ABD ve AB Kıskacında Türkiye

Mustafa Güçlü

Sultan Mahmut’tan beri 200 yıldır, tek kurtuluş umudumuz olarak gördüğümüz ve azat kabul etmez köle gibi peşinden koştuğumuz AB hülyası uğruna tanzimat, ıslahat ve meşrutiyet gibi nice uyum yasaları çıkarmamıza, milli gurur ve haysiyetimizden ne denli tavizler vermemize rağmen, bir türlü hedefe varamadığımız gibi, Türk-İslam medeniyetinin son temsilcisi muhteşem Osmanlı’yı da parçalanmaktan kurtaramadık. Sadece, külleri arasından zar zor kurabildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti olarak da 80 yıldır, özellikle son 40 yıldır AB’nin istediği her yeni uyum yasalarını çıkarmamıza rağmen, bir türlü tatmin edemedik. Her atağımızdan sonra istedikleri yeni tavizlere “ bu kadar da olmaz ki” diyerek itiraz edince “girmek isteyen sizlersiniz, tabii ki taviz vereceksiniz ” şeklinde fütursuzca davrandılar. Der Spigel dergisinin kapak resmindi, AB denilen kapalı büyük bir kapının altından yarı açık küçük bir köpek kapısından girmeye çalışan diz üstü çökmüş bir Türk’ün konulması, aşağılamanın ne boyutlara ulaştığını açıkça göstermiştir. Kendilerine karşı bin yıllık üstünlüğümüzü, İslam ve Türk kimliğimizi bir türlü içlerine sindiremeyen batı, bizlere “kendisine tecavüz eden adama aşık olan şapşal kız” muamelesi yapmaktadır. Bu muameleler sonucu öylesine yozlaştık ki, “onlar keler deliğinden girseler, bir hikmeti var diyerek, siz müslümanlar da gireceksiniz.” diyen Hz. Peygamberin buyurduğu gibi batının girdiği her deliğe ve kılığa girmeye çalıştık. Bunun faturasını da kan ve gözyaşlarıyla kimliğimizden uzaklaşarak ödüyoruz.Bölgemizle ilgili şu tarihi gerçekleri bilmezsek emperyalistlerin aşağılık oyunlarını anlamakta güçlük çekeriz.1.İsrail’in Nil’den Fırat’a kadar Büyük İsrail hedefi2.ABD’nin dünya hakimiyetinin bir parçası Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) 3.Rusya’nın sıcak denizlere inme isteği4.AB’nin müslümansız bir eski Roma özlemi5.Evangelistlerin kıyamet savaşı için Yahudi-Müslüman çatışmasını körüklemeleri, bu tarihi gerçeklerden bazılarıdır.Son günlere gelirsek,Daha geçen ay Fransa Cumhurbaşkanı Chirac “Zaten hepimiz Bizansın çocukları ve varisleriyiz” diyerek zımnen bizlere İslam’ın temsilciliğini ve Osmanlı’nın varisliğini sakın aklınıza bile getirmeyin demek istiyordu.Fener Rum Patriği Bartholomeos, sadece birkaç bin rumun yaşadığı güzel ülkemizde, Lozan anlaşmasına ve TC yasalarına ısrarla karşı çıkarak ekümenik sıfatını kullanmakta ve Heybeli Ada’da bir ruhban okulu açılmasına çalışmaktadır.250 milyonluk Ortodoks kitleye hitap eden Moskova Patriği bile ekümeniklik iddiasında bulunmazken, Fener Rum Patriği Bartholomeos, verdiği davetle kendisini “Konstantinopol’un ekümenik Patriği” olarak ilan etmiştir. ABD’nin desteklediği bu davete hükümet erkanının resmen tavır alıp katılmamasını ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman, “İsteyen gelir, isteyen gelmez, biz bunu bir yerlere yazdık” diyerek küstahca bir tavır sergilemiştir.Dünyanın her yanında yaptıkları vahşetten hatta Amerikalı olmaktan bile utanç duyacaklarına, yüzleri bile kızarmadan “bir gün bunların hesabını soracağız” demek istemiştir.Oysa patriğin ekümenikliğini biz yapmalıydık.Osmanlı gibi bir dünya devleti olma idealimiz ve iddiamız olmalı, patriği ekümenik ilan ederek AB, ABD ve Rusya’ya karşı Ortodoksları himayemiz altına almaya çalışmalıydık.Şimdi, bize rağmen ABD’nin desteğiyle ekümenik olan bir patrik, tabii ki ABD’nin adamı olacak ve onun hesabına çalışacaktır. Eğer bu olaya engel olunamayacaksa Yunanistan, Bulgaristan hatta Rusya gibi Hıristiyan ülkelerde Müslümanların liderlerine benzer haklar verilmeli ve muadil okullarımız açılmalı, hatta gerekirse TC’nin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ekümenikliği bile ilan edilmelidir. Yok eğer geç kalınırsa ABD özel yetiştirdiği bazı isimleri ekümenik ilan edebilir.Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Joseph Borell, İstanbul’da İKV ile TOBB’un gerçekleştirdiği “Kritik karar eşiğinde Türkiye-AB ilişkileri” konulu konferansta, Türkiye’deki dini ve ırki azınlıkların özgürlüklerinden bahsettikten sonra Kürdistan’a, Diyarbakır’a gidip Leyla Zana ile görüşeceğini söyleme cüretinde ve küstahlığında bulundu. İtirazlar üzerine “dil sürçmesi oldu, coğrafi bölge olarak kastetmiştim” diyerek geçiştirmeye çalıştı. Türkiye sivil toplum kuruluşları birliği yöneticisi Ramazan Bakkal “Niye Kürdistan diyorsunuz, neden Diyarbakır’a gidiyorsunuz?”5000 yıldır kardeşçe yaşadığımız bölgeyi niçin bölmeye çalışıyorsunuz? Hiç Bask’a gittiniz mi? Denizli’nin Bilecik’in fakir köylerini gördünüz mü? Şeklinde yaptığı itirazı üzerine, terörist muamelesi yapılarak tartaklandı ve salondan dışarı çıkartıldı. Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle “öz yurdunda garipsin, öz yurdunda parya” misali, bu ülke için şehit olanların çocukları maalesef tartaklanıyor ve dışarı atılıyorken sömürge valisi edasıyla pervasızca konuşan Borell ile yerli işbirlikçileri içeride kalarak öz evlat olduklarını gösteriyorlardı. Zana ve arkadaşları tarafından 8 Aralık Çarşamba günü Herald Tribüne gazetesinde, Paris Kürt Enstitüsü imzasıyla yayınlanan ortak deklarasyonda, Türkiye’deki Kürtler’in 20’inci yüzyıl boyunca adaletsizlik içinde yaşadığı iddia edilerek, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde bu durumun değişebileceği yönünde umut doğduğu ifade edilmiştir.“Türkiye, İspanya'nın Bask ve Katalan, Belçika'nın Valonlar bölgeleri için tanınan ve Ankara'nın Kıbrıslı Türkler için de istediği hakların tümünü Kürtlere tanımalıdır” denilerek, bu taleplerin Türkiye’nin AB'ye üyelik sürecinde temel kriterler olarak benimsenmesi çağrısı yapıldı.AB’nin tazyiki ile çıkarılan T.C.K ile affedilen binlerce teröristin Leyla Zana’nın kuracağı planlanan Demokratik Toplum Hareketi’ne (DTH) katılmasıyla başlayan siyasallaşma süreci, işlerin ileride hepten karışacağının işaretidir.İktidarı ile muhalefeti, devleti ile milleti Sivil Toplum örgütleri ile halkı el ele vererek, eğer aklımızı başımıza devşirmezsek, ülke menfaati için, milli bütünlüğümüzü ve ortak tavrımızı geliştirmezsek, akıllı siyaset izlemezsek, şahsiyetli bir milli duruş ortaya koyamazsak, hep pasif ve tepkisiz kalırsak, güçlü olanların dümen suyunda gitmeye ve manipüle edilmeye mahkum oluruz.