Ahmet Yeniay

Yaşam öyküsü Türk filmlerini aratmayacak derecede yokluklarla geçen, bu kadar sıkıntı arasında bir o kadar da sürprizlerle dolu 47 yılda, çocukluğunda hiç ayakkabısı olmadığı için yıllarca ayakkabı özlemi çekip bugün Türkiye’nin sayılı ayakkabı mark

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri    


 


Yaşam öyküsü Türk filmlerini aratmayacak derecede yokluklarla geçen, bu kadar sıkıntı arasında bir o kadar da sürprizlerle dolu 47 yılda, çocukluğunda hiç ayakkabısı olmadığı için yıllarca ayakkabı özlemi çekip bugün Türkiye’nin sayılı ayakkabı markalarının sahibi, tedavi için gittiği hastaneye ise 1 ayda ortak olan girişimci, yatırımcı, örnek hayırsever


 


 


Ahmet Yeniay


 


 


SPOT: Bu haftaki konuğumuz Aykent sitesinin güçlü markalarından YENİAYLAR Ayakkabı Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nin sahibi, Ticaret Odası 17. Meslek Komitesi’nde KTO meclis üyesi ve Özel Selçuklu Hastanesi’nin ortağı Ahmet YENİAY. Bu hafta da her zaman olduğu gibi sayfa konuğumuzun hiçbir yerde yayınlanmamış özel albümünden ilginç, bazıları yıpranmaya yüz tutmuş bazıları ise sararmış siyah beyaz fotoğraf karelerini, kendi ağzından hiçbir yerde duymadığınız anılarla birlikte bulacaksınız. Konuğumuz Ahmet Yeniay doğumundan bugüne inişli çıkışlı bir biçimde süren yaşamının her bölümünde örnek hayırsever bir insan, ayakkabı sektöründe ihracatçı bir marka sahibi ve çiçeği burnunda bir sağlıkçı ve çok çalışmanın, sabrın, inanmanın, paylaşmacı olmanın ve azmin bir abidesi olarak karşımızda duruyor.


 


 


Ahmet Ay, 1 Haziran 1960 tarihinde Hatıp’ın Karadiğin Köyü’nde dünyaya gelir. Çiftçi olan baba Hasan ve tarlada tapanda eşinin yardımcısı, evinde ise çocuklarının anası Emine hanımın beş çocuğundan birisidir. Kardeşleri Celal, İsmail, Saffet ve Dürdane ile mutlu birlikteliklerinde hayatın hep zorluklarını görmüştür.


Çünkü o yılların Karadiğin’i Konya’nın hemen yanbaşında olmasına rağmen sosyal yaşamdan ve elektrik, su, yol gibi olmazsa olmazlardan dahi nasiplenemeyen bir garip köydür.


Minik Ahmet’in çocukluk yılları akranları gibi koyun, kuzu, keçi, davar gütmekle geçmekte, babasının eşeğine atlarına binmekse onun en büyük mutluluğudur. Bu arada aklı erdikçe bostanları sulamakta, bağa bekçilik etmekte, tarlada ise babasına yardımcı olmaktadır.


BABA HASAN SANATA GÖNDERECEĞİ İÇİN


ÖNCE OKULA GÖNDERMEK İSTEMEZ


Babasının ise çocuklarında hayali hepsinin birer sanat sahibi olması, ‘kollarına altın bileziklerini takmasıdır.’ Onun için de onları okutmak istemez. Küçük Ahmet’in okul çağı geldiği zaman babası onu okul yolundan önce sanata göndermek ister. Ama minik Ahmet köyün okuluna gider ve derslerini, sınıflarını sırayla geçip okulu bitirirken, okul dışında kalan tüm zamanlarında ise babasının en büyük yardımcısı oluverir. 15 yaşında Karadiğin İlkokulu’nu bitirdikten sonra  Kur’an Kursu’na gider. Ali Sürer, Servet Yıkılmaz, Recep Bekar, Halil Yıkılmaz unutamadığı arkadaşlarıdır.


GÜBRE ARABASIYLA


KÖYDEN KAÇIŞ


Karadiğin köyüne o yıllarda dört tekerlekli bir araba ile çok nadir gelip gidilmektedir. En çok gelip giden arabalar da zaten pazarcılar ile seyyar satıcılardır. Bir gün köye bir gübre arabası gelmiştir. Ahmet’in aklı fikri ise Konya’dadır. Çünkü büyüklerinin sohbetlerinde duyduğu Konya artık rüyalarını süslemektedir. Ahmet çelimsiz vücudu ile Konya’ya gidecek, bir sanat sahibi olacaktır. Hem de o kafasına taktığı mesleği (!) öğrenecektir. Ve işte rüyalarındaki o gün gelip çatmıştır. O gün köye bir gübre arabası gelmiştir. Ahmet hayallerini kurduğu düşleri gerçekleştirebilmek için kimseye,anasına babasına bile haber vermeden gübre arabasına binecek ve köyden kaçacaktır.


KONYA’YA GELİŞ VE ÇIKRIKÇILAR


İÇİ’NDE BAŞLAYAN YENİ HAYAT


‘Evet o gün hayallerimi gerçekleştirdim. Kimsenin haberi olmadan gübre arabasına bindim, şoföre durumu izah ettim. Param olmadığımı ama mutlaka Konya’ ya gitmem gerektiğini anlattım. Beni şoför mahalline aldı ve Konya’ya getirdi. Çıkrıkçılar içine yakın bir yerde de bıraktı. İndikten sonra uzaktan tanıdığımız Ali Acar’ın adresini sordum. Bunu sorarken de sorduğum şahsa bir sigara hediye (!) ettim. Çıkrıkçılar içine geldim. Ali Acar’ın yanına gittim Yıl 1973-74’tü. Zaten 3-4 gün sonra da anam çıkmış gelmiş ve beni bulmuştu. En büyük abim, bir değirmen fabrikasında çalışıyordu. Onun Konya’da evi vardı. Artık orada kalacaktım. 1974’te Ali Acar’ın yanında ayakkabı imalatında çalışmaya başladım.’


HAFTALIĞIM 2.5 LİRAYDI,


ÇALIŞTIM, 60 LİRAYA ÇIKARDIM


‘Yıllarca ayakkabım olmamıştı. Bazen köye gelip gidenlerin ayağında gördüğüm ayakkabılar yıllarca rüyalarıma girmiş, hafızama kabus gibi saplanıp kazınmıştı. Şimdi o beynimdeki ayakkabıları kendi ellerimle yapıyordum. Haftalığım 2.5 lira idi. Ama ben öyle çalışıyordum, öyle çalışıyor öylesine işler yapıyordum ki ustam haftalığımı verdikten sonra dükkanın dışında bana artı para veriyordu. Kalfalığa kadar bu ustamın yanında kaldım. Haftalığım ise 60-70 liraya yükselmişti. Ustama hep babam kadar saygı duymuşumdur.’


1975’TE İLK BİSİKLETİMİ


HAFTALIĞIMLA ALDIM


‘Akşamları yürüyerek eve giderdim. Çünkü otobüse binecek param bile yoktu. Olsa bile onları biriktirmek zorundaydım. Para kazanacaktım. İlk bisikletimi 1975’te aldım. Etrafımdaki herkes, arkadaşlarım bile sigara içtiği halde benim sigaraya verecek param yoktu, bu yüzden de sigara bile içmedim…’


1979’DA EVLENDİM


‘1979’da evlendim. Eşimin ismi Saliha. Çocuklarım Harun, Hasan, Emine, Hatice ve Elvan Nur. Evlendikten kısa bir süre sonra ise askere gittim.’


MANİSA’YA ASKERE GİTTİM,


İHTİLAL OLDU


‘1979’da askerliğimi yapmak için Manisa’ya gittim. Önce Batı Kışla’da bir ay, daha sonra Doğu Kışla’da askerliğimi yaptım. Burada da acemi birliğinden sonra ayakkabı tamir işi için ayrıldım. Askerin botundan komutanların botuna kadar hepsini ben tamir ettim, yenilerini yaptım. 1980’de ihtilal olmuş. Askeri bir ihtilal olduğunu nizamiyeden izne çıkmak için beklerken öğrendik. Alay komutanımız, bizim de aramızda bulunduğumuz bir grup askere durumu bildiriverdi.’


ASKERDE İKEN OĞLUM OLDU,


GÖREVLİ GELİP OĞLUMU GÖRDÜM


‘Askere giderken, evlenmiştim. 120. gün Konya’ya bir görev çıkmıştı. Bir arkadaş Konya’ya görevlendirilmişti. Başçavuşumuza çıkarak durumu izah ettim. Çünkü o arkadaş zaten bir aya kalmadan terhis olacaktı. Konya’ya gitmek istediğimi, askere geldikten altı ay sonra oğlum Harun’un dünyaya geldiğini söyledim ve Konya’ya ben görevlendirildim. Askerde her gün içtimadan sonra çarşıya çıkıyor ve malzeme alıyordum. Çok rahat bir askerlik yaptım. Komutanlarım benden çok memnundu.’


YENİ KUNDURACILAR’DA


GÜRLER AYAKKABI


‘Askerlik sonrası Yeni Kunduracılar’da rahmetli eniştem Süleyman Gürler’in sermayeye katkı yapması benim de çalışmam şeklinde bir karar verdik ve Gürler Ayakkabı’yı kurduk. 2 yıl sonra bu dükkânı kapatmak zorunda kalıverdik. Çünkü işler iyi gitmemiş, maddi yönden sıkıntıya düşmüştük.’


200 PAKET DERİNİN


PARASINI ÖDEYEMEYİNCE


‘Askerde Malatyalı bir arkadaşım vardı. Deri işi yapıyordu. İstanbul Beyazıt’ta dükkânı vardı. Askerlik dönüşü ayakkabı işine başlayınca ondan yardım istedim. Bana 200 paket deri gönderdi. İşler kötü gidip onun da bu parasını ödeyemeyeceğimi anlayınca paketleri geri göndermek istedim. Bana bu derileri yüzde 20 zararına alırım deyiverdi. Çok bozulmuştum. Önce elimdeki derileri gönderdim, sonra da parasını ödedim.’


PAZARCILIK İŞİNE GİRDİK, ÖNLÜK GİYİP TEZGÂHA GEÇMEYE UTANIYORDUM


‘Ayakkabı işinde tutturamayınca arkadaşlarım Mustafa Yılmaz ve Yakup Coşkun’la pazarcılık işine girmeye karar verdik. Bir kamyon satın aldık. Cihanbeyli’ye, Kulu’xya gidiyorduk, Çarşamba ve Cuma günleri. Pazartesi sabah çıkıyorduk, Obruk tarafına gidiyorduk. Mustafa Yılmaz’ın babası sebzeciydi. Mesela ben önlük takmaya utanıyordum. Hep ayak işlerini yapmak istiyor ve bunları yapıyordum. Tezgâhın arkasına geçip, satış yapamıyordum. İşimizde her şey vardı ve işler iyi gidiyordu. Ama akşam olduğu zaman bir türlü para kazanamıyorduk. Sebzeyi satıyorduk ama ortada para pul yoktu. Mustafa Yılmaz’ın babası bir gün bize çok kızdı ‘Sizi soyacağım, bu paraları çalıyor musunuz?’ dedi. Kışın Şeker Fabrikası’na küspe çekiyorduk. Kart alıyor, pancar çekiyorduk.


YENİDEN AYAKKABI İMALATINA DÖNÜŞ


‘Orhan Gürler, Servet Yıkılmaz, Mustafa Yılmaz ve ben tekrar imalat işine, kesim işine girmeye karar verdik. Orhan Gürler gece, Servet Yıkılmaz gündüz çalışırken, Mustafa Yılmaz ve ben kesim işi yapıyorduk. Yıl 1984’tü’


ABİMİN KAMYONUYLA MUĞLA MİLAS’A MAL


PAZARLAMAYA BAŞLADIM


‘Bu arada abim de kamyon alarak nakliye işine başlamıştı. Muğla’ya Milas’a mal çekiyordu. Ben de 50 takım ayakkabı 400 çift ayakkabı yapıp abimle gidiyor, Yatağan’da pazarlıyordum. Daha sonra minibüs tuttum.  Muğla Milas’a ayakkabı götürdüm. Turgut Reis’te perakende işi yaptım. Yavaş yavaş peşin ve iyi para kazanmaya başlamıştım.’


TAKSİ TUTACAK PARAM OLMADIĞI İÇİN


MALLARI TAŞIDIĞIM İPLER ELLERİMİ KESİYORDU


‘Ama yine de araba tutacak param olmadığı için ayakkabıları ellerimle taşıyordum. Çünkü araba tutmak lükstü. Kazandığım parayı artık daha iyi değerlendirmek zorundaydım. Bu malları taşırken, ipler elimi kesiyor, ellerim kanıyordu. Bu iş bir yıl sürdü, ama iyi para biriktirmiştim. Daha sonra bir Reno araba aldım. Şimdi artık daha iyi para kazanıyordum.’


ABİMİN KAMYONUNU SATIP


PERAKENDE AYAKKABI İMALATINA GİRDİK


‘Abimin arabası eskimişti. Sık sık arıza yapıyordu. Bir gün sıcakta araba arıza yapmış, tamir ettirmiştim. Milas’ta Maden Dağı var. İkinci gelişimizde aşağı inerken fren patladı. Abimin canı sıkılmıştı, ‘Çok eziyet çektim, ben artık bu işi istemiyorum’ dedi. Zaten müteahhitten parasını da alamıyordu. Bu kamyonu sattık. Perakende ayakkabı vermeye başladık. Daha sonra ben imalata başlayalım dedim. Servet Yıkılmaz’ın boşalttığı dükkanın yanına girdik. Yıl 1986-1987.’


KIZINCA AYAKKABI TABANI FABRİKASI


KURMAYA KARAR VERDİM


‘Bir gün Kenan Deresay’a ayakkabı tabanı lazım dedim. Kenan Deresay, çekini vermeden taban vermem dedi. 120 çift taban aldım. Bir çift taban 5-10 lira idi. Kendi kendime bu tabanı biz kendimiz yapalım dedim. 55 milyona Kartal araba aldım. Bunu 24 ay vadeli sattım. Senetlerimin günü geldiği zaman da ödedim ve taban parası vermemek için taban fabrikası kurmaya karar verdik. İstanbul’a gidip makine aldım. Gece gündüz çalıştık. Çok iyi para kazandık. Ertesi sene bir makine, ertesi sene iki makine daha aldık.’


KÖYÜN CAMİSİNE KALORİFER YAPTIRDIM


MAZOTU KİM ALACAK DİYE BANA KARŞI ÇIKTILAR


‘Bu arada köyün camisini, kaloriferlerini yaptırmaya karar verdim. Bunu yaptırırken, köy halkı mazotun parasını kim verecek diye önce karşı geldi. Ben de onlara mazotun parasını ben veririm dedim. O zaman kimse sesini çıkarmadı ve caminin kaloriferlerini yaptırdım.’


1994’TE HAM MADDE SIKINTISI


YAŞANINCA HAM MADDEYİ DE


KENDİMİZ ÜRETMEYE BAŞLADIK


‘1994’te ülkede hammadde kıtlığı yaşandı. Almanya’ya gittim. Bu ilk yurtdışı çıkışımdı. Vakıflar Bankası Müdürü’nün aracılığıyla hammadde işi için yurt dışına çıktım. Oradan Fransa’ya geçtim ve buradan hammadde ithal ettik. 1997-98’de bu hammaddeyi kendimizin imal etmesine karar verdim. BÜSAN’a taşındık. Ayakkabıcılığa tekrar döndük. Ayakkabıda Türkiye’nin bir numaralı markası olup, en büyük firma olduk. Lübnan’a ayakkabı ihracatı yaptık. Entegre bir ayakkabı fabrikası oluşturduk.’


KTO YÖNETİMİNE GİRDİM


SEYİT KARACA İLE TANIŞTIM


KTO yönetimine girdim. Seyit bey ile burada tanıştık. Çok güzel bir birlikteliğimiz oldu.


TEDAVİ İÇİN GELDİĞİM


HASTANEYE ORTAK OLUYORUM


‘Bir gün grip olmuştum. Özel Selçuklu Hastanesi’ne tedavi için gittim. Daha önce de birkaç defa gitmiştim. Bu karşılaşmamızda Seyit beye şu hastaneyi daha da geliştirin, takviye yapın, Konyalı’ya daha güzel, daha lüks hizmetler verin, bizim de üzerimize bir şeyler düşüyorsa biz de yardımcı olalım filan dedim. Seyit Bey 10-15 gün sonra beni arayarak, ortaklık teklif etti. 1- 1,5 ay düşündüm ve 17 Mart 2006’da ortaklığı resmileştiriverdik.


HELİKOPTERLERİN İNİP KALKACAĞI


BİR HASTANE YAPIYORUZ


‘Şimdi kendi yerimiz olsun istiyorum. Bunun için de Kule Site’nin yanında 17 katlı, helikopterlerin inip kalkabileceği, Ankara’dan sonra İç Anadolu’nun en büyük hastanesini kuracağız.’


ÇOCUKLARA ZENGİN FAKİR AYIRIMI YAPMADAN BİNLERCE


AYAKKABI DAĞITIYORUM


Çocukken çektiğim ayakkabı özlemimi şimdi modern, entegre bir ayakkabı fabrikasının sahibi olarak giderdim. Her sene mahallemde, köyümde, çevremde, okullarda, Kur’an kurslarında okuyan bütün çocuklara zengin, fakir, yoksul, ayakkabısı var, yok ayrımı yapmadan ayakkabı dağıtırım. Etrafıma destek olmaktan büyük zevk alıyorum. Bu benim en büyük mutluluğum’ derken gözlerinde arife günü, pırıl pırıl, yeni ayakkabılarını kucağına bastıran bir küçük çocuğun mutluluğunu görüyorduk.