İnsan çok değerli canlı varlıktır. İnsanı en değerli varlık kılan, diğer varlıklarda olmayan aklın verilmesidir. Akıl biz insanlara verilen en büyük nimettir. İnsana akıl veren Allah, yeryüzünde yarattığı tüm nimetlerini ona hediye etmiştir, bahşetmiştir. Akıl verdiği, nimetler verdiği insana görev ve sorumluluklar vermiştir. Allah kulunu çok seven ve merhamet sahibidir. Onu yaratıp yeryüzüne başıboş bırakmamıştır.
İslam insanların köleleştirilmesine, akıl ve iradelerini kullanmamalarına şiddetle karşıdır. Allah her konuda insanın aklını kullanmasını istemektedir. Allah vahiy karşısında akıllarını kullanmayan bir toplum istemiyor. Vahiy karşısında akıllarını kullanan, tefekkür eden bir toplum istiyor. Bizim vazifemiz insanlara harikalar bulmak, harikalar göstermek değil, Allah’ın ayetlerini onlara göstermek, götürmektir
Köyün birinde kuyudan su çıkmış. Alışılan bir şey olmadığından, ilk günlerde ne olur, ne olmaz diye hiç kimse bu kuyudan su içmeye cesaret edememiş. Dayanamayıp birisi içmiş ve sonra iyiden iyiye kafayı yemiş. Merak nedeniyle sonra birisi daha içmiş, birisi daha, meraktan birisi daha derken bu sudan herkes içmiş köyde deliler çoğalmış. En son bir karı koca kalmış bu sudan içmeyen. Köyde herkes delirmiş, birbirlerine, “Deli geliyor, kaçın derlermiş.” Bu kuyudan su içenler bir karı kocaya deli demeye başlamışlar. Bu karı koca kendilerine deli denilmesine günlerce sabretmişler. Bıkmış, usanmışlar nihayet bir gün adam hanımını çağırmış, “Gel hatun gel, biz de içeceğiz bu sudan.” demiş. Nihayet onlar da içmiş bu sudan ve onlar da bu delilerin arasında kaybolup gitmişler. Bugün insanlığın durumu da aynı değil mi? Birilerinin başından aklı gitmiş, diğerlerine de; gerici, meczup, deli diyorlar. Onlar da deli, gerici damgasını yememek için zehirli sulardan içiyorlar ve akılları başlarından gidiyor.
Bugün bizim toplumun durumu da bu değil mi? Birileri İslam’a ve insan fıtratına aykırı olan bir şeyi yapınca diğer insanlarda aynı deliliği yapıyor. Toplumumuz yarım asırdır Batı’dan aldıklarını, öğrendiklerini değer filtremizden geçirmeden aynen hayatına uyguluyor. Birisi yapıyor, onu gören diğerleri ’ne var ki herkes böyle yapıyor, böyle yapmazsak el alem ne der?’ diyerek, ondan ona yayılıp gidiyor. İnsanlar böyle bir hataya düşer de, peygamberler bu hataya mümkün değil düşmezler. Peygamber, “Ben de insanların hakaretlerinden kurtulabilmek için ben de bu insanlar gibi olayım.” demez. Müslümanlar da kafirlere imrenmemeli, onlar gibi olmamalı, aşağılık kompleksine kapılmamalı, kendini o toplumlardan üstün ve daha akıllı görmelidir.
İnsan vahiy ve sünneti terk ederse, günah işlemede önündeki tüm engeller kalkmış olur. Allah’ın yasak engelini yaşamından çıkarınca Kuran’da men edilenleri yapar ve günah işler. İnsan her günah işlediğinde kalpte siyah noktalar oluşur. Bu noktaların sayısı artınca kalp kararır. Kararmış olan kalp katılaşır. Katılaşmış kalpten Allah ve cehennem korkusu, kuldan utanma, merhamet duygusu kalkar ve akıl baştan çıkar. Baştan çıkan akıl nefsin ve şeytanın kontrolüne girer. Bu duruma gelmiş kişi hayvandan daha aşağıya seviyeye düşer.
Vahyin (Kuran) nuruyla aydınlanmış olan bir akıl insanı doğru yere götürür. Kur'an’ın nuruyla aydınlanmayan akıl nefsin sultasından kurtulamayıp insanı yanlışa yere götürür. Kuran ve kalple birlikte hareket etmeyen akıl baştan çıkar ve nefsin mahkumu olur. Aklın, vahyin içinde bir değeri vardır. Vahyin hizmetinde olan ve onu rehber kabul eden bir akıl, hikmetlere vâkıf olur. Vahyin yol göstericiliğinden mahrum olan akıl ise insanı nefsin afetlerinden koruyamaz. Akıl, her türlü gaye için kullanılabilen keskin bir bıçak gibidir. Dileyen onunla faydalı bir şey kesebilir, dileyen de onunla cinayet işleyebilir. Nitekim Kabil’in aklı, vahyi bilgiye muhalefet ettiği için kendisini sapıklığa götürmüş ve ahiretini mahvetmiştir. Takva ve ihlâstan mahrum kimselerde akıl, hem kendilerine, hem de başkalarına karşı o kimsenin zulmünü artırır. Kâbil misalinde olduğu gibi, kardeşini katletmeye kadar bile gidebilir.
Asıl görev ve sorumluluklarımızı terk ettik, gereksiz şeylerle çok meşgul olduk, gerekli olanları unuttuk ve çok unutkan bir toplum haline geldik. Günde 5-10 saat internette, sosyal medyada dolaşan ve telefonu elinden bırakmayan insanın aklı başında olmaz, akıl baştan çıkar, kesinlikle unutkan olur. Bu nedenle günlük hayatta daha önemli vazifelerimizi ihmal ettik. Radyasyon ve diğer nedenlerle ruh sağlığımız, psikolojisi bozuk, gergin ve saldırgan bir toplum olduk. 7 den 70 e hepimiz çok unutkanlaştık. Gereksiz şeylerle beynimizi meşgul ettiğimizden çoğu zaman aklımız baştan çıktı ve kalp ile akıl uzaklaştı. Gönlümüzü değersiz dünya işlerine kaptırdık, değerlileri dışarı attık. Bunun sonucunda az mutlu olan bir toplum haline geldik. İyi ile kötünün yerini değiştirdik ve kötü fiilleri işledik. Kötülük yapanların oran toplumumuzda % 40 ile % 60 arasındadır.
İçinde yaşadığı kesimin huzurunu, güvenliğini bozan, yaşanmaz hale getiren insanların aklı başından çıkmıştır. Akıllarının başlarından çıkmış olmasının birçok nedeni vardır. En başta vahiy, ayet, sünneti bilmemesindendir. Allah’tan korkmaz, kuldan utanmazlar. Ölümü, ahireti, cehennemi akıllarına getirmez, cehennemden korkmazlar. Bunlar Allah’a şükretmez, kula teşekkür etmezler. Bu gibiler başlarına gelenlerden, ölenlerden ibret almazlar ve günümüzün Kabilleri. Günümüzün Kabillerinin özellikleri; Hasetlik, kıskançlık, bencillik, gıybet, dedikodu, fitne, iftira, yalan söyleme, kibir, gurur, hayasızlık, haksızlık, kötülük ve zulüm etmektir. Onların HABİL olmak gibi bir gayretleri olmaz. Kabil gibi olanlar, fabrika ayarlarını sıfırlamış, iki ayaklı şeytanlardır. Hiç öğüt almazlar, öğüt, nasihat vermezler; empati yapmazlar, iyiliği hatırlatmaz kötülükten alıkoymazlar. Fitne fesat çıkararak yuvaların, akrabaların, mahallenin huzurunu bozarlar. Kendilerine sınırsız özgürlük tanırlar, engel olandan nefret ederler. Sadece kendisini düşünür, ‘benden sonrası tufan!’ derler.