdu. “Zir-i zemin”, “zeminin altı” demekti ve cenaze yer seviyesinin aşağısında bulunan mezar odasına defnedilir; cesed bazen şamanist devirlerden kalma geleneğe uyularak mumyalanır ve mumya yine bu odadaki bir lâhdin içine konurdu. Türbenin üst tarafında tam mezarın bulunduğu yere isabet eden noktaya bir sanduka yerleştirilir ve mezar niyetine bu sanduka ziyaret edilirdi.

Alâeddin Tepesi’ndeki Selçuklu sultanlarına mahsus “künbed”, yani türbe de “zîr-i zemin” ile beraber inşa edilmişti.

Türbede, 19. asrın son senelerinden itibaren defalarca restorasyon yapıldı ama bu restorasyonlar işe yaramadı, Selçuklu mimarisinin nefis bir örneği olan mekân gün geçtikçe daha da perişan hâle geldi.

Kemikler hakkındaki ilk söylentiler 1940’lı senelerde çıktı. Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı, türbede 1943’te ve 1944’te yapılan restorasyonlar sırasında mezarların açıldığını, kemiklerin karmakarışık halde çuvallara konup bir köşeye bırakıldığını, o gece köpeklerin çuvalların içindekileri kaptıklarını ve kemiklerin ertesi gün Alâeddin Tepesi’nin değişik yerlerinden toplanıp sandukalara karışık şekilde konduğunu yazdı.

Aynı rezalet, 1990’ların sonunda yeniden yaşandı! Türbenin restorasyonu sırasında mezar odasındaki sandukalar açılarak kemikler çıkartıldı, altmış sene önceki gibi çuvallara konuldular ama gece havalandırma deliğinden mezar odasına giren köpekler yine çuvalların başına üşüştüler. Kimi köpek Alâeddin Keykubad’ın uyluğunu kapmış, bir diğeri Kılıçarslan’ın kaval kemiğini almıştı; Gıyaseddin Keyhüsrev’in kaburgası, Mesud’un leğen kemiğinin parçası yahut Rükneddin Süleyman’ın çenesi hayvanların ağzındaydı! Hemen her taşın yahut ağacın altında bir hükümdara ait iskelet parçası duruyordu!

Alâeddin Tepesi’nin dört bir tarafından toplanan kemikler çuvallarda kalanlarla beraber ertesi gün ortaya yığıldı; bacaklar, kollar, kaburgalar ve diğer kemikler basit şekilde tasnif edildi, Diyanet’in de görüşü alınarak sekiz ayrı mezara paylaştırıldı! Ama hangi kemiğin kime ait olduğu bilinmiyordu, dolayısıyla herşey karmakarışık oldu, meselâ Alâeddin Keykubad’a Rükneddin Kılıçarslan’ın bacağı düştü; Kılıçarslan, Mesud’un kaburgalarından nasibini aldı. Rükneddin’in sandukasına da bir ihtimal Birinci yahud İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev’in yahut bir başka hükümdarın kolu ve kalça kemiği kondu, kafatasları da hak getire şekilde dağıtıldı ve bu son rezaleti haber alıp yazmak, 2004 Mart’ında bana düştü! Yazımın ardından açıklamalar birbirini takip etti ama bu işi kimin yaptığı bir türlü ortaya çıkmadı yahut çıkartılamadı.

HAÇLILAR DA BÖYLE YAPMIŞLARDI!

Konya’da mezarların açılması ve kemiklere sahip olunamaması hadisesinin bir benzerini sekiz asırdan fazla bir zaman önce de yaşamıştık ama arada ufak bir fark vardı: O zaman mezarları açanlar biz Türkler değildik, Haçlı ordularıydı!

1190’da Haçlı Seferleri’nin üçüncüsü yapılıyordu, Kudüs’e gitmeye çalışan onbinlerce kişilik Haçlı ordusu yine Anadolu’daydı ve Selçuklu tahtında İkinci Kılıçarslan vardı.

Başında Alman İmparatoru Frederik Barbarossa’nın bulunduğu Haçlılar yollarının üzerindeki Konya’yı kuşattılar. Şehri, Kılıçarslan’ın oğlu Kutbüddin Melikşah müdafaa ediyordu. Frederik Barbarossa kuşatmaya rağmen Konya’yı bir türlü alamayınca Selçuklu tarafının moralini bozmak maksadıyla askerlerine şehrin dış mahallelerindeki Müslüman mezarlarını deşmelerini emretti!

Mezarlar açıldı ve çıkartılan cesedlere, kalenin burçlarında Haçlılar’ın hareketlerini takip etmekte olan Selçuklu askerlerinin gözleri önünde her türlü saygısızlık yapıldı. İskeletlerin kemikleri kırılıyor, henüz çürümemiş olan cesedlere karşı hiçbir edepsizlikten çekinilmiyordu.

Mezarların deşilmesi Selçuklu tarafının moralini bozdu, dayanma güçlerini kırdı, savunma hatları birer birer çöktü ve Haçlı ordusu şehre girip yağmaladı. İkinci Kılıçarslan harap haldeki Konya’yı daha sonra Frederik Barbaros ile anlaşarak geri aldı, Frederik ise birkaç hafta sonra Silifke Çayı’nda boğulup gitti.

DNA ANALİZİ İLE BELİRLENDİ

Şimdi, Selçuklu Sultanları ile alâkalı hadisenin son aşamasını anlatayım:

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Alâeddin Tepesi’nde birkaç ay önce ciddî bir restorasyon başlattı. Selçuklu Sultanları’nın türbeleri de baştan aşağı elden geçirileceği için mezar odasında tabutlara gelişigüzel şekilde atılmış olan kemiklerin tamamı yeniden alındı ama bu defa çuvallara konmadı, gayet doğru bir karar verildi, birbirlerinden ayrılmaları için DNA analizine gönderildiler.

Analizlerin neticesinde sekiz Selçuklu Sultanı ile aynı türbede yatan şehzadelerin kemikleri tek tek belirlendi ama çok büyük bir ayıbımız daha ortaya çıktı: Hükümdarların kemiklerinin arasında birkaç köpek kemiği bulundu!

Sonra, aynı iskeletin parçası olan kemikler ayrı ayrı kefenlenip sandukalara seksen küsur sene aradan sonra bu defa düzgün şekilde yerleştirildiler…

DNA analizlerinden üstelik bazı tarihî bilgileri doğrulayan başka neticeler de elde edildi, meselâ hayata 1237’de Kayseri’de zehirlenerek veda ettiği söylenen Alâeddin Keykubat’ın kemiklerinde hakikaten zehir bulundu!

Kesin raporlar henüz yayınlanmadığı için senelerdir devam eden rezaleti nihayete erdiren devlet görevlilerinin isimlerini vermeyi sonraya bırakacak, sinirlerinizin boşalmaması için burada başka fotoğraf kullanmayacak ve şu kadarını yazacağım:

Alâeddin Tepesi’ndeki künbeddeki, yani Selçuklu Sultanları’nın türbesindeki restorasyon önümüzdeki Temmuz’da tamamlanacak. Mezar odasının restorasyonu öncelikle bitirildi, kime ait olduğu DNA analizleri ile belirlenen kemikler kefenlendi, sekiz hükümdar için yaptırılan sekiz adet yeni sandukaya kondu ve geriye kemiklerin toprakla buluşmaları, yani tekrar defnedilerek Selçuklu Sultanları’nın artık huzur içerisinde uyumalarını sağlamak kaldı!

AYIBIMIZI AFFETTİREBİLMEK İÇİN…

Türkiye’de bugüne kadar birçok tarihi mekân yerle bir edildi, para uğruna dünya kadar eser yurt dışına kaçırıldı, geçmişimizin mirası daha bin türlü derde uğradı ama Selçuklu Sultanları’nın hatıralarına karşı sebep olunan ve üstelik senelerce devam eden bu rezaletin eşi-benzeri görülmedi.

Unutmamamız gerekir: Osmanlı padişahları tarihimizde ne kadar mühim yer işgal ediyorlarsa, kemiklerine sahip çıkamadığımız bu sekiz Selçuklu hükümdarı da aynı şekilde önemli yer sahibidirler. Şimdi pek hatırlamadığımız Anadolu Selçuklu Devleti’ni kuruluş döneminde tahta çıkmış ve devlete parlak günlerini yaşatmışlardır; meselenin çok daha önemli tarafı da, Alparslan’ın başlattığı işi bu hükümdarların tamamlamaları ve Anadolu’nun onların  sayesinde Türk vatanı hâline gelmesidir.

Dolayısı ile kendimizi bu sekiz hükümdarın ruhlarına ve hatıralarına affetirebilmemiz için toprağa verme ameliyesini biran önce devlet töreni ile ve bütün dinî gerekleri yerine getirerek yapmak, bizler için artık namus görevidir!

Selçuklu Sultanları’nın Alâeddin Tepesi’nde bulunan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün restore ettirmeye başladığı türbeleri. Zeminin altındaki kubbeli bodrumun restorasyonu tamamlandı, kefenlenip sandulakara konan kemikler defnedilmeyi bekliyorlar!

Selçuklu Sultanları’nın Alâeddin Tepesi’nde bulunan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün restore ettirmeye başladığı türbeleri. Zeminin altındaki kubbeli bodrumun restorasyonu tamamlandı, kefenlenip sandulakara konan kemikler defnedilmeyi bekliyorlar!

Medya Haberleri

Okan Yalabık’ın Gençlik Hali Görenleri Şaşırttı!
Ankaralı Turgut’tan kötü haber geldi
Akasya Durağı’nın Dilek'i yıllar sonra ortaya çıktı
Mert Demir Konya'yı Duman Edip Gitti
Ünlü oyuncu Erkan Petekkaya podyumda baş manken oldu