Ahmet Köseoğlu

3 Nisan 1967 yılında Altınekin Karakaya’da dünyaya gelen ve Konya kültür hayatının her yerinde olan Ahmet Köseoğlu ile çocukluk ve gençlik yıllarını konuştuk.

Söyleşi: Uğur ÖZTEKE


 


Konya kültürünün genç jenerasyonunun aktif ve başarılı ismi


 


Ahmet Köseoğlu


 


3 Nisan1967 yılında Altınekin Karakaya’da dünyaya gelen bu haftaki konuğumuz Ahmet Köseoğlu, Hacı ve Ayşe çiftinin sekiz çocuğundan biri. Aile bölgede Türkmenler olarak biliniyor. Ahmet Köseoğlu 8 aylıkken, ailesi Konya’ya gelip yerleşiyor. Evleri Araplar Saksağan Sokak’ta, Hasan Angı’ların evinin dibinde, Konya deyimiyle ‘Çelen çelene’…


Ahmet Köseoğlu çocukluğunun geçtiği bu evlerini hatırlıyor. Kardeşleri Zaide, Arife, Mehmet, Havva, Osman, Zekeriya ve Nafize ile zor ama mutlu bir çocukluk yaşıyor.


BABA HACI KONYA’DA ÖNCE  AT ARABACILIĞI YAPAR, DAHA SONRA BAKKAL DÜKKÂNI AÇAR


Çoluğu çocuğu ile Konya’ya yerleşen baba Hacı Köseoğlu önce at arabası ile nakliyatçılık yaparak geçimini sağlamaya çalışır. Daha sonra 1972 yılında ise Araplar’da bir bakkal dükkânı açar. Artık mahallenin bakkalı, ‘ Hacı Bakkal’ olmuştur.


BAKKALDA ÇALIŞIRKEN TEZGÂHIN ARKASINDA KAYBOLURDUM


Babasının bakkal dükkânını, dahası bakkal dükkânında çalıştığı günleri heyecan içerisinde, o günleri yaşarcasına anlatan Ahmet Köseoğlu ‘Ben de ilkokul üçüncü, dördüncü sınıfta öğrenciyken bakkallık yaptım. Yani derslerimden kalan zamanlarda hep babama yardım ettim. Babam hale gittiği zaman, toptancılara gittiği zaman ben dükkânda dururdum. Boyum da kısaydı. Çelimsizdim. Tezgâhın arkasında durduğum zaman dükkâna giren müşteri beni göremez ‘Bakkalda kimse yok mu?’ diye seslenirdi. Hiç unutmuyorum o terazinin yanındaki kiloları, gramları alırken, kaldırırken bile zorlanırdım. Ama bu bakkalda çocukken çalışmam hayatın ilerleyen bölümlerinde bana müthiş bir şekilde özgüven verdi, sosyalliği öğrendim. İnsanlarla çok rahat sıcak ilişkiler kurdum’ diyor.


ARAPLAR’DA YA TOPÇU YA DA KUŞÇU OLACAKTIN


Çocukluğumuz tabii ki Araplar’da geçti. Araplarda üç tip çocuk vardı. Ya futbolcu olacaksın ya da kuşçu. Biz parsellerde, arsalarda top oynardık. Bir kısmı da Cumartesi, Pazar kuşçuluk yapardı. Bir kısmı ise gerçekten çocukluğunu yaşar; bilya, aşık, çoban para oynarlardı. Benim tercihimse futboldan yana oldu. Takımda hep forvette oynardım. Mahalle takımında filan da oynadım, ama ilk lisansım PTT Spor’da çıktı. 83- 84 yıllarıydı.


BABAM 90’DA BAKKAL DÜKKÂNINI KAPATTI


Babam 90 yılına kadar bu dükkânı devam ettirdi. Daha sonra rahmetli Özal’ın döneminde esnafa katma değer vergisi, artan maliyetler ve o dönemde esnafın çektiği sıkıntılardan etkilendi ve dükkânı kapattı. Babam şu anda76 yaşında ve Bağ-Kur emeklisidir. Annem ise 87 yılında ben üniversite ikinci sınıf öğrencisiyken vefat etti. Annemin vefatı beni derinden etkiledi.


ZELİHA YILDIRIM HOCAM BENİM KOLEJDE OKUMAMI İSTİYORDU


İlkokulun birinci ve ikinci sınıflarını Cengiz Topel’de, 3. 4. ve 5. sınıfları ise Akif Paşa İlkokulu’nda okudum. 4. sınıfta dersimize gören öğretmenimiz Zeliha Yıldırım’ı hiç unutamıyorum. Bu hocamızın eşi de Milli Eğitim Müdürlüğü’nde Şube Müdürü’ydü. Bu öğretmenimiz beni çok severdi. Hatta bana öyle güvenirdi ki bazı dersleri bile sınıfta arkadaşlarıma benim anlatmamı isterdi.. Dördüncü sınıfın sonunda öğretmenimiz bana dedi ki ‘Bana bak Ahmet gelecek sene sizin derslerinize ben girmeyeceğim. Size genç bir öğretmeniniz girecek, sen senenin sonunda ona hatırlat. Senin kolej sınavlarına girmeni sağlasın.’ Bu olay benim için hem acım, hem de bir anımdır. Gerçekten de beşinci sınıfta genç bir bayan öğretmenimiz derslerimize girmeye başladı. Ama öyle ki bu genç öğretmen biraz farklı idi. Yani biz böyle öğretmen görmemiştik. Hiç unutmuyorum sınıfta filan sigara içiyordu. Yani o tarihlerde böyle sigara içmek filan garipseniyordu. Ne yazık ki onunla iyi bir uyum sağlayamadık. Sene sonunda ben daha önceki öğretmenimizin dediğini, kolej sınavını kendisine hatırlattım, ‘kolej sınavlarına girmek istiyorum’ dedim. Ama o öğretmenimizin de günahını almayayım da, belki unuttu. Ne var ki sonunda ben kolej sınavlarına giremedim.


KOLEJE GİTMEYİ HAYAL EDERKEN İMAM HATİP’E KAYIT OLDUM


Ailemde de o zamanlarda koleji filan bilen yoktu ki. İlkokulu okul birincisi olarak bitirdim ama sınavlara dahi giremedim. Bu belki de Mehmet abimin bana bir taktiğiydi. (Mehmet Köseoğlu’nu kastederek gülüyor) . Teyze oğlumla ( Dr. Mehmet Sarıbaş) beni İmam Hatip Lisesi’ne kayıt ettirdiler. O Karma Ortaokulu’na gitmek istiyor, bense koleje gitmeyi hayal ediyordum.


İMAM HATİP 4. SINIFTA OKULDAN AYRILARAK EML’YE GEÇTİM


İmam Hatip Lisesi’ndeki öğretmenlerimizin geneli çok iyiydi ama birkaç tanesi gerçekten sıkıntılıydı. Yani köyden gelen, kasabadan gelen öğrencilerle şehir çocukları arasında uyum sağlamada güçlük çekiliyordu. İmam Hatip’in dördüncü sınıfında ilk 15 gün okudum ve o yıl Konya Endüstri Meslek Lisesi Elektrik bölümüne geçtim. O yıl oraya da sınavla öğrenci alınıyordu ama elektrik bölümü için 3 kontenjan boş kalmış, ben de oraya geçtim. Ama o dördüncü sınıf kitaplarını hala saklarım çünkü İmam Hatip Lisesi’ni çok sevmiştim, ama benim bütün sıkıntım o birkaç hoca ileydi.


HOCALARIN HOCASI İSMAİL DAMARLI: SEN TOP KAFALI MISIN? YA TOPÇU OL YA DA OKU ADAM OL!


Endüstri Meslek Lisesi’nde herkesin çok iyi bildiği, hocaların hocası tanınan İsmail Damarlı vardı. Ben de hem genç takımda hem de A takımda oynuyordum. Haldun Üstel hocamızdı.


İsmail Damarlı 65 yaşlarındaydı.. Öyle ki onun talebeleri bile okulda öğretmenlik yapıyordu. Bir Çarşamba günü PTTspor genç takımının maçı vardı. Ben de oynayacaktım ve maçımız 1 nolu çim sahadaydı. O zaman bizim gibi amatör bir sporcunun o sahaya çıkması, çimlere basması rüya gibi bir şeydi. Ama aynı gün İsmail hocadan, teknik resimden de sınavımız vardı. Hocadan önce izin istedim, çok önemli bir işim filan var dedim. O da bana ne olduğunu söyle, sana izin vereyim dedi. Ben bu kez ‘Hocam benim için hayat mayat meselesi’ dedim. Hoca ısrar edince ben de yalan söyleyemedim ve ‘maç yapacağız, top oynayacağım’ dedim Hocam bana güldü ‘Sen top kafalı mısın, ya topçu ol ya da oku, adam ol’ deyiverdi. Ben de ‘ikisini de olacağım hocam’ dedim. Bu kez ‘Git rapor a,l imtihana gelme’ dedi. Ben rapor alamadım, ama maça gittim ve o sene o dersten, tek dersten ikmale kaldım.


NECDET ALBAY’IN FIRÇASIYLA SİGARAYI BIRAKTIM


Bir de Necdet Albay diye bir hocamız vardı. Bu hocamız bizlere çok özel ilgi gösterirdi. İyi de futbol oynardı. Ben de iyi top oynuyordum. Okul takımındaydım. O zamanlar lise maçları çok çekişmeli geçerdi. EML takımı da çok iyiydi. Bir gün antrenman yapıyorduk, Hocam beni sağ bek oynatmak istedi. Ama o zamanlardan Necdet hoca çok ileri görüşlüymüş ki sağ bek gibi öyle sabit değil, benim sürekli olarak o sağ kanadı kullanmamı istedi. O gün iki defa böyle sağ kanattan gittim geldim, üçüncüsünde ise gidemedim. Hoca bana ‘Sen sigara içiyor musun?’ dedi. Ben yine yalan söylemedim ‘evet içiyorum’ dedim. Bana çok kızdı, beni sahadan kovdu. Bir iki gün sonra beni yine yanına çağırdı ve ‘Ya sigara ya futbol, kararını ver’ dedi. Ben de o gün sigarayı bıraktım. O günden bugüne bir daha sigarayı ağzıma dahi almadım. Ve o yıl finalde şampiyon olduk. O yıldan bir sene önce Ticaret Lisesi’nde Hakkı, Konya Lisesi’nde Ünal oynuyordu. Kemal yine Gazi Lisesi’ndeydi. Final maçını 2–1 kazandık. Maçtan sonra rakip okulun oyuncuları kaybettikleri için sahada ağladılar. Biz daha sonra Afyon’a gruplara gittik


HUKUK FAKÜLTESİNİ İSTİYORDUM AMA AİLEM KONYA DIŞINA İZİN VERMEDİ


Liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavlarına girdim, hep yüksek tercihler yaptık. Ankara Hukuk’u çok istiyordum. Ailem ise benim Konya dışına gitmeme izin vermiyordu. O yıl Mustafa Özkafa, abim Mehmet Köseoğlu ve Mustafa Özkan’ın ortak oldukları bir kitapevi vardı: Gümüş kitapevi. Oraya gitmeye başladım. Aslında kitap okuma alışkanlığını da orada kazandım. Çok kitap okudum, bütün kitapları ve yazarlarını ezbere biliyordum.


HAŞİM BAYRAM MOTORUYLA DERSHANEYE GELİR, KİLİTLEMEZDİ BİLE


Haşim Bayram o yıl Ahmet Büyükakkaşlar’la Anadolu Dershanesi’ni kurmuşlardı. O yıl dershanenin de ilk yılıydı. Haşim Hocayı hiç unutamam. Mobileti ile dershaneye geli,r motoru kapının önüne bırakıverir, hatta hiç kilitlemezdi bile. Çocuklarda motoru alır, motor ile gider gelirlerdi. İkinci yıl yine Konya dışına bir yere gitmeme izin vermediler. Çok yüksek bir puan almama rağmen Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ni kazandım. 86 ‘a girdim ve 90 yılında da mezun oldum.


ÜNİVERSİTEDE SPORU BIRAKTIM, SOSYAL OLAYLARLA İLGİLENMEYE BAŞLADIM


Üniversitede artık benim için spor ikinci planda kalmıştı, daha çok sosyal olaylarla ilgilenmeye başlamıştım. Toplantılara sohbetlere katılıyordum. Sağ içerikli kitapların yanı sıra  


sol içerikli kitapları da okuyordum. Necip Fazıl, Cahit Zarifoğlu, Cemil Meriç, ayrıca yabancı kaynaklı yazarları da okudum.


MEHMET ABİM RAPOR ALMAYINCA


Ziraat fakültesi son sınıfındayken çok kolay bir dersimiz vardı: Çayır mera bitkileri. Hocamızda Prof. Mevlüt Mülayim’di. Hocamız da gerçekten de soyadı gibi mülayimdi. Vizemiz vardı. Dersi hafife aldığım için çalışmamıştım. Son gün beni bir telaş bastı, kolay dersten zayıf almak ayıp olacaktı. Sabahleyin belediyedeki Mehmet abimi aradım: ‘Abi sıkıntı var bana bir günlük rapor lazım’ dedim. 4 saat sonra sınav vardı. Abim de ‘ders çalışmadın diye rapor alamam, girersin imtihana, zayıf alırsın, bir sonraki vizede geçersin’ dedi ve bana yardımcı olmadı. Belki de o zaman bana iyilik yapmıştı. Çok çalışkan bir sınıf arkadaşımız vardı: Çınar Tezer. Onun evine gittim. O da sabaha kadar ders çalışmış uyumamış. Çınar’a ‘bana 6 tane konu söyle, beşi yazılıda çıksın’ dedim Çınar’ın verdiği 6 soruya iki üç saat çalıştım ve o sınava girdim. İşin komik yanı sınavdan ben 83, Çınar ise 73 almıştı.


OKUL BANA KADERİN HOŞ OLMAYAN BİR CİLVESİYDİ


Okul kaderin bana bir cilvesi, hem de hoş olmayan cilvesiydi. Okula bilerek gittim, orayı istemeden okudum ve zamanında okulu bitirdim. Aslında babamın tarlası vardı, ama ben tarlaya filan gitmezdim, biçere dövere gitmezdim, harmana gitmezdim, ama Ziraat Fakültesine gittim, zoo teknik bölümünü bitirdim.


GÜMÜŞ KİTAPEVİ BANA KİTABI SEVDİRMİŞTİ


Üniversitede kitap okumaya devam ettim. Gümüş Kitabevi daha sonra Bedesten’de eski Otağ kitabevinin yerinde Bedesten kitabevini açtı. Boş zamanlarımda oraya gitmeye devam ettim. Dahası artık orada çalışıyordum. Son sınıfa kadar da bu kitapevine gitmeye devam ettim.


TEOMAN RIZA GÜNERİ’NİN ÇAĞIRMASIYLA GAZETECİLİK BAŞLADI


Son sınıfın bitmesine az bir zaman kala Teoman Rıza Güneri kitapçıda beni gördü. Bana “Yarın gazetesi, Merhaba gazetesi olacak. Seni orada görmek istiyorum” dedi. Ben gittikten bir ay sonra gazetenin adı zaten Merhaba oldu, yanılmıyorsam Şubat 91’di. İç sayfaları yapıyordum. 3. sayfanın editörlüğünü de üstlenmiştim. Ayrıca özel günlerde özel dosyalar hazırlıyordum. İstanbul’un fethi, İstiklal Marşı’nın kabulü, 18 Mart gibi…


ASKERDE KUR’A ÇEKİMİ SIRASINDA KALBİMİN DURDUĞUNU HİSSETTİM


1 Ağustos’ta askerlik için Ankara Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu’nda sınava girdim. 15 Ağustos’ta İstanbul Tuzla Piyade Okulu’na gittim, yedek subay öğrencisi olarak. Tuzla Piyade okulunda çok sıkı bir eğitim vardı. Okulda 3–3.5 ayda ‘Hayatın kaç bucak olduğunu gördük.’ Bir Kıdemli Üsteğmen Bölük komutanımız idi. Lakabı Noriyaga idi, çok sert ve disiplinliydi. Diğer komutanlarımıza da çok sert idi. Kura çekimini de unutamıyorum. 91’in sonuydu. Doğu’da, Güneydoğu’da çok sıkıntılı dönemler vardı. Bizden mezun olan yedek subaylar genelde doğuya gidiyorlardı. Benden önce kura çekenler hep 114. 115. ve 116. alaylara gidiyorlardı. Sıra bana geldi. 119.cu Jandarma Er Eğitim Alayı çıkmıştı. Nefesimi tutmuş ama bırakamamıştım. Komutanımız bana ‘Burası neresi?’dedi, ‘Bilmiyorum’ dedim. Bana ‘Van’ dediği zaman vücudumda bir şeyler boşandı o devam etti ‘değil ya Çanakkale.’ Üç beş saniye hiçbir şey hatırlamıyorum. Çanakkale’deki alay da zaten 5 sene önce doğudan buraya nakil edilmiş. Askerliğimizin bitmesine iki buçuk ay kala askerliğin 13,5 aya indiği açıklandı. Askerliğimin son dönemlerinde Çanakkale’de sık sık karşı tarafa geçtim. Şehitlikte gezdim


ASKERDEYKEN HALİL ÜRÜN ÇAĞIRDI, KON-TV’Yİ KURDUK


Askerliğimin bitmesine 15 gün kala Büyükşehir Belediye Başkanı Halil Ürün beni aramış. ‘Eğitimde, sonra arayın’ demişler. Sonra beni tekrar aradı Halil Bey, ‘Konya’da TV kuruyoruz. Askerliğin bitiyormuş, hiçbir yere başlama, seninle görüşelim’ dedi. Geldik, bir hafta sonra Halil bey çağırdı, Kon TV’ye başlamamı istedi. Bir tane kamera, 3 tane 37 ekran TV vardı, eski birkaç küçük verici vardı. Televizyonun müessese müdürü olarak 92’nin Ekim ayında göreve başladım. 3–4 ay sonra 15 Şubat’ta Kon-TV yayına başladı. 100. yıl Spor Salonu’nda Erbakan’ın katılımıyla görkemli bir açılış yaptık. 93’te yeni düzenleme ile haber müdürü oldum. Televizyonun kuruluşunda ilk temeli bu fakir atmıştı’ diyor ve gülüyor


EVLENMEDEN BİR GÜN ÖNCE BİLE TV’YE GİDİP ÇALIŞTIM


12 Aralık 1992 Pazar günü evlenecektim. Düğünümden bir gün önce televizyonun taban döşemeleri yapılacaktı. Bir arkadaşı görevlendirmiştim. Ama düğüne, pilava bir gün kala yine beni telsizle arayıp televizyona çağırdılar. Salı sabahı da yine işimin başındaydım. 93’te belediyelerin tv-radyo yayını yapamayacağı kanunu çıkınca bize tercihimiz soruldu. Ben de Halil Ürün’ün basın danışmanı oldum. Büyükşehir basın danışmanı. 94 seçimleri neticesinde Halil Ürün’ün Belediye Tanıtım İlan Reklam çalışmalarında bulundum. Mustafa Arslan’la bu çalışmaları birlikte götürdük seçim sonunda belediyede yeni düzenleme yapıldı. Kültür Basın ve Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’nü yaptım. 98’e kadar buradaydım. 99 Eylül’ünde Meram Belediyesi Başkan Yardımcısı olmam istendi. Ve bu göreve geçtim


BAŞKANLIK NASİP DEĞİLMİŞ, BAKANLIĞA GEÇTİM


2003’ün 31 Aralık günü Belediye Başkan aday adaylığı için istifa ettim. Nasip değilmiş. 96’dan 2004 Mayıs’ına kadar Altınekinliler Yardımlaşma Dayanışma Derneğinin kurucu başkanı oldum. 2000-2004 Meram Belediyespor Kulübü Başkanı olarak voleybol takımını kurduk. 94’te Yazarlar Birliği Konya şube yönetiminde bulundum. 97’de ise Başkan oldum. İki dönemdir TYB Yönetim Kurulu üyesi ve genel sekreterlik görevini yapıyorum. Bir yıl sonra Meram Belediyesi’ne döndüm. Tarım Bakanı Mehdi Eker’in davetiyle Bakanlık Yayın Daire Başkanlığı Başkan vekilliği yaptım. Burası 10 ay sürdü. Tahir Akyürek’in daveti ve lütfu ile, kendim de istediğim için yeniden Konya’ya döndüm…  Çünkü 40 yaşına kadar Konya’daydım 15 günden fazla hiç Konya dışında kalmamıştım.


PARAYI PULU HİÇ DÜŞÜNMEDİM


Çalışmalarında bugüne kadar paraya pula maddiyata hiçbir şekilde önem vermediğinin ve de düşünmediğinin altını çizen Köseoğlu “Hiçbir zaman ekonomiyi ön plana almadım, paralı pullu, akçeli işlere girmedim. Hâlâ kirada oturuyor ve bindiğim arabamın borcunu ödüyorum” diyor. 


EŞİ VE KIZLARI İLE MUTLU BİR AİLE REİSİ


Ahmet Köseoğlu bugün edebiyatın içine gömülmüş bir şekilde eşi Betül hanım, kızları Ayşe Tuba ve tek yumurta ikizleri Zeynep ve Feyza ile sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir hayat sürüyor.