Akademisyenlerin düzenlediği bir Kutlu Doğum Paneli’ni izleyen ve dinî alt yapısı olan bir hanım, şöyle bir tespitte bulunur: İyi ki Yüce Allah bir akademisyeni değil de bir Ümmî’yi peygamber olarak göndermiş!
Nedeni sorulduğunda da şu cevabı verir: “Panelistler güya peygamberi anlatmaya çalıştılar, ama söylediklerinin çoğunu anlamakta güçlük çektim. Ama peygamberimizin hadisleri öyle değil. Onları okuduğumda rahatlıkla anlayabiliyorum. Çünkü O, ağdalı konuşmuyor, çok üst perdeden seslenmiyor bize…”
Hanım kardeşimizin bu tespiti bizde şunları çağrıştırdı:
Peygamberimiz halkın içinde, halkı gibi yaşayan, onların dertleriyle dertlenen, onlardan olmayan, onların sevinç ve hüzünlerine ortak olan bir halk adamıydı. “Andolsun ki size, sizden bir elçi geldi..” (9/128)
O, anlaşılmak için konuşurdu. Onun konuşmaları aynı zamanda seviyeli idi. Çünkü ona az söz ile çok anlamlı söz söyleme sanatı (Cevâmiu’l-Kelim) verilmişti. Ama o, Rasül-ü Mübîn idi. Onun mesajı, çağrısı açık ve netti. Onun sözleri, kuşdiliyle söylenenlerden ve şifreli konuşmalardan uzaktı.
Sözgelimi onun sözlerinde geçen örnek anlatımları, her seviyedeki insan rahatlıkla anlayabilir. Elbette herkes seviye ve kapasitesine göre, onlardan farklı şeyler çıkarabilir. Ama dağdaki çobanın da, şehirdeki bilim adamının da onun söylediklerinden anlayacakları çok şeyler vardı.
Onun ümmî oluşu ile ilgili olarak Kur’ân şu açıklamaları yapar:
“Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil'de yazılı buldukları o Elçi'ye, o ümmi Peygamber'e uyarlar. O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O'na inanan, destekleyerek O'na saygı gösteren, O'na yardım eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felâha erenler onlardır.” (7/157)
“De ki: ‘Ey insanlar, ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan, kendisinden başka tanrı bulunmayan, yaşatan, öldüren Allah'ın Elçisiyim. Gelin Allah'a ve O'nun ümmî peygamberi olan Elçisine inanın -ki o (peygamber) de Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır,-O'na uyun ki doğru yolu bulasınız!’ " (7/158)
“O'dur ki ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah'ın âyetlerini okuyan, onları yücelten, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi. Oysa onlar, önceden, açık bir sapıklık içinde idiler.” (62/2)
Ümmî kavramı, Kitap ehli olmayan, kitap/yazı bilmeyen anlamına geldiği gibi; Mekkeli (Ümmu’l-Kurâ), bozulmadan-anasından (ümm) doğduğu gibi fıtrat üzere ve tertemiz kalan anlamlarına da gelmektedir. Peygamberimizin ümmî oluşu, onun Kitap ehli olmadığı ve yazı bilmediği anlamına geldiği gibi, onun anasından doğduğu fıtrat safiyeti üzerinde olduğunu da anlatır. Onun Ümmü’l-Kurâlı yani Mekkeli olduğu ise zaten malumdur.
Peygamberimizin yazı bilmediği ve sonradan yazı öğrenmediği genel olarak kabul edilmiştir. Bu, onun için bir eksiklik değildir zaten. Zira bir kişinin yazı yoluyla elde edeceği bilgi donanımını o, fazlasıyla ilahî yoldan almaktaydı. Ancak onun sonradan yazıyı öğrendiğini söyleyenler de olmuştur. Çünkü ona ilk gelen vahiy “Yaradan Rabbinin adıyla oku”, “O, insana kalemle bilmediklerini öğretti”, ardından da “Kaleme ve kalemle yazanların yazdıklarına andolsun!” şeklinde olmuştur. Onun Bedir esirlerini, okuma yazma öğretme karşılığında serbest bırakarak okuma ve yazma işine verdiği önem de bilinmektedir. Ancak Onun, ömrünün sonuna kadar yazıyı öğrenmediği tezi daha ağır basmaktadır. (Bkz. Mevdudi, Tefhîmü'l-Kur'ân, IV, 264-265.) Zaten bu konu ayetlerle tescil edilmiştir: “(Ey Muhammed) Sen bundan önce bir Kitap okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun. Öyle olsaydı o zaman (Allah'ın sözlerini boşa çıkarmaya çalışan) iptalciler, kuşkulanırlardı.” (29/48) “İşte sana da böyle emrimizden bir ruh (gönüllere can veren bir söz) vahyettik. Sen Kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi, doğru yola ilettiğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz sen, doğru yola götürüyorsun.” (42/52)
Peygamber yolcusu davetçilere düşen, özellikle her seviyeden insanların katıldığı toplantılarda Peygamber metodunu izlemektir. Onun gibi açık, yalın ve anlaşılmak için konuşmak, her seviyedeki insanı hesaba katarak söz söylemektir. Elbette bilimsel platformlarda bilim dilini kullanmaya kimsenin bir diyeceği olmayacaktır.