Yeni Şafak gazetesi çıkmaya başladığı yıllar, 1995. İsmet Özel’den Ali Bulaç’a, Hayrettin Karaman’dan Mustafa Özel’e, Rasim Özdenören’den Mehmet Efe’ye, İbrahim Demirci’den Gökhan Özcan’a birçok isim orada yazıyor. Merak ve heyecanla, ertesi günün gazetesini bekliyorum. Kozan küçük yer. Sadece merkezde büyük bir gazete bayii var. Sabah erken oraya gidiyorum, Yeni Şafak var mı? diye soruyorum. Gazeteci ismini ilk kez duyuyor, yerel bir gazete mi diye soruyor. Daha sonra birkaç kişi daha gazeteyi okurken gördüğü zaman yerel bir gazete mi diye soruyor. Hayır, günlük diyorum ama gazeteye bakıp başka gazetelere benzetemeyince bırakıyorlar. Oysa ben, gün içinde gazetedeki yazıları okuyarak bitiremiyorum. Bazı yazıları, arka sayfadaki fotografları keserek saklıyorum. Evi taşırken, gazetenin o ilk sayılarını atmayıp biriktirdiğimi fark ettim. Yeni bir yere taşınırken, maalesef veda etmek zorunda kaldım…
Adana Kozan’da dondurmacılık yapıyorum. Yeni bir pastane açmışız. Bir yandan öğrenciyim, üniversite harç parasını biriktirmeye çalışıyorum. Dondurma tezgahının gerisinde külahta dondurma satmanın ve paket yapmadan arta kalan zamanlarda, ki bu bazen öğle vakti oniki ya da gece yarısına tekabül eder, İsmet Özel’in Üç Mesele’sini okuyorum. İrtica elden gidiyor zaten yedekte duruyor. Cuma Günleri İsmet Özel’in Cuma Mektupları için Milli Gazete alıp okuyorum. Yan komşu, lastikçi, abone oradan tedarik ediyorum milli gazeteyi. Bir de saat 18 civarı gelen bir genç var. Ben de o zamanlar gencim tabii. O da milli gazetede en çok Mehmet Şevket Eygi’yi seviyor. Ben ısınamamışım o zamanlar. Camide karşılaşıp dondurma tezgahı başında tanışmışız onunla. Şevket Eygi’den bahsediyor ama ben pek oralı değilim. Sağcı ve sığ buluyorum diyorum kısaca da anlatamıyorum ne demek istediğimi. Neyse.
Yeni Şafak’ı okurken bildiğim yazarlar dışında daha önce adını hiç duymadığım, okumadığım ama yazıları ile ilgimi çeken yazarlarla da tanıştım. Tanıştım dediysem yüz yüze bir tanışma, karşılaşma olmadı, fikren bir tanışıklıktı. Bende, bu derece iz bırakanların belki de en önemlisi Akif Emre’ydi. Gazetenin ikinci sayfasında, göstergeler adıyla, yazılar yazardı. Kimdi, neydi, bilmezdim. İsmi kısaydı, Mehmet Akif’ten mülhem, Akif diye aklımda kalmış. Merakla, farklı, yeni, entelektüel derinliğe haiz yazılarını, yorumlarını okurdum. Hep aynı profil fotoğrafı kullanıldı yıllarca ve Akif Emre hiç değişmedi sanki. Unutamadığım yazılarından birisi ise dikkat çekici yönüyle, bilgisayar yazısı ile kalemle yazılan yazı arasındaki farka değinen bir yazıydı. Hem on parmak daktilo öğrendiğim için bilgisayarda yazıyordum yazıları hem de uzun günlükler olduğu için kalemle. Her iki yazı arasında fark var mı diye düşünmüştüm uzun süre. Aradaki fark, düşünme hızıma uygun olduğu için daktilo, bilgisayar ile yazılan yazıları önceliyordum. Geriye dönüp bakma, düşünme, düzenleme açısından önemli avantajlar sağlıyordu. El ile yazma hızım düşüncelerin akışına eşdeğer değildi. Şimdi yıllar geçtiği için olsa gerek her ikisinde de yavaşladı. Düşünce performansı azaldı.
Aradan geçen zaman içinde, yazılarının hepsini olmasa da düzenli olarak okuyup takdir ettiğim bir duruşu, entelektüel birikimi, Müslüman aydının sahip olması gereken bir kişiliği vardı. Yakından tanıma şansım hiç olmadı. Ancak yazdıklarına yansıyan kişiliği, sosyal medya vb. birçok alanda yazarlar hakkında yazılan, çizilen onca şeye rağmen, Akif Emre kendi çizgisinde, ne yaptığından ve düşündüğünden emin bir çizgide yazmaya ve yaşamaya devam etti. Gerek yaşarken gerek vefat ettikten sonra, sağından solundan birçok kalem erbabının düşüncesi ve kişiliğine saygıda ittifak ettikleri ender yazarlardan birisidir Akif Emre. Eleştirel ve ahlaki duruşu, bir Müslümanın hayırlara sahip olması gereken, akıntıya kendini kaptırmayan, para, rant, makam, dünyevi prestij göstergelerine kolaylıkla hayır diyen bir adam. Birçoğumuzun kapital karşısında imtihanı kaybettiği bir dönemde kutup yıldızı gibi yazdığıyla ve yaşantısıyla başka bir yöne işaret ediyordu.
Eski Yeni Şafak’tan yazılarını keserek sakladığım yazarlardandı. Sonrasında bu yazılar, Göstergeler ve İzler adıyla yayınlandı. Kitap olarak da alıp okuduğum, entelektüel gelişimime katkıda bulunan yazılardan oluşuyordu. Kimi zaman ilk kez onun yazılarında duyduğum yazarlar ve kitaplar ilgimi çekiyor, okuyordum. Çünkü yazılarında edebiyattan düşünce hayatına, Müslüman öncülerden balkanlara, kültür ve medeniyet, modernizm, sanat, kitaplar, belirli bir sentezde işleniyor, işaret taşları bırakıyordu geriden gelen, kendini izleyenlere.
Güncelin içinde tükenmeyen, tüketilmeyen ve yarına kalan yazılar yazdı. Geriye dönüp bakınca yazdıklarından ne çok beslenmişim, beğenmişim, bugünden geriye bakarak fark edebiliyorum. Yeni ve yeniden yayınlanan kitaplardaki yazılarına zaman zaman baktığımda yayınlandığı zaman okuduğumdaki zamana götürüyor beni. Son üç yılda bir çok kez ziyaret ettiğim Kosova, Makedonya, Arnavutluk, Sırbistan vd üzerine yazdıklarına göz atıyorum. Balkanlar ve Özellikle Aliya İzzetbegoviç üzerine daha bir ilgiyle durup yazdı. Bu yazıları, söyleşileri, kitaplaştı.
Büyüyen Ay Yayınları şimdi çok güzel bir yayıncılık örneği ortaya koyarak rahmetli Akif Emre’nin gazete, dergi ve internet sitelerinde yazmış, yayınlamış olduğu yazıları konularına göre sınıflandırarak yayınlıyor. İzler ve Göstergelerden bahsetmiştim. Devamında Aliya İzzetbegoviç hakkında yazmış olduğu yazılar ve kendisiyle yapmış olduğu söyleşilerden oluşan Aliya kitabını anmadan geçemeyeceğim. Aliya’yı tanımak için bir rehber. Önce yazdıklarını okuyup sonrasında Aliya İzzetbegoviçin kitaplarını okumalısınız eğer daha önce okumadıysanız. Müstagrip Aydınlar Yüzyılı, Çizgisiz Defter, Söyleşiler, diğer kitapları arasında yer alıyor. Kaleme aldığı kişilerden oluşan Portreler, Kitaplar, Dergiler kitabında ise bu müstesna Müslüman Aydının dikkatini çeken ve yazılmaya değer bulunan kişi ve kitaplar üzerine değinileri, düşüncelerinden oluşuyor. Bir müslüman bakış açısıyla olayları, kişileri projeksiyonundan yansıtmış. Şehir ve Medeniyet ilişkisi üzerine ayrı bir önem vermiş ve bu minvaldeki yazıları İstanbulname ve Erguvanname kitabında toplanmış. Kitaplarında ve Belgesellerinde V, Y, Z her ne ad konulursa konulsun sallantılar yaşayan kuşaklar için düşüncenin, anlam dünyasının takip edilecek damarlarını işaret etmiştir okuyana, bilene.
Kendisini yazıları ve düşünceleriyle uzaktan yazılarıyla tanıyan benim için Akif Emre’yi zamanında şahsen tanıyamamak büyük derin bir pişmanlıktır. Bir selam olsun vermiş olmak isterdim, yaşarken. Yazılarıyla böyle bir karakteri tanımış, okumuş olmaktan memnun, şanslı, gururlu sayılırım. O birikiminin derinliğini yansıtan yazılarıyla bende bir hayranlık, saygı, derinlik, muhabbet, tevazu, entelektüel fikir namusu, içe dönük sessiz duruşu, gerçekten öyle miydi bilmiyorum, inandığı gibi yaşantısı ile adını her duyduğumda bir vefa borcu duygusu uyandıran, her zaman hayırla yad ettiğim müstesna bir isimdir. Gecikmiş bu yazı ile bir vefa borcunu, hak ettiği ölçüde olmadığı kesin, ödemiş olmak istiyorum. Allah rahmet eylesin. Rabbim sevdikleriyle cennetinde cem eylesin…”