Çevrenizde olup-bitenleri iyi gözlemleyebiliyor musunuz?
Arkadaş çevreniz, sokak, çarşı, pazar, kısaca kamuya açık ortamlarda süratli değişimleri fark edebiliyor musunuz? Hayır, çok uzağa gitmeyin, ailenizde meydana gelen değişimler sizi rahatsız ediyor mu? Çocuklarınızla aranız nasıl? Hep tartışmalı mı geçiyor? Çocuklarınıza elbise almak için gittiğinizde nasıl bir kıyafet tercih ediyorlar, tercihlerini yaparken gerekçeleri nelerdir? Karşı çıktığınızda sizi ne ile suçluyorlar?
Arkadaş, eş-dost çevrenizde bir çözülme yaşıyor musunuz? Eğer, cevabınız evetse, çözülmenin nedenleri, sizin değerlerinize olan bağlılığınız mı, yoksa değerlerden kopuşunuz mu? Örneğin aile reisi olarak çocukları ve eşiyle yıllardır küs duran, sürekli gergin bir aile ortamında yaşayan, görüntüde birlik ama gerçekte pamuk ipliği ile birbirine bağlı olan aileler tanıyor musunuz yoksa sizin durumunuz böyle midir?
Aile ortamını dışa yansıtmamak için, misafir bile kabul etmeyen, teklifleri hep iş bahanesiyle mazeret üreterek geri çeviren, toplumdan kopuk aileler biliyor musunuz? Sevgi ve sadakate dayalı aile bağları kopmuş, kendilerini gerek yakın ve gerekse uzak çevrenin baskısı altında hissettikleri için evlerini sadece ‘otel’ olarak kullanan ailelerin varlığından haberdar mısınız? Düşünün böyle bir aile ortamında büyüyen çocukların psikolojisini! Bu çocuklarda kişilik travmaları yaşanacağı gibi, ileride topluma da olumsuz yönde tesirleri olacaktır.
Evet, bütün bu saydığımız hususlar, artık evin içinde, dindar ailelerde de yaşanıyor.
Bütün bu olumsuzlukları besleyen nedenler nelerdir?
Acaba ‘dindarlık’larda bir sorun mu yaşanıyor? Yakın gözlemlerim ve duyumlarımla konuşacak olursak, sosyal hayatla bağının kurulması mümkün olmayan bir din sunumu bunun başında geliyor. Ehliyetsiz insanlar yoluyla öyle bir din anlatılıyor ki, dindarın bütün bir hayatını değiştirmiyor. Modern dalga karşısında bu din söylemi duvar oluşturamıyor. Onun din algısı, sadece sınıfsal ayrımları canlı tutmaya hizmet ediyor. Örneğin, yoksulu olmayan bir dünya kurma, yoksul Müslümanları kendilerine Allah’ın hizmetçisi olarak görme, aşırı derecede konformizme düşkünlüğü besliyor. Bunun örneklerini davranış planında ev mimarisinden araba düşkünlüğüne, yeme-içme kültüründen tatil anlayışına, lükse dayalı ev konforundan seçkinci mahalle ve semt ortamları oluşturmada görebiliriz. Dünyevileşmenin kışkırttığı insanlar, nasıl bir yaşam biçimine özenirler?
Tüketim çılgınlığını körükleyen reklâmlar ve modern tüketim mabetleri(!). Alım-gücü zayıf olan aile ortamlarında özentiyi kışkırtıyor ve arzulara ulaşılamayınca gerginliklerin yaşanmasına sebep oluyor. Neticesi, malum.
Küreselleşme, mesafelerin ortadan kalkması olarak tanımlanıyor. Bu olgu, mahremiyet alanlarını deşifre etti. Bunda en büyük etken kitle iletişim aygıtlarında yaşanan baş döndürücü gelişmeler. Özellikle TV kanalları vasıtasıyla ünlü denilen kimselerin yaşam biçimlerinin topluma sunumu yanlış modellemelere yol açıyor. Toplumun önünde olan kimselerin bazı hayat tarzları; kısa zamanda eş, sevgili değiştirme, yasal evlilik yerine bir arada yaşamayı tercih etme gibi örnekler bunların başında geliyor. Hatta yasallığa dayalı olmayan birliktelik sonucu çocuklar doğuyor. Bu durum toplumsal yapımızı içten içe çürütüyor. Ahlâkî yoksulluğu daha çok derinleştiriyor. Böylesi bir hayat tarzına özenti duyan gençler ya da aileler var. Her ne kadar dört duvar sır örtüsü denilse de artık sır-mır kalmadığı için istenmeyen durumlar ailelerde yaşanmaya başladı.
Müstehcenlik sınır-durak tanımıyor.
İnsanın varoluş amacı, hazcılıkla tanımlanıyor.
Ahlaki kurallar, toplumsal sınırlar ihlal ediliyor. Bu tür gelişmeler, aile yaşamında ‘sadakat’ duygularının körelmesine sebebiyet veriyor. Eşlerin birbirlerine güveni sarsılıyor.
Her türlü din ve ahlak bağlarından kopuk yetişen insanlar için tek bir hedef var: “Nefsani hazları doyurma.” Bu tip insanlar, ölümü düşünmemek için alkol ve keyif verici madde kullanmaya gidiyor. Bu yolda önüne engel çıkaranlara büyük öfke ve nefret duyuyorlar. Hazcılığı yaşam biçimi haline getirmiş insanlar aile içi sorumluluk, çocuk sahibi olma ve evlenme gibi durumlardan şiddetle uzaklaşıyorlar. Onların yegâne yaşam felsefesi: “Her arzunu tatmin et, her zevkini tat!” ilkesine dayanıyor.
Bütün bu gelişmeler karşısında topyekûn toplum olarak yasal, ahlakî ve kültürel manada önlemler alınmazsa, çağdaş Sodom Gomoreler yaşanacaktır. Neticede ahlakî çöküş toplumsal çöküşü tetikleyecek, yarınlar için çok geç kalınmış olacaktır.
Acaba “iyiliği emretmek, kötülüklerden sakındırmak” ne zaman devreye sokulacaktır? Her sorumluluk sahibi insan bu sorunun cevabını vermelidir.