Ahmet Öksüz

Ticaret lisesi öğrenciliğinden Ticaret Lisesi Müdürlüğü’ne kadar yükselen, şehrimizin ilk Büyükşehir Belediye Başkanı, Konyaspor’un 23 yıllık l. Türkiye Ligi özlemini gideren Kulüp Başkanı, olgun, mütevazı insan

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri-82


 Söyleşi: Uğur ÖZTEKE


Çumra’nın Alibeyhüyüğü köyünde 24 Mart 1940 günü yine farklı bir heyecan yaşanmaktadır. Anadolu’nun tam ortasındaki bu mütevazı köyün insanları. Ali ve Havva Öksüz çiftinin dördüncü çocuklarının dünyaya gelişinin mutluluğu tatlı telaşı içindedirler. Öksüz ailesi ise bu heyecanı birebir ve çok daha farklı yaşamaktadır. Çünkü aileye Afet, Mehmet, Müşerref’ten sonra ismi Ahmet konulan nur topu gibi bir erkek evladı daha katılmıştır. Genç çiftin ve aile yakınlarının gözlerinin içi parlamakta, heyecan doruklarda yaşanmaktadır.


FİLİĞİN ALİ’NİN MUTLULUĞU GELECEK YILLARDA ARTARAK BÜYÜYECEKTİR


Minik Ahmet’in babası Ali Öksüz yörede Filiğin Ali olarak bilinmektedir. Ailesinin geçimini çiftçilik yaparak sağlamaya çalışan Filiğin Ali daha sonraki yıllarda Çumra’da buğday alım satımı yapacak ve ticarete başlayacaktır. Biz merakımızdan Filiğin Ali lakabının nereden geldiğini öğrenmek istediğimiz zaman Ahmet Öksüz bunu şöyle anlattı: Dedem öldüğü zaman babam daha henüz 4 yaşındaymış. Yani babam aklı ermezken öksüz kalmış. Onu kaybettiği zamanda hiçbir şeyin farkında değilmiş ki kapının önünde oyun oynarlarmış. Belki de onun için Filiğin Ali dediler. Ama bir de annem sarışın, çok güzel bir kadınmış. Belki de annem güzel olduğu için öyle dediler, onu da bilmiyorum.


FİLİĞİN ALİ 1945-50’Lİ YILLARDA MECİDİYE HAN’IN ORADA MANİFATURACILIK YAPACAKTIR


Öksüz ailesinin minik Ahmet’ten sonra Mustafa ve Sabahat isminde iki çocukları daha dünyaya gelir ve Öksüz çifti altı çocukları ile o yıllarda hayatın zorluklarını en acımasız şekilde hissederler. Ama aile birlik ve beraberlik içerisinde, sağlıklı huzurlu bir şekilde her geçen gün daha da güçlenmektedir. Baba Ali Öksüz Çumra’da buğday alım satımı işini yaparken vatani görevini de tamamlar ve tekrar köyüne döner. Artık hedefinde Konya’ya yerleşmek ve orada çocukları ile yeni bir ufuk çizmek vardır. Çumra’da yeniden buğday işini sürdürmeye başlarken 1925–30’lu yıllardaKonya’ya yerleşen aile 1945-50’li yıllarda ise baba Mecidiye Han’ ın orada tuttuğu bir dükkanda manifaturacılık yapmaya başlar.


KONYA’DA SARIYAKUP’TA BAŞLAYAN HAYAT


Öksüz ailesinin o yıllarda Konya’da oturdukları ilk semt Sarıyakup’tur. Ahmet Öksüz 5-6 yaşlarına gelinceye kadar da aile Köprübaşı’nda, Sedirler Mahallesi’nin başlangıcındaki iki katlı küçük bir evde ailesi ile birlikte yaşayacaktır. Ahmet Öksüz çocukluk yıllarında ilk aklının erdiği o yılları şöyle anlatır: Oradaki caminin önünde oyun oynardık, çocukluğumuz yani aklımızın ilk ermeye başladığı yer dendiği zaman buraları hatırlıyorum. Evimiz iki katlıydı. Hep caminin önündeki meydanlıkta oynardık.


BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI OLDUM, İLK YAPTIĞIM İŞ BU EVİ YIKMAK OLDU


Büyükşehir Belediye Başkanı olduğum zaman ilk iş olarak bu evi yıktırdım. Çünkü bu ev ya restore edilecek, koruma altına alınacak tarihi bir Konya evi olacaktı ya da birinin başına filan yıkılmasın diye yıkılacaktı. Daha doğrusu o zamanlar bu evin koruma altına alınmasını düşünemedim. Ve yıkılması emrini kendim verdim. Babam rahmetli evin bir müteahhide verilmesini istedi ama o zaman da hamur filan yapılacak, başkasının hakkını alacaktık. Başkasının hakkı bize, bizim hakkımız başkasına geçecekti. Ona da karşı çıktım. Evi yıktırdım, uzun süre orası burası boş arsa olarak kaldı, şimdi yerinde koskoca apartman var. Bir de o yıllarda ya mahalle arasında ya da Ereğli yolu üzerinde arsalarda top oynamaya giderdik.


AYAĞIMIN KESİLMESİ İÇİN DOKTOR BABAMLA PAZARLIĞA BAŞLADI


Biz daha sonra aynı mahallede Çelebi sokakta kirada bir eve taşındık ve burada oturduk. Çocuktuk, bu arada bizim kendi evimizde temizlik vardı. Çocukluk işte. Bu temizlik sırasında herhalde bir haylazlık yaptık. Abim bana çok kızdı, o sırada yerden eline geçirdiği bir cam parçasını arkamdan fırlattı. O cam parçası da ayağımın üstünü kesiverdi. O sırada annemlerde buldukları bir bez parçasını şöyle bir silkelediler tozunu toprağını çırptıktan sonra ayağımı o bezle bir güzel sardılar. Bir hafta sonra ayağımdaki acı artmaya başladı, ayağım morarmaya başlamıştı. Babam daha sonra doktor doktor dolaşmaya başladı. Hiç unutmuyorum bir doktora gitmiştik, bu doktor benim yaşamam için hemen ayağımın kesilmesi gerektiğini, bir gün dahi kaybedilmemesi gerektiğini söylüyordu. Hatta bunu söyledikten sonra da şu kadar para lazım diye babam ile para pazarlığı bile yapıyordu.


19 GÜN GÜNEŞ GÖRMEYEN HASTANE ODASINDA YATTIKTAN SONRA AYAĞIMI KURTARDILAR


Daha sonra Ali Efendi isminde bir doktora gittik, beni muayene ettikten sonra hemen derhal hastaneye yatmam gerektiğini söyledi. Gece olmuştu. Gece bile olsa eve gitmeme izin vermedi, hemen derhal hastaneye yatmamı istedi. Devlet Hastanesi’nin o zaman hemen girişinde sol taraftaki eski binanın koridorunda yattım. Yani odalarda boş yatak filan yoktu. Ertesi gün beni odaya aldılar. Kalın perdeleri vardı, pencere filan yoktu, tetanoz olmuşum. 19 gün hastanede yattım. Hiç gün yüzü görmemiştim. Ama artık iyi olmuştum. Ama bakın hala ayağımda iz vardır.


OKULDAKİ KAYISI AĞACINDAN DÜŞÜNCE KOLUM ÇIKTI


Öğretmenlik, yöneticilik, belediye başkanlığı dönemlerinde hep ağır abi, babacan bir insan portresi çizen Ahmet Öksüz çocukluk hatıralarını ilk kez bir basın mensubu ile paylaşırken keyifleniyordu. Çünkü çocukluğu oldukça hareketli ve haylaz geçmişti. İşte onlardan bir tanesi daha: Mahmut Şevket Paşa İlköğretim Okulu’na gittim. Öğretmenimiz Saniye Hanım’dı. Derslerimde orta halli bir öğrenciydim. Normal bir öğrenciydim. Ama en iyi dersim matematikti. Bir gün arkadaşlarla okuldan çıktık. Okuldan çıktığımız zaman arkadaşlarla hep oyunlar oynardık. Genelde de top filan oynardık.  4. sınıf öğrencisiydim. Yine okuldan çıkmıştık. Okulun arka bahçesinde de ağaçlar vardı. Ben de arkadaşlarla ağaca filan çıktım. Ben kayısı ağacına çıkmıştım. Birden dengemi kaybettim ve düştüm. Kolum çıkmıştı. Bizim bir kırıkçı çıkıkçı ablamız vardı. Kılcının Ayşe abla derlerdi, annemler ona götürdüler ve o kolumu sardı, daha sonra kolum iyi oldu.


ÇİFT ATLI ARABANIN OKU BANA ÇARPINCA


Bir de bir gün yine arkadaşlarımla evin önünde oynuyorduk. O zaman dar sokakta evin önündeydik. O yıllarda çift atlı arabalar vardı. Onların oku da şöyle ileri doğru olurdu. Araba gelirken nasıl oldu bilmiyorum bir ara kafamı bir çevirdim iki atın üzerime geldiğini gördüm Bir de arabanın okunun çarptığını hatırlıyorum yere düşerken, o saniyeler içinde kendimi birden yerde toparladım ve hiç kıpırdamadan adeta dondum. Araba üzerimden geçerken ben yerde iki atın tam ortasında kalmış ve mucize denilebilecek şekilde kazayı sıyrıksız atlatmıştım. O zamanlar çaput bezlerden top oynardık, futbol en büyük merakımızdı. Fırça çevirirdik, sonra ona topaç demeye başladılar. Bir de şeker kağıtlarını hiç unutamıyorum.


KARMA ORTAOKULU’NDAKİ ÖĞRETMENLERİMİZ ÇOK İYİYDİ


Karma Ortaokulu’na gittik, İngilizce öğretmenimiz Naime Tömek Hanım’dı. Beden eğitimi hocamız Boyacı, matematik öğretmeniz ise Hilmi Kutat’ tı. Hilmi hoca bir de matematik derslerinin yanı sıra bize İstanbul’da geçen çocukluğunu, gençliğini anlatırdı. Mesela aklımda kalanların arasında orada herkes çevresindekilere Türkçe konuşmaları gerektiğini söylerlermiş yani Rumlara, Ermenilere Türkçe konuşmalarını tavsiye ederlermiş. Oğuz Tansel Türkçe öğretmenimizdi.


ALAADDİN TEPESİNDEN BİSİKLETLE İNİNCE ARABAYA ÇARPILDIM


Eve bisikletle ya da yaya olarak gider gelirdik.  Eskiden bisikletle Alaaddin tepesinin yanında Orduevi’nin sağ tarafında yol vardı. O yol şimdi yok. Biz arkadaşlarla o yoldan bisikletle inip çıkıyorduk. Yine tepeden aşağıya bisikletle kendimi hızla salmıştım. Ve yola geldiğim zaman benim sola dönüp gitmem gerekiyordu ama ben tepeden bisikleti salıp tam aşağıda geldiğim zaman sola dönerken birden yandan gelen arabaya çarpıldım. Gerçi bana bir şey olmamıştı ama tekerlek filan bükülmüştü.


SİYAH BEYAZLI GENÇLERBİRLİĞİ’Nİ TUTUYORDUM, AMA YEŞİL BEYAZLI İDMANYURDU GENÇ TAKIMINDA ANTRENMANLARA ÇIKIYORDUM


Ortaokul üçüncü sınıftayken İdmanyurdu genç takımında bir süre antrenmanlara çıkmaya başladım. Oysa ben aslında Siyah-Beyazlı Gençlerbirliği’ni tutuyordum. Ama babam top oynamama izin vermeyince futbol oynamayı bıraktım. Ama belki futbol oynasaydım İdmanyurtlu olacaktım. Top oynarken önce kaleciydim, sonra defansta oynamaya başlamıştım.


ABİMİN DÜKKÂNINDA BİR OTOMOBİLİN TÜM ELEKTRİK İŞLERİNİ YAPAR HALE GELDİM


Yaz aylarında artık rahmetli abimin oto elektrikçi dükkânına gidip gelmeye başlamıştım. Abimin Karaman caddesinde bir oto elektrikçi dükkânı vardı. Beyşehir Hanı vardı. Orada bir arabanın tüm oto elektrik aksamını, bütün arızalarını giderebilecek düzeye gelmiştim.


ORTAOKULDAN BEŞ ARKADAŞ TİCARET LİSESİ’NE GİTTİK


Karma Ortaokulu’ndan beş arkadaş Ticaret Lisesi’ne gittik Mehmet Uzun, Mehmet Bonaz, Mehmet Karpuzoğlu, ben ve bir kişi daha vardı. Ticaret Lisesine gitmemi aslında babam istedi. Çünkü biz o zamanlar bir şey bilmiyorduk ki. Babam o zaman arkadaşlarına sormuş oğlanı hangi okula gönderilim diye.  Bir avukat arkadaşı eğer senin oğlanın okumaya meyli varsa liseye, yok tüccar olacak ise ticarete gönder demiş. Babam da bana ticaret lisesine gideceksin oğlum dediği zaman ben de peki baba dedim. 2. sınıftayken rahmetli Nuri Oturanç, İlhan Aksu, Ahmet Akyol üçünün ortak bir muhasebeci dükkanları vardı. Ben ikinci sınıftan itibaren bu üçünün dükkânında da çalışmaya başladım. Bu arada lisede basketbol oynamaya başlamıştım. Ama tabii bütün bunlar okulda kaldı. O zamanlar sınıflar 21 kişi idi.


ANKARA TİCARİ İLİMLER AKADEMİSİ İÇİN İLK KEZ ANKARA’YA GİDİYORUM


Liseyi bitirdikten sonra Ankara Ticari İlimler Akademisi’ne gittim. Yıl 1959-60 eğitim yılıydı. Ankara’ya ilk kez gidiyordum, daha önceden hiç Ankara’ya gitmemiştim.  27 Mayıs ihtilali olduğu zamanda Ankara’da üniversite öğrencisiydik. Konya Talebe Yurdu’nda kaldım. Hiç unutmuyorum 14 numaralı odada kalıyordum. Burası çok meşhur bir oda idi. Burada ticaret lisesinden gelen arkadaşlarla kaldım.


ANKARA’DA GÜNDÜZLERİ ÇALIŞIYOR GECE DE OKULA DEVAM EDİYORDUM


Konya’da lise öğrencisiyken bir iş yerinde çalışmamız bizi sosyalleştirmişti. Çünkü sürekli olarak vergi dairesine gidip geliyorduk, SSK’ya gidip geliyorduk, bu farkında olmadan bizi geliştirmişti. Okulumuz Cebeci’deydi. Siyasal Bilgiler’in yanındaydı. Biz Hukuk Fakültesi binasında okuyorduk, Hukuk Fakültesi öğrencileri aynı binada gündüz okuyorlar, biz akşam okuyorduk. Okula başladıktan sonra sürekli olarak gazeteleri takip ediyor, iş arıyordum. 3-5 ay sonra bir gazete ilanından işe müracaat ettim ve bir inşaat şirketine muhasebe yardımcısı olarak girdim, bunda da daha önceden bir muhasebe bürosunda çalışmamın büyük payı olmuştu. Aslında bir iş yerinde şartlar ne olursa olsun sebat etmenin faydasına inanırım, öyle sık sık iş değiştirmeyi sevmem, bunu da hiç yapmadım.


ARKADAŞIM EVE KIZ ARKADAŞINI GETİRİNCE


Yurttan ayrıldıktan sonra arkadaşım Sıtkı Şahin ile Yeni Mahalle’de bir ev tuttuk. Ev bir albayın eviydi. Ev bir taraftan bakınca bodrum katıydı. Adamın bird e çok titiz karası vardı. Bize adam evi verirken dedi ki bu eve hiçbir şekilde dişi sinek bile girmeyecek, anneniz Konya’dan Ankara’ya gelirse bile bizde misafir olacak dedi Biz de tamam dedik. Evi tutmuştuk, aradan 3-5 ay geçti. Şahin PTT’de çalışıyordu. Yine PTT’de çalışan bir arkadaşının eve gelmek istediğini söyledi. Ben de tamam gelsin ama kapıyı pencereyi açın kimse içerde bir şey var sanmasın dedim. Akşam oldu, ben eve gittim, albayın karısı kıyameti koparmış. Kapıda eşi ile beni bekliyorlar. Bu arada bizim arkadaş da herhalde onlarla münakaşa etmiş, bir ara kadına karşı da kaba bir kelime filan sarf etmiş. Adam beni dinledi ben arkadaşımın adına eşinden özür diledim. Albay bana sen evde kalmaya devam edebilirsin, ama arkadaşın asla bir daha bu evde kalamaz dedi. Ama ben bu duruma razı olmadım. Arkadaşımla birlikte geldik, birlikte gideriz dedim, hem arkadaşıma arkadaşını getirmesi için ben izin vermiştim. Biz o evi 1 ay sonra boşalttık. Ama albay ayrılırken bir gün bu arkadaşımın beni yarı yolda bırakacağını söyledi.


K.ESAT’TAKİ EVİ SU BASINCA


Gazi Osmanpaşa’da K. Esat’ta bir ev tuttuk. O eve giriş ikinci kattı, ama öbür tarafta bodrum katı gibiydi.Bu ev daha büyük bir evdi. Bir gün sabah ev arkadaşımın sesi ile uyandım. Gözümü açtığımda elinde gazete kâğıdından bir kayık yapmış, ‘Ahmet bu kayığa atla da gel’ diyordu. Yattığım yerden bir kalktım ki yerler su içinde idi. Evi su basmıştı. Kalktık pencereden dışarıya çıktık. Sonradan öğrendik ki bizim Şahin o gün kendi eşyalarını topladığı gibi evi terk etmiş, kimseye de ayrılırken bir şey dahi söylememiş. Yani albayın teşhisi doğru çıkıyordu, tecrübe konuşuyordu.


ASKERLİĞİ ÖNCE POLATLI’DA, SONRA ERZİNCAN’DA TAMAMLADIM


Okul bittikten sonra 1963 yılında vatani görev için önce Ankara Polatlı Topçu Okulu’na gittim 24 ay askerlik yaptım, 6 ay Polatlı’da kaldıktan sonra Erzincan 57. Er Eğitim Taburu’na gittim. O zamanlar 3. Ordu’nun merkezi Erzurum’du. Topçu Subayı olarak askerliğimi yaptım. Askerde de iyi anılarım oldu. Konya’ya döndüm. Topçu Okulu’nda terhis albümü hazırlanırken, benim için arkadaşlar ‘İyi bir askerdi, askerliğini yapmayan Konyalı erkek sayılmazmış’ diye not düşmüşlerdi.


ÖNCE MUHASEBECİ BÜROSU AÇTIM, ARDINDAN DA TİCARET LİSESİ’NDE ÖĞRETMENLİK YILLARI BAŞLADI


Konya’ya döndükten sonra Babalık Sokak birinci katta 1 numarada bir büro açtım. Tellal Pazarı’ndan plastik altı sandalyeli bir masa aldım. 1 lira gelirim yoktu. Sabah erkenden geliyor, besmeleyi çekiyor ve müşteri bekliyordum. Bir gün Nuri Hoca Ticaret Lisesi’nde derslerin boş geçtiğini ve benim bu boş derslere girmemi istiyordu. Ben de ona sürekli olarak derslere giremeyeceğimi söyledim, ama en sonunda bir dilekçe ile geçici öğretmen olarak müracaatımı yaptım. Bakanlığa öyle bir dilekçe yazdım ki şimdi hiç kimse öyle bir dilekçeyi yazmaya cesaret dahi edemez. Çünkü dilekçede görevlendirilmemin Konya’da, hem de Ticaret Lisesi’ne yapılması şartını koymuştum. Okul Müdürü bu dilekçeyi Bakanlığa göndermiş. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Genel Müdür Yardımcısı da daha önce bu okulda çalışmış bir öğretmendi. Dilekçeyi aldıktan sonra 31 Aralık 1966’da öğretmen olarak benim Ticaret Lisesi’ne tayin yazım geldi. Artık hem büroma gidiyor, bir taraftan da öğretmenlik yapıyordum. Genel Müdür Yardımcısı dilekçemi 31 Aralık tarihi ile yürürlüğe koyarak o yıla dönük, eski haklardan da yararlanmamı sağlıyordu. Genel Müdür Yardımcısı Aykol, bir süre sonra beni Almanya’da bulunan Otelcilik ve Turizm Okulu’nda eğitim görmemi teklif etti. Ben bunu ısrarla kabul etmedim. Çünkü Almanya’ya gidecek, Almanya’dan gelecek, ama beni Konya’ya vermeyeceklerdi. Çünkü o tarihte Otelcilik ve Turizm Liseleri sadece İstanbul, İzmir ve Ankara’da vardı. Bu yüzden de Almanya teklifini kabul etmedim. Ticaret Lisesi’nde kadrolu öğretmen olarak kaldım.


AĞIR CEZA HÂKİMİ İBRAHİM SEFACI BEYİN KIZI İLE EVLENDİM


1968’de evlendim. Eşim Sıdıka Hanım Konya Ağır Ceza Hâkimi İbrahim Sefacı Bey’in kızıydı. Bu evlilikten Havva Nur, Nur Nuray ve Abdullah İbrahim isminde 3 çocuğum var. İlk kızım İstanbul’da mimar, ikinci kızım Hacettepe Tıp’ta doçent, oğlum ise üniversite mezunu, işletme mastırlı, çok iyi İngilizcesi var. Şu anda açığımız iş yerini kendisine teslim ettim. dan sonrası için d karar kendisinin.


CHP İKTİDAR OLUNCA BAKAN ÜSTÜNDAĞ TÖBDER’İ OLMADIĞIM İÇİN BENİ AÇIĞA ALDIRDI, AMA MÜFETTİŞLER BİR ŞEY BULAMADILAR


Okul Müdürü Ahmet Ersen’in tayini çıkmıştı. Bana vekâletini vermek istedi. Ben almam dedikçe ‘ben sana güveniyorum’ diyordu. Bu ısrarlar karşısında okul müdürlüğünü vekâleten aldım. Bu arada muhasebecilik bürom hâlâ devam ediyordu. 1979-80 tarihlerinde CHP’den Mustafa Üstündağ Milli Eğitim Bakanı olmuştu. Konya Valisi Ömer Haliloğlu, Vali Muavini ise şu anda Cumhurbaşkanlığı’nda görevli eski valilerimizden Sayın Kemal Nevruzoğlu’ydu. Bir süre sonra bizimle ilgili bir soruşturma başlatıp, beni açığa aldılar. Müfettişler geldi, 1 ay sonra vali bey beni makamına çağırdı ve ‘Bak evladım teftişinde bir şey bulamadık. Ama benim de yapabileceğim bir şey yok. Bunun çözümünü bulmalıyız” dedi. Ve okulların tatile gireceği gün Akşehir’e tayinimi çıkardılar. Akşehir’e hiç gitmedim. Çünkü insan kırılıyor. Tek suçum TÖB-DER’li olmamaktı. Biz HÜR-DER’i kurmuştuk. Ömer Kaya Başkan, ben de yönetim kurulu üyesiydim.


MÜFREDATTAN KALKMIŞ OLAN STENOGRAFİDEN KALAN ÖĞRENCİLER İÇİN BİR FORMÜL LAZIMDI


Hiç unutmuyorum. Nuri Ataç, Ticaret Lisesi’nde müdürdü. Ben de öğretmenim. Stenografi dersi vardı. 8-10 öğrenci bu dersten kalmış, liseyi bitirememişti. Ama bu ders Bakanlık tarafından müfredattan kaldırılmıştı. Yılsonu geldi. Yine bu dersten kalmış olan 8-10 öğrencinin imtihanı vardı. Soruları biz hazırlayacağız. Cevap anahtarlarını da biz hazırlayacaktık. Benim eski bir stenografi kitabım vardı, onu buldum. Önce soruları hazırladım. Cevap anahtarını da hazırladım. Aynı saatte yapılacak olan bir de daktilo sınavı vardı, onun için de Nuri Hoca’ya ‘Hocam sen daktilo sınavını yap ben de stenografiyi yapayım’ dedim. Çocuklara kağıtları dağıttıktan sonra ‘Bakın sorular bunlar, cevapları da bunlar, eğer içinizden 6-7’lik yapan olursa bu notu vermem, 5’lik yapın’ dedim ve 10 dakika sonra da kağıtları topladım. Hepsi 4,5’tan 5 veya 5 almışlardı. Nuri Hoca’ya kağıtları götürünce çok şaşırdı ve ‘Allah aşkına nasıl yaptın bunu?’ dedi ve ben de yaptıklarımın hepsini tek tek anlattım.


OKUL MÜDÜRLÜĞÜNDEN BELEDİYE BAŞKANLIĞINA


İşte burada esnaf ile, iş dünyasıyla temaslarımız başlamıştı. Akşehir’e gitmeden tekrar Konya’da kaldım. Artık okul müdürüydüm. Okul Müdürü olarak risk alıyordum. Belediye Başkanlığı seçimi öncesi de, emekliliği düşünüyordum. Bazı arkadaşların ısrarıyla Belediye Başkanlığı için aday adayı oldum.


BELEDİYE BAŞKANI SEÇİMİNDE SELAMET KANADINDAN GELEN


SAYIN KEÇECİLER’İN PARTİ  İÇİNDE BÜYÜK DESTEĞİNİ GÖRDÜM


Aday adaylığından adaylık konusuna gelirken ANAP içerisinde Devlet eski Bakanı Sayın Mehmet Keçeciler’in büyük desteğini gördüm. Bana parti içerisinde verdiği destekle adaylık konusunda beni çok rahatlattı. Çünkü Keçeciler, Selamet kanadından partiye girmişti ve Özal’ın sağ koluydu.


DOĞUM GÜNÜMDE BELEDİYE BAŞKANLIĞI KOLTUĞUNA OTURDUM


24 Mart 1984 günü, yani doğum günümde Belediye Başkanlığı koltuğuna oturdum. 1987’de milletvekili genel seçimleri vardı. Milletvekilliğine talip olmadık. Çünkü rahmetli Özal da belediye başkanlarının milletvekili olmasını istemiyordu. Hizmete belediye başkanı olarak devam ettik.


BÜTÜN BAŞKAN YARDIMCILARIMDAN İSTİFA MEKTUPLARINI ALDIM


Belediye Başkanı olduğum zaman Belediye Başkan yardımcılarımı çağırdım. Ali Ataman, Şevket Altınsarı gibi… Onlara ideolojik olmayın, israf yapmayın dedim. Görev sırasında rica edeceğim, vatandaşa iyi davranacağım, kötülük yapmayacağım, rüşvet almayacağım gibi notlar yazdırdım. Ve bütün bu yazdırdıklarımın altına da imzalı olarak istifa dilekçelerini aldım. Onlardan da altlarında çalışan daire başkanlarından aynı şekilde rüşvet almayacağım, vatandaşa kötü davranmayacağım, bağırmayacağım, rica edeceğim gibi aynısını yazdırıp istifa dilekçelerini almalarını istedim.


BAŞKAN OLMADAN ÖNCE TARTIŞTIĞIM ZABITA MÜDÜRÜNÜ


BİLE GÖREVDEN ALMADIM


İlk Belediye başkanlığına aday olduğum zaman Ticaret Lisesi Müdürü olarak belediyeye gelmiştim. Bir Zabıta Müdürü vardı. Eski Belediye Alaaddin’in oradaydı. Girişte tam karşınızda zabıta vardı. Biz burada Zabıta Müdürü’yle münakaşa etmiştik. Belediye Başkanı olunca yine aynı binada başkan olmuş, yeni seçilmiştim. Yine girişte Zabıta Müdürü vardı. İlk girişte merhabalaştık. Onu hiçbir zaman görevden almadım. Kapımızı kim çaldıysa partisine bakmadan hizmet verdik. O zabıta müdürünün adı yanılmıyorsam Ali İhsan Bey’di. Ama kendisi bir süre sonra yine kendi isteğiyle görevden ayrıldı. 


PARA ALMADAN İŞ YAPMAYAN İMARDAKİ ARKADAŞI ASFALTA VERDİM


Şimdi ismini vermeyeceğim. Rahmetli de oldu. Göreve geldiğim zaman daha önceleri de bildiğim imarda çalışan biri vardı. Parasız asla iş yapmıyordu. Göreve gelir gelmez onu imardan aldım ve asfalt şantiyesinde, asfalt tamir işinin başına verdim. Daha sonra kendisi rahmetli oldu. 


YİNE SİYASİ GÖRÜŞÜMÜZ FARKLI OLMASINA RAĞMEN TURAN BİLGE’YLE BAŞARILI ÇALIŞMALARA İMZA ATTIK


Rahmetli Turan Bilge’yle de çok güzel günlerimiz oldu. Kendisi yine rahmetli Arif Bilgen’in oğluydu. Arif bey benim hocamdı. Rahmetli Turan Bilge ile siyasi görüşümüz aynı değildi. Siyasi görüşümüz farklı olmasına rağmen rahmetli Turan Bilge Park ve Bahçeler Müdürü olarak çok iyi çalıştı. Ama ne hocamın oğlu olarak ona sahip çıktım, ne de siyasi görüşü farklı diye karşı ona karşı çıktım. İl başkanımız rahmetli Adil Küçük’tü. Belediye ile ilgili olarak bir iş için ona gittikleri zaman “Biz o adamı, başkan olarak oraya oturttuk. Kanunsuz iş yapmaz. Kanunen uygun ise de o zaman gidin, kendisine söyleyin yapar” dermiş.


KONYA’YA HİZMETTE  TENEKECİ PAŞA VE MEHMET KEÇECİLER’İN


ROLÜ BÜYÜKTÜ


Kanalizasyonun temelini biz attık. İçme Suyu Şebekesi’ni biz yaptık suyun Altınapa’dan gelmesi için. DSİ Müdürü o dönemde, bankadan kredi alacağız dedi. İhalesi yapılmıştı. Konya Belediye Başkanı olarak altına imza atmam, belediyeyi borçlandırmam dedim. Ve belediyeyi riske sokmadan bunu yapmayı başardık. Mesela Konya’nın İl Arıtma Tesisi hizmete hala verilemedi. Aradan 18-19 yıl geçti. Bu bizim hedefimizdi. Sivil havaalanı gerçekleşmedi bu da bizim hedefimizdi ama bakın hâlâ yok. Bazı işlerin yapılmasında, Ankara’dan bürokratik engellerin aşılmasında gerçekten Abdullah Tenekeci Paşa’nın ve Sayın Bakan Mehmet Keçeciler’in büyük desteği oldu.


HACIVEYİSZADE CAMİİ İÇİN CUMHURBAŞKANI KENAN EVREN’E ŞİKÂYET EDİLDİK


Hacıveyiszade Camii’nin arsasını belediye olarak ihaleye çıkardık. Sembolik bir rakamla Diyanet İşleri Vakfı’na verdik. Vali rahmetli Kemal Katıtaş’tı. Hafriyat işlerine de yardımcı oluyorduk. Hiç unutmuyorum, öğretmen Mehmet Köse bizi Bakanlığa şikâyet etmiş. Mehdi Halıcı da Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e yine bir dilekçeyle bizi şikâyet etmiş. Bakanlık müfettişleri geldi. Onlar bana soruları sorarken direk yüzlerine karşı, Belediye Başkanı olarak soruyorsanız, ‘arsanın yerini sattın mı? “derseniz sattım, ‘arabalar çalıştı mı derseniz?’ çalıştı derim.  Ama müfettiş olarak sorarsanız hepsi yalan, yapmadım derim dedim. Biz bu işten beraat ettik. Tayyar Altıkulaç, Diyanet İşleri Başkanı, Süleyman Tekin Konya Müftüsü idi. Müftülük binası için yer istediler. Camiden başlayın, gerisini biz takip ederiz. Konyalı hemşerilerimize de zarar vermeyelim dedik.


OLAYLI TARSUS İDMANYURDU MAÇI ÖNCESİ BÜTÜN ÇALIŞMALARI VİLAYET VE BELEDİYE OLARAK BİZ BİLİYORDUK AMA!


Konyaspor başkanı Mustafa Bülbül idi. Ben Belediye Başkanı, rahmetli Kemal Katıtaş Vali idi. Biz başkan ve vali olarak neredeyse, Konyaspor’un bütün yönetim kurulu toplantılarına katılıyorduk. Daha sonra Süleyman Çınar Kulüp Başkanı oldu. Bir Tarsus İdmanyurdu maçı oynadık. Bunu yaşayan herkes zaten çok iyi bilir. O olaylı maç işte. Maçtan sonra olaylar oldu. Aslında maçtan önce, maçın gecikmesi için yapılacakları vali ve ben biliyorduk. Ama olaylar çıkınca rahmetli Vali bir şey diyemedi. Süleyman Çınar’ı, rektör Halil Cin aracılığıyla Tıp Fakültesi’ne yatırdık.


ÖZAL’IN GELMESİNE ÜÇ GÜN KALA KONYASPOR’UN DEFTERLERİ


VALİYE TESLİM EDİLİNCE


Konyaspor yönetimi de kulübün, defterini kitabını götürmüş, valiye teslim etmiş. Üç gün sonra şehre Başbakan olarak Turgut Özal gelecekti. Vali bey çağırdı, defteri gösterdi. Ve ‘Reis şimdi ben ne yapayım?’ dedi. Ben de “Sayın valim ne düşünüyorsunuz? Verin ben yaparım” dedim. Defteri aldım. Şaşırmıştı. Defteri aldık koltuğumuzun altına ve makamdan çıktık. Üç gün sonra Başbakan Özal geldi. Aleyhte bir şey söylenmedi ama vatandaşlar şampiyonluk istiyorlardı. Özal da ‘Benden niye istiyorsunuz, Malatya gibi çalışın, siz de şampiyon olun’ dedi.


23 YIL SONRA KONYASPOR’U 1. TÜRKİYE LİGİ’NE ÇIKARDIK


Vali beyin sıkıntısı gitmişti. Belediye olarak personeli topladık. Hiçbir şekilde belediyenin kasasından bir kuruş paranın giriş-çıkışını yaptırmadık. Ama kurduğumuz ekip çok iyi çalıştı. Bazı yatan kurumları harekete geçirdik. İşlerlik kazandırdık. Şehir ile bütünleştik. Ve yorucu ama güzel bir çalışmanın sonunda 87–88 sezonunda tam 23 yıl sonra Konyaspor’umuzu 1. Türkiye ligine çıkardık. O sıkıntılı başladığımız sene artık şampiyonduk.


BELEDİYE BAŞKANLIĞINI KAYBETTİKTEN SONRA RAHMETLİ MUSTAFA KARAGÜL İLE KÖKTAŞ İNŞAAT ŞİRKETİ’Nİ KURDUK


Belediye Başkanlığı’nı kaybettikten sonra Selay İşhanı’nda oturduğumuz dükkân satışa çıkmıştı, orayı aldık. Müteahhitlik işleri yapıyordum. Rahmetli Mustafa Karagül, beni çağırdı. İş ortaklığı teklif etti, “İki oğlum var. Sen de onların arasına gir, bir şirket kurun’ dedi. KÖKTAŞ inşaat şirketini kurduk, Oğlu müteahhitti. Karayollarından yol, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan okul, Köy Hizmetleri’nden su şebekesi ihalelerini aldık. Daha sonra oğlu Erol işten ayrıldı. Mustafa Karagül rahmetli olmuştu. Mühendis olan Erol Bursa’ya gitti. O zamanlar döviz işi yeni başlıyordu. Eski arkadaşlar bir araya gelerek biz de döviz işine girdik. Bir dükkân kiraladık.


ŞİMDİ BAHÇEMDE GÜL YETİŞTİRİYORUM, TOPRAKLA


UĞRAŞIP DİNLENİYORUM


Bir süre önce Kozağaç Parkı’nın karşısında Mehmet Eryaman’ın başkanlığında kurulan bir kooperatife girdim. 4 yıl önceydi. Şimdi 200–300 metre bahçesi olan burada 30–35 gülüm var. 4–5 tane de çam ağacı ve meyve ağacı var. Bunlarla uğraşıyorum, vakit geçirip dinleniyorum.