Mehmed Ali Birand'ın yazısı...
Bu yazıyı okumaya başlarken bir noktayı bilmenizi istiyorum. Bugünlerde komplo teorisi üretmek öylesine moda oldu ki, aşağıda yazdıklarıma lütfen yanlış anlamlar yüklemeyin. Ben bir saptama yapıyorum, o kadar.
Kimselere mesaj vermiyorum, kimseleri de yönlendirmeye çalışmıyorum. Sizinle bazı gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.
Bugünden sonra neler olabilir, sorusuna yanıt arayanlara, önümüzdeki seçimlerin önemini işaret etmek istiyorum.
Ak Parti’nin geleceği 2011’deki seçimin sonucuna bağlıdır. Bunu kendileri de çok iyi biliyor, buna rağmenanayasa değişikliğinden tutun, referandum ve hem yargı, hem de askerle risk dolu sürtüşmelere giriyor. Başbakan gözü kara gidiyor. Hiçbir siyasi hesaba uymayan adımlar atıyor.
Önümüzdeki seçimler hem Türkiye’yi, hem de AKP’yi çok yakından etkileyecek. Kararsızların oranı hala çok yüksek. Bundan dolayı, kendinizden ne kadar emin olursanız olun, oyların nereye kayacağını şimdiden tahmin edemezsiniz.
İsterseniz, gelin AKP’den başlayalım...
Şu sıralarda aksine göstergeler var, ancak bir an için Ak Parti’nin önümüzdeki Genel Seçimleri kaybettiğini ve iktidarın el değiştirdiğini düşünün... Hadi abartmayalım, azınlığa düşmesin de bir küçük parti ile koalisyon yapmak zorunda kalsa dahi yeter... Bu olasılıkta AKP’nin işi çok güçleşecektir. Yani net bir çoğunluk sağlayamaması durumunda, başta Erdoğan olmak üzere, Ak Parti yandı demektir.
Daha şimdiden diş bileyenlerin hazırlıklarını görür gibi oluyorum. AKP’nin Kahramanmaraş milletvekili Avni Doğan’ın dediği aslında çok doğru. Deniz Baykal’ın da dikkat çektiği gibi, açıkça “Aman oyunuzu eksik etmeyin, tökezlersek Ergenekoncular bizi fena hırpalar” demeye getirdi.
Erdoğan öylesine çok arı kovanına çomak soktu, eskiden egemen olan çevrelerin düzenini öylesine bozdu ki, fırtına çıkarmaya hazırlananların sayısı her geçen gün artıyor.
İşte bundan dolayı “AKP, seçimi kaybederse çiğ çiğ yenecek” diyorum.
Bu ülkede çok iktidar değişti, ancak hiçbiri alışılmış düzeni Ak Parti kadar, hallaç pamuğu gibi atmadı.
İnönü, zaten düzenden yanaydı. Kendi kurduğu düzeni korudu.
Demirel, düzeni alt üst etmediği için, iktidardan düştü, ancak sonradan geri aldı.
Özal, ekonomik düzeni değiştirdi, ancak siyasi düzene dokunmadı.
Çiller, düzeni biraz sarsar gibi oldu ve hemen devrildi.
Erdoğan, ise herşeyi altüst etti.
Alışılmışları, tabuları, sloganları devirdi.
Yeni ve farklı bir düzen kurdu.
Bunları yaparken bir kesimden alkış aldı, ancak geleneksel güçleri tümüyle karşısına geçirdi.
ERDOĞAN, BU DURUMA DÜŞMEMEK İÇİN...
Geçmiş yıllarda, düzeni bozanları muhalefet, üniversite hocaları ve medya afişe eder, zinde kuvvetler de gereken cezayı verirdi.
Bugün, yeni bir ortam oluşuyor sanılsa dahi, AKP’nin önümüzdeki seçimi kaybetmesi, saati geri çevirebilir, eski düzenin ve alışkanlıkların geri gelmesine yol açabilir.
Türk Silahlı Kuvvetleri bugün belki, eskisi kadar duruma hakim olmayabilirse de, iktidarı kaybetmiş bir AKP sonrasında siyasi etkinliğini tekrar arttırabilir.
Eminim Erdoğan da bu olasılıkları düşünüyor ve önlem alıyordur.
Bunların başında da, seçimleri kazanmak için elinden geleni yapmak, her yolu denemek gelecektir.
2010 yılının özellikle ikinci yarısında Başbakanı, büyük olasılıkla, noel baba gibi, topluma hediyeler dağıtırken göreceğiz. AKP’nin, seçimi normal zamanında (2011 Temmuz) ısrarı da bu. Ekonominin toparlanması, işsizliğin azalması iktidarın elindeki en önemli seçim kartları olacak.
Tabii muhalefette bu fırsatı kaçırmak istemiyor ve erken seçim için bastırıyor. Zira, Erdoğan’ın önümüzdeki seçimleri kazanması durumunda, sekiz yıllık iktidarda gerçekleştirdiği herşeyi daha da çivileyeceğini biliyor.
Bu olasılık hem Baykal, hem de Bahçeli’nin sonu anlamına gelecektir.
Ergenekon’un sürmesi, TSK üzerindeki baskının devam etmesi anlamına gelecektir.
Bundan dolayı muhalefet, seçimleri ne kadar erkene aldırabilirse o kadar iyi sonuç elde edebileceklerini düşündüğünden dolayı bastırıyor.
Özetle, gelecek seçimlerin ertesi günü yepyeni bir Türkiye kurulacaktır.
Ben tezgahtarım, ama emir eri değilim...
Kimse aksini söyleyemez, Başbakan genel tutumuyla medyanın önemli bir kesimi korkuttu. Eleştirilere, hatta haber sunumuna ve yazımına o kadar sert tepki gösteriyor ve medya patronlarına öylesine gözdağı veriyor ki, ilk defa bu ülke basınında birkaçı dışında genel bir “alttan alma” giderek yaygınlaşıyor.
Son olarak medya patronlarına, köşe yazarlarını şikayet edişi, “eğer tezgahtarınız şirketi batırıyorsa onu tutar mısınız?” demesi, miting alanlarında olsun, kendi partisinin grup toplantılarında olsun, beğenmediği medyayı sürekli dövmesi artık etkisini gösteriyor.
Eskiden olsa, herhangi bir Başbakan bunların dörte birini söylese, ülke birbirine girer; medya ayaklanır, edilmedik laf bırakılmazdı. Şimdi “ahh ben neler neler yazarım, ancak hadi susayım daha iyi...” tepkileriyle yetiniliyor. Başbakanın bu tepkileri sadece muhalif basını değil, AKP iktidarını destekleyen gazete ve yazarlarda da korku rüzgarı estiriyor. Gerilimi arttırıyor. Onlar da zaman zaman eleştiri sınırını aşınca fırçayı yiyiveriyorlar. Muhalif basının başına gelenleri gördükçe, kendi konumlarından daha da kaygılanıyorlar.
Ben de Sayın Başbakanın “tezgahtar” diye adlandırğı kişilerden biriyim. Aslında her tezgahtar kendi malını satıyor. Patronlarda o malları alıp vitrine koyuyorlar
Başbakan bu eleştirilerinde öyle bir noktaya geldi ki, bir süre sonra patronlar, alacakları köşe yazarlarını dahi Başbakandan sorma ihtiyacını duyabilecekler.
Bunun adına basın özgürlüğü veya demokrasi denemez...
Bende kendi adıma “tezgahtarlığı” kabul ederim, ancak “emir eri” olmayı kabul edemem.