24 Aralık 2005 Cumartesi akşamı, Alâaddin Keykubat Salonu’nda Mehmet Âkif Ersoy’u anma programı vardı. Selçuklu Belediyesi’nin düzenlediği programla ilgili bazı gözlem ve izlenimlerimi aktarmak istiyorum.
Salon, bütünüyle dolu değildi; salonda yer yer boşluklar vardı. Selçuklu Belediyesi Başkan Yardımcısı Abdülkadir Gök Bey, geçen yılki programa Mehmet Âkif Lisesi’nden öğrenciler getirttiklerini, bu yıl böyle bir şey yapmadıklarını söyledi. Böylesi daha güzel: Gönüllü katılım!
Program öncesinde Konya Milletvekili Halil Ürün, güzel ve özlü bir konuşma yaptı. Konuşmasına başlarken konferansın konusunun “Bir şahsiyet heykeli olarak Mehmet Âkif” oluşuna takıldığını, “şahsiyet heykeli” yerine “şahsiyet âbidesi” demenin daha hoş olacağını, “heykel” kelimesinin “soğuk” olduğunu ifade etti. Âkif’in meşhur Bülbül şiirini okuyarak konuşmasını bitiren Ürün’ün sesinde, şiirin anlamını duyan ve duyuran bir güç vardı.
(Halil Ürün Bey’in “milletvekili” sıfatının yanında “Eski Büyükşehir Belediye Başkanı” ve “Doçent Doktor” sıfatları da var; bunların hiç anılmaması bana tuhaf geldi.)
Gecenin hatibi Ahmet Turan Alkan Bey, konuşmasına başlarken, Halil Ürün Bey’in eleştirisine hak verdiğini söyledi. “Şahsiyet heykeli” tabirini, konferans konusunun telefon görüşmesiyle alelacele belirlenişine bağladı. Ancak konferansın ilerleyen bölümlerinden birinde Mehmet Âkif’in demir, çelik, tunç gibi sağlam ve bükülmez bir şahsiyete sahip olduğunu anlatırken, “heykel” kelimesini belki de bunun tesiriyle seçtiğini söylemekten kendini alamadı. Bu durum, bana eleştirinin ne kadar önemli, güzel ve üretken bir iş olduğunu düşündürdü.
Ahmet Turan Alkan, konuşmasını Mithat Cemal Kuntay’ın kitabından aktardığı anekdotlara yasladı. Bunlar, Âkif’in insan yönüne, önemsiz sayılabilecek ilişkiler ve tutumlar aracılığıyla ışık tutuyordu. Hatip, birçok kahraman hakkında içine düştüğümüz o yanlışa düşmek şöyle dursun, böyle bir ihtimale ihtimal dahi vermedi, verdirmedi. O yanlış şudur: “Kahraman, erişilmez ve yüce bir kattadır; bizim ona uymamız imkânsızdır! Biz ona ancak hayran olabiliriz!” Alkan, Âkif’in bir duyuşunu, düşünüşünü, davranışını anlatırken arada bir sordu: “Ya biz ne yapardık / ne yaparız / ne yapıyoruz?” Bu soru, Âkif’in de bizim gibi insan olduğunu, bizim de Âkif gibi bir kahraman olabileceğimizi hatırlatan anlamlı bir soruydu.
Ahmet Turan Alkan, konuşmasında arada bir güncel, siyasal göndermelerde, iğnelemelerde de bulundu. Bunlardan biri, “kimlik tartışmaları”na ilişkindi. Alt kimlik, üst kimlik vesairenin gündemimize asılsız ve iğreti bir tartışma hâlinde girişine karşılık, kimliğimizin asıl ve unutulmaması gereken vasfını Mehmet Âkif, yıllar önce söylemişti ve biz de bugün sık sık tekrarlıyorduk. Fakat belli ki, farkına varmadan, anlamını bilmedendi bu tekrarlayış. Hangi millet? “Hakka tapan millet!” Hangi millet? “Hakk’a tapan millet!”
Sonra şiir okuma yarışmasında dereceye giren öğrencilere ödülleri verildi.
Geçen hafta gazetelerde Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in öğrencilere Dirvas’ı okumalarını tavsiye ettiğini okumuştum. Kimi öğrencilerin bu tavsiyeye uyup o şiirle yarışmaya katılacaklarını umuyordum. Olmadı. Öğrenciler, bildik şiirleri tercih etmişlerdi: İstiklâl Marşı, Çanakkale Şehitleri, Bülbül, vb.
Âkif denince hep hatırladığım beyit şudur:
Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol!
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!