İslam’ın en büyük amacı, ahlaklı bir toplum inşa etmektir.İslam’a göre ahlak kelimesi, karakterin sağlamlaştırılmasını, büyüklere karşı saygı, küçüklere karşı şefkat ve merhametin yerleştirilmesini amaçlayan bir anlam bütünlüğüne sahiptir. Bunun içerisine yaşadığımız doğal çevreyi koruma ve kirletmeme faktörü girdiği gibi bütün canlı varlıklara karşı merhametli olma duygusu da girer.
Ahlaklı insan dediğimizde Allah’a, Kur’an’a, peygambere, anne ve babaya, çevreye, içinde yaşadığı toplumuna ve milletinin değerlerine karşı bir birey olarak sorumluluklarını yerine getiren insan akla gelir.Kur’an, ahlaki ilkeler mecmuasıdır. Peygamberler de bu ahlaki ilkeleri yaşamada model oluşturmuş kâmil ve sâlih insanların zirvesidir. Eğer birey ve toplum bu iki rehberlikten yararlanmasını bilirse, mutlu ve huzurlu bir düzen hâkim olur. Teorik ahlakın bilgisini Kur’an’dan; pratik ahlakın örnekliğini Efendimiz Hz. Muhammed (a.s)’dan alarak yaşarsak, işte o zaman, İslam’ın öngördüğü Müslüman kişiliğine ulaşabiliriz.
Kur’an ilkeler bazında bize birçok güzel ahlak örneklikleri sunar. Meselâ, bunlardan birisi, doğruluktur. Kur’an’ın öngördüğü doğru insan, yaptığı bütün işlerde Allah’la beraber olan kimsedir. Geniş anlamda dürüst Müslüman; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere inanan, bunu sadece teorik iman seviyesinde bırakmadan pratik olarak akrabalarına, toplumun zayıf bırakılmış kesimi olan yetimlere, düşkünlere, yolculara, insan hak ve hürriyetleri elinden alınmış mülteci konumuna düşmüş insanlara maddi ve manevi imkânlar sağlayan; namaz kılan, zekât veren, sözleştiği zaman sözünde duran, zorda, darda ve savaş, deprem gibi şartların önüne çıkardığı zamanlarda sabreden, isyan etmeyen şeklinde tanımlanabilir. (Bakara, 177).
Kur’an müminlerden, kendilerine bir şey olsun ‘emanet’ edildiği zaman, emanete ihanet etmemelerini ister. Müminin sorumluluk alanına giren her şey, bir emanettir. Allah’a karşı dini sorumluluklarımız bir emanettir, helalinden kazanmak bir emanettir, çocuklarımız bir emanettir, içinde yaşadığımız coğrafya bir emanettir, bedenimiz bir emanettir, sermayemiz bir emanettir, ilmimiz, irfanımız bir emanettir. Emanetleri, layık oldukları şekilde tasarruf yetkisine sahibiz. İmanlı kişi, insanların güvenini kaybedecek her türlü tutum ve davranışlardan uzak durmalıdır.
Öte yandan Kur’an, hayatın her alanında “adalet”ten ayrılmamayı öğütler. Adalet, her türlü haksızlığın zıddı olup, her hak sahibine hakkını vermek, demektir. Çünkü adalet ve hakkaniyetten sapmak, bireysel ve toplumsal düzeni bozar. Onun için Aziz kitabımız Kur’an’da, “kâfirlere karşı olan öcünüz, kininiz bile sizi adaletten alıkoymasın” buyrulmuştur. (Maide, 5/8). Kaldı ki Kur’an, şahitlik ve anlaşmazlıkların çözümünde adaleti gözetmemizi ister. Taraflardan birinin fakir veya zengin olması, akraba veya arkadaş olması hâkimin hükmünü etkileyici bir etken olmamalıdır. (Nisa, 153)
Maalesef günümüzde savrulan/buharlaşan değerlerimizden bir diğeri de “ahde vefa” ahlakıdır. Evvelâ insanın yaratıcısı olan Allah’a karşı sorumlu olması gerekir. Zira Allah’a karşı vefalı olmayan kimse, ne işine, ne eşine, ne arkadaşına, ne dostuna, ne akrabasına, ne çevresine ve ne de milletine/toplumuna karşı vefalı olur.
Acaba ahde vefa imtihanında başarılı mıyız?Ahde vefa, imanın bir göstergesi, alâmet-i farikasıdır.Sonuç olarak, mü’min insanın sadece Allah’ın varlığına, birliğine iman etmesi yeterli değildir. Allah’ın varlığı, birliği ve yaratıcılığına iman etmekle birlikte, O’nun gönderdiği ahlaki değerleri de gündelik hayatımızda bir bir temsil etmemiz gerekir.İşte o zaman temsil ve kaliteli Müslümanlığımızı göstermiş oluruz.