Brüksel, Budapeşte ve Viyana Gezi Notları -3-
AB diyor ki: Türkiye ne dersek yapsın, Gönlümüz olursa belki alırız…
Sabah kahvaltısından sonra Avrupa Komisyonu binasında alıyoruz soluğu. Komisyonun Fransız üyelerinden Francois Naucodie ile çok neşeli bir sohbet gerçekleştiriyoruz. Çünkü Naucodie, bir Türk’le evli olduğu için oldukça güzel Türkçe konuşuyor. Rehbere gerek kalmadan biraz da aynı dili konuşmanın verdiği samimiyetle sorularımızı soruyoruz. Bize “Türkiye Kıbrıs devletine limanlarını açıversin, AB da 8 fasılı birden açsın” dedi. Peki, AB sözünü tutmazsa, fasıllar açılmaz veya iyi yürütülmezse ne olacak, dediğimizde, siz de limanları tekrar kapatırsınız o zaman, deyiverdi. Bilindiği gibi AB’a girebilmek için 35 fasılın açılması ve tekrar kapanması gerekiyor. Türkiye şuana kadar bu 35 fasıldan 13’ünü açabildi ve sadece bir fasıl kapatıldı. Geride halen tıkanmış 12 fasıldan ayrı hiç açılmamış 22 fasıl daha var. Bunlardan 8’i Kıbrıs’a limanların açılmasına bağlı. Beş faslı ise Fransa kilitliyor. Çünkü bu beş fasıl üyeliğin önünü tamamen açtığı için Fransa açılmalarına izin vermiyor…
Biz Türk gazeteciler, madem Fransa bu fasılların açılmasını istemiyor, ileride de istemeyecek, şimdi birkaç fasıl açmanın Türkiye’ye ne faydası var dediğimizde ise vererek iyi bir cevap bulunamıyor…
AB Komisyonundaki görüşmelerin ardından ayrı bir binaya geçerek AB Dış Eylem Servisi’ne geçiyoruz. Buradaki uzmanlar özellikle Lizbon anlaşmasının altını çiziyorlar ve AB’nin artık daha derli toplu olduğunu, özellikle dış işleriyle ilgili tüm birimlerin tek bir çatı altında toplandığını, bürokrasinin azaldığını anlatıyorlar. Dış Eylem Servisi’nde AB’nin dışişleri bakanı diyebileceğimiz Catherina Ashton’un danışmanları tarafından verilen brifingin ardından öğlen yemeği için AB’nin görkemli binasından ayrılıyoruz.
Öğlen arasından sonra AB Konseyi’nin tanıtıldığı brifinge geçiyoruz. Basın Sorumlusu Mary Brazier ve Anders Kjellgren, AB ile ilgili sorularımızı cevaplıyorlar, ancak yine dün dediğim gibi ne sorarsak soralım benzer cevaplar alıyoruz. Hülasa, Türkiye ne dersek yapsın, biz de duruma bakar, herkesi ikna edersek alırız’ gibi şeyler deniyor. Bunun dışında bir şey anlamak mümkün değildi konuşmalardan…
Programımızın bu kısmında René Magritte Müzesinin gezilmesi var. Lakin heyetimiz toplantılardan bunalmış olmalı ki her biri bir yere dağıldı. Ancak dört kişi müzeyi gezdik ve beklediğimiz kadar ilgi çekici değildi.
Çikolatanın anavatanı
Akşama doğru şehir turuna çıkıyoruz. Dikkatimizi en çok çeken şey çikolata oldu. Meğer çikolata’nın anavatanındaymışız. Kaynaklara göre çikolata pralin olarak ilk kez Belçika'da yapılmış. 10 milyon nüfuslu ülkede, bu gerçek zaten her sokakta karşınıza çıkıyor. Her biri mücevher satan dükkanların titizliğinde çalışan yüzlerce çikolatacı, sayısız çeşitte çikolatayla ışıklar altında müşteri bekliyor. Her biri ünlü bir butik gibi yani…
Öğrendiğimize göre Brüksel, Gent ve Bruges şehirlerinin her birinde, onlarca "özel çikolatacı" varmış. Birçoğu şubesiz, özel ve küçük kalmayı tercih etmişler, kendi formüllerini geliştirip yıllardır sürdürdükleri geleneklere sadık kalmışlar. Bu butik çikolatacılarda, her bir çeşit çikolata özel ışıklar altındaki vitrinlerde sergileniyor. Bir kilo çikolatanın fiyatı 20 ile 50 avro arasında değişiyor. Gerçek ve kaliteli çikolatanın sert olması gerektiğini, yumuşak her mamulün "sadece çöp" olduğunu söylüyor ustaları. Fakat üzülerek belirtmeliyim ki biz çikolatalarda domuz yağı var mı, yok mu derken, alkol bulunduğunu öğrendik. Sadece bir dükkanda Müslüman bir satıcıdan rica ettik, alkolsüzünden bir kutu alabildim…
Patates kızartmasının da ilk kez burada yapıldığını öğrendik. Bu bilgi doğru mu bilmem, ama bizim soframıza her öğün mutlaka patates kızartması geldi. Hem de yeter deyinceye kadar ilave ediyorlar. Köşe başlarında da patates kızartması satan büfeler var. Brüksel’in bir başka tadı da Waffles denilen hamurlu tatlısı. Bunu da satan özel mekanlar olduğu gibi seyyar araçlarla da satışı yapılıyor ve küçük büyük herkes büyük bir iştahla yiyor. Merak edip tadına baktık, özel karışım bir hamur presle hızlıca pişiriliyor ve üzerine tercihe göre çikolata, dondurma, meyve gibi şeyler ilave ediliyor. Turistlerin özellikle rağbet ettiğini de belirtmekte yarar var.
Çocukluğumuzun çizgi kahramanlarından Tenten’in de mucidinin Belçikalı olduğunu belirterek bugünkü yazımızı noktalayalım…
Brüksel’i tanıyalım.
Brüksel, Belçika'nın başkentidir. Aynı zamanda Belçika'nın üç federal bölgesinden biri olan Brüksel Bölgesi'nin de başkentidir. Birkaç yüzyıl önce bataklığın kurutulması sonucu ortaya çıkmış bir şehirdir. Adı bataklığın içindeki yerleşim yeri anlamına gelir. Brüksel büyükşehrine bağlı 19 belediyenin toplam nüfusu 1.050.000'dir. Büyükşehrin bir parçası haline gelmiş civar belediyelerin nüfusu ve gün içinde işleri için Brüksel'e gelenlerin (Brüksel'de çalışan nüfus) miktarı da göz önüne alındığında toplam nüfusun birkaç milyona çıktığı hesaplanmaktadır.
Avrupa Birliği'nin 3 ana kurumu olan AB Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu içinde ilk ikisinin resmi organlarının büyük çoğunluğu Brüksel'dedir. Sonuncusu Avrupa Parlamentosu ise Strazburg ile dönüşümlü olarak Brüksel'de çalışmalarını yürütmektedir. Bunlara bağlı ve bunlarla ilgili irili ufaklı yüzlerce kuruluş da dikkate alındığında Brüksel, bu sebeplerden, AB veya Avrupa başkenti olarak gösterilir. Ayrıca NATO Merkez Karargahı da Brüksel'dedir.
Nüfusun çoğunluğunun ana dili Fransızca'dır (%80). Brüksel kökenli veya Brüksel'e Flaman bölgesinden gelmiş ve Felemenkçe konuşan bir azınlık da bulunmaktadır (20%). Bu yönden Brüksel (aslen bir Flaman şehri olmasına rağmen) bir Flaman denizinin ortasında bir Fransız adası gibidir. Bu demografik özelliğe rağmen Brüksel'de iki resmi dil Fransızca ve Felemenkçe'dir ve hukuken eşit ve her alanda zorunludur.
Belçika vatandaşlığını edinmek diğer AB ülkelerine kıyasla çok daha kolay olduğu için 1960'lardan itibaren kayda değer bir yabancı kökenli nüfus da Brüksel'e yerleşmiştir. Başlangıçta genellikle vasıfsız göçmen işçi olarak gelen bu kuşak ve ardından ikinci ve üçüncü nesiller içinde, başta Faslı Araplar, ardından, aşağı yukarı denk sayıda, çoğu Emirdağ, Afyon kökenli Türkler ve eski bir Belçika sömürgesi olan Kongolu Afrikalılar, köken sıralamasında ilk üçü oluşturmaktadırlar. 1970'lerden itibaren özellikle AB resmi kurumlarının sağladığı iş imkânları nedeniyle yabancı kökenli nüfusa, AB ülkeleri kökenli ve daha kalifiye bir topluluk da eklenmiştir ve sayıları artmaktadır. Brüksel nüfusuna bu yollarla dahil olmuş yabancı kökenlilerin toplam nüfusun 1/3ünü oluşturduğu hesaplanmaktadır. İstanbul ile benzerlikler arz eden bu süreç sonrasında son 30-40 yılda Batı Avrupa'da nüfus, kültür ve mimari yapısı Brüksel kadar değişmiş kent yoktur denilebilir. Bu süreç içinde bir gettolaşma da doğmuş, yerli Brükselliler belli semtlerde ağırlıklarını muhafaza eder, buralara adeta 'çekilir'ken, Faslı, Türk ve zenci Afrikalı semtleri ve bir AB kurumları ve çalışanları mahallesi oluşmuştur. Brüksel Ankara ile de kardeş şehirdir.