Bütün aydınlıklar ve güzellikler kayboldu. Herhalde bulutlar kavgaya tutuştular...
O pamuk beyazı bulutların yüzleri kapkara olmuş, kaşları çatılmıştı. Sonra rüzgâr da bu kavgaya karışınca toz dumandan göz gözü görmez oldu. Bir fırtına, bir yağmur başladı ki sormayın! Hemen evli evine, köylü köyüne kaçtı. Peki evi olmayanlar ne yapsın?..
Zavallı Kara Vızvız da onlardan biriydi. Can korkusuyla kendini Akbıyık Tavşan’ın yuvasına atabildi ancak. Yuvaya girdikten biraz sonra kendine gelebildi. Titreyerek ve kekeleyerek:
- Şey, özür dilerim! Selamsız sabahsız geldim. Sizi rahatsız ettim ama; görüyorsunuz yağmur, fırtına...
Akbıyık, görünüşünden anlamıştı zavallının perişanlığını. Yağmurdan ıslanan kanatları sırılsıklamdı. Bırakın konuşmayı, ayakta duracak hâli bile yoktu. Samimi bir sesle Kara Vızvız’a:
- Yuvamıza hoş geldin sinek kardeş! Allah kimseyi bu yağmurda, fırtınada evsiz barksız bırakmasın! Sen hem ıslanmış hem de üşümüşsün. Gel bâri tüylerimin arasına gir de biraz ısın, demiş.
Kara Vızvız utana sıkıla denileni yapmış. Biraz sonra da bulutlar kuş olup uçmuş, fırtına da kaçıp gitmiş Kafdağı’na. Kara Vızvız biraz kendine gelir gibi olmuş. Tavşanın tüylerinin arasından çıkmış ve minnet dolu bakışlarla:
- Teşekkür ederim tavşan kardeş! Bu iyiliğini ölene kadar unutmayacağım. Her iyilik unutulmaz ama zor zamanda yapılanlar hiç unutulmaz, demiş.
Akbıyık da:
- Sağ olasın sinek kardeş! Düşmez kalkmaz bir Allah demiş eskiler. Aynı durumda ben olsaydım, sen de yardım etmez miydin?..
- Elbette, demiş Kara Vızvız, elbette! Hayırlı günler, deyip uzaklaşmış oradan.
Akbıyık’ın bu iyiliğini ormandaki herkese anlatmış Kara Vızvız. Özellikle de sinek arkadaşlarına...
Zaman havuzunda toplanan haftaları sarı inek içmiş. Aradan aylar geçmiş. Akbıyık ormanda
gezerken bir avcı düşmüş peşine. Kısa bir kovalamacadan sonra yakalamış tavşanı.
Bu durumu gören sineklerden biri, uçtuğu gibi haber vermiş Kara Vızvız’a. Bu sırada zalim avcı da tavşanı almış ayaklarının altına. Tam kesmek üzereyken bir vızıltı duymuş. Başını kaldırıp bakınca bizim Kara Vızvız’ı görmesin mi? Kara Vızvız bir pehlivan gibi dikilmiş karşısına:
- Çabuk o tavşanı bırak! Yoksa seni anandan doğduğuna pişman ederim! diye bir tehdit savurmuş.
Avcı kahkahayla gülerek:
- Ne, ne yaparsın beni? Sen kendini ne sanıyorsun kara sinek? Şimdi bir tokat vurdum mu seni ezerim.
Kara Vızvız işi daha da ileri götürmüş:
- Zalim avcı! Bırak diyorum sana o tavşanı! Yoksa seni yerden yere çalarım, haberin olsun!
Avcı, bakmış ki sinek boş boş konuşuyor. Ona aldırmadan tavşanı kesmek için son hamlesini yapmaya hazırlanmış. Bunun üzerine Kara Vızvız yıldırım gibi uçup, şimşek gibi girmiş avcının kulağına. Bir yandan hızla kanat çırpıyor, bir yandan da avcının kulağını tırmalıyormuş. Neye uğradığını şaşıran avcı, dengesini kaybetmiş. Kendini yerden yere vurmaya başlamış. Bu arada Akbıyık da fırsatı değerlendirip kurtarmış canını. Avcı baygın düşene kadar çırpınıp durmuş... İşini bitiren Kara Vızvız da kanatlarına birer mutluluk çiçeği takıp uçup gitmiş...
Bütün bu olanlar dilden dile anlatılmış ormanda. En sonunda Güngörmüş Fil de duymuş. Orman halkını gölün kenarında toplamış ve onlara şöyle demiş:
- Sevgili dostlar! Dostu da düşmanı da küçük ve cılızdır diye hor görmeyin. Unutmayın ki; bir çivi bir nal, bir nal bir at kurtarır. Bir at bir yiğit, bir yiğit de bir yurt kurtarır...