Abdullah bin Abbas

Emetullah Akkaya

“Kalbimizi yoranlar değil, kalbimizi onaranlar değerlidir.” ( Şems-i Tebrizi)

“Kullarıma söyle insanlara karşı en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar.” ( İsra,53)

İnsanlara, tabiata, canlı- cansız bütün mahlukata sevgi, saygı ve nezaketle yaklaşmak, güler yüzlü olmak karşılığını mutlaka alacağımız şeylerdendir. Bir müstahdeme gülümseyerek kolay gelsin demek onun işini gerçekten kolaylaştırabilir. Efendimiz (s.a.v) ‘in : “ Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size bildireyim mi? aranızda selamı yayınız.” tavsiyesi kulaklara küpe olması gereken bir nasihattir. İstanbul gibi büyük bir şehirde her önüne gelene selam veren Hacıveyiszade hazretlerine oğlu “Babacığım bazıları selamını almıyor.” dediğinde Hacıveyiszade:

“Olsun almadıklarında ben kendim alıyorum.” diyerek selamı yaymanın önemini vurgulamıştır.

Hastane koridorlarında bilmem kaçıncı kez aynı merdivenlerden inip çıkan ve yine bilmem kaçıncı kez aynı tetkik ve tahlilleri yaptıran hiç tanımadığınız ve asansörde karşılaştığınız yüzü asık bir kimseye “Geçmiş olsun, Allah şifa versin.” demeniz onun asık suratında güller açtırabilir ve belki de o gün içerisinde aldığı ve alacağı en güzel ilaç olabilir.

Bazı kimseler vardır ki onlara karşı hata da yapsanız, güvenlerini de zedeleseniz size karşı hep iyi davranırlar ve dillerinden sizi incitecek bir söz duyamazsınız. Onlar değerleri bilinesi ender şahsiyetlerdir.

Ve yine bazıları da vardır ki İmam-ı Şafii hazretlerinin dediği gibi onlar için kör olsanız – manevi anlamda da olabilir bu körlük- zaten gözleri görmüyordu, derler.

Rabbimiz bizleri değer görmeyi hak eden ve değer görmeye layık olanları mesud edenlerden eylesin.

Öyle bir peygamberin ümmetiyiz ki bu bizim için dünyada iman nimetinden sonra rabbimizden alabileceğimiz en büyük mükafattır. Zira o öyle bir insandı ki kendisine hediye verebilecek imkanı olmayan bir zatın bir gün elinde bir salkım üzümle yanına geldiğini gördü. Bu zat üzümü Rasulullaha hediye etti. Efendimiz kendisine bir yiyecek ikram edildiği zaman birkaç lokma yer gerisini ashabına dağıtırdı. Fakat bu sefer öyle yapmadı. Her bir taneyi tebessüm ederek kendisi yedi. O zat hepsini peygamber efendimizin mütebessüm bir çehre ile yemesinden ziyadesiyle memnun oldu ve ordan ayrıldı.

Orada bulunanlar efendimize neden kendilerine de ikram etmediğini sordular. Efendimiz üzümün çok ekşi olduğunu eğer ashabı kirama dağıtsaydı orda bulunanların yüzlerini ekşiteceklerini ve bu durumun da üzümü getiren kişiyi üzeceğini ifade etti. O (s.a.v) böylesine düşünceli ve böylesine nazenin bir kişiliğe sahipti. Ve elbette onun terbiyesinde yetişenler, onun güzel ahlakını görerek büyüyenler de onun gibi olacaktı.

Efendimiz vefat ettiğinde henüz 13 yaşında olan Abdullah bin Abbas (r.anh) karakter kutbunun yegane sultanı efendimizin mübarek ağzından dökülen incileri çağlardan çağlara taşıyacak bizlere Buhari ve Müslim’in sahihlerinde geçen 1660 hadis-i şerifi ulaştıracaktı.

O Rasulullah’ın amcasının oğlu olma şerefine sahip, doğduğunda annesi tarafından Rasulullaha getirilen ve dünyada tattığı ilk şeyin Rasulullahın tükürüğü olduğu bir zattı.

Efendimizin namaz kılacağını sezdiği zaman hemen onun abdest suyunu hazırlardı. Bir defasında efendimiz namaza duracağında ona yanında namaza durmasını söyledi. Ancak Abdullah efendimizin arkasında namaza durdu. Henüz 11-12 yaşlarında olan Abdullah’a efendimiz neden böyle yaptığını sordu. Abdullah:

-Benim gözümde sen, seninle yan yana olmaktan daha değerlisin ey Allah’ın Rasulü, cevabını verdi. Peygamber efendimiz ise bu anlamlı söze güzel bir dua ile karşılık verdi:

- Allah’ım! Ona hikmet (bilgi) ver.

Allah-u teala (c.c) rasulünün duasını kabul etti. Abdullah bin Abbas henüz gençliğinin ilk yıllarında Kuran-ı Kerimin tefsir ve te’vili, hadis, fıkıh, feraiz, şiir, meğazi, eyyam-ı arab gibi pek çok ilmi aynı anda öğrenen ve öğreten üstün bir ilim insanı olmuştu. Evi ise ilim taleb eden kişilerle dolup taşan bir üniversite gibiydi.

Bir gün vahiy katibi ve aynı zamanda fıkıh ve kıraatta halkın ileri gelenlerinden olan Zeyd bin Sabit ile karşılaştı. Onu hayvanına bindirmek istedi ve adeta onun karşısında kölenin efendisinin huzurunda durduğu gibi duruyordu. Zeyd:

- Yapma böyle ey Rasulullahın amcasının oğlu, dedi. Abdullah ise:

- Biz alimlerimize böyle davranmakla emrolunduk, diye cevap verdi. Zeyd bin Sabit Abdullah’dan elini uzatmasını istedi, sonra da Abdullah’ın (r.anhüm) elini öptü ve şöyle buyurdu:

-Biz de peygamber efendimizin ehl-i beytine böyle davranmakla emrolunduk.

Ümmet-i Muhammed’in abid, arif ve alim kişisi Abdullah bin Abbas yetmiş yaşında vefat etti. Toprağa verilirken:

“Ey emin ve mutmain ruh! Birbirinizden razı olarak rabbine dön, kullarımın içine gir, cennetime gir.” ( Fecr,30) ayetinin okunduğu işitildi.

Ve bizler ilmiyle amel etmenin önemini, birbirimizi sevmeyi, değer vermeyi, nezaketi, ülfet ehli olmayı önce efendimizden sonra da onun gökteki yıldızlara benzeyen ashabından öğreniyoruz.

Rabbimiz onların nurlu izlerine basa basa ve ardımızda hoş bir seda bırakarak şu dünyadan göç etmeyi bizlere nasip eylesin. Amin.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.