"Aktütün de derin devlet bağlantılı"

AKP’nin Diyarbakır belediye başkanlığı için düşündüğü en güçlü aday Abdurrahman Kurt Aktütün baskını için “O da Bingöl katliamı, Dağlıca gibi devlet ve PKK şahinlerinin işi” diyor

NEDEN ABDURRAHMAN KURT?
Yerel seçimler yaklaşırken neredeyse bütün siyaset sahnesi sarsılmaya başladı. CHP çarşaflı kadınları partiye üye kaydederken, MHP Alevi sorununun çözümü için olumlu bir adım attı. CHP ve MHP, son günlerde oldukları noktadan daha sağduyulu ve barışçı bir noktaya kayarlarken AKP ise sertleşmeyi tercih etti. AKP özellikle Kürt meselesindeki söylemini ve tutumunu değiştirdi. CHP ve MHP yumuşarken AKP’nin niye böyle davrandığını ise kimse pek anlayamadı... Güneydoğu’daki oylarını barışçı tutumuna borçlu olan AKP, bu yeni politikasıyla Kürtlerden nasıl oy alacağını düşünüyordu? Kürtler bu politikayı nasıl değerlendiriyordu? AKP niye sertleşiyordu? Dağlıca ve Aktütün baskınlarının siyasî sonuçları ne olmuştu? Bunların hepsini, AKP’nin Diyarbakır belediye başkanlığı için düşündüğü en güçlü aday olan Diyarbakır milletvekili Abdurrahman Kurt’a sorduk. Hepinize iyi bayramlar diliyorum.


***

NEŞE DÜZEL: Son seçimlerde AKP, Güneydoğu’da büyük bir oy patlaması yaptı. AKP, bölgedeki seçim başarısını neye borçluydu sizce?

ABDURRAHMAN KURT: Kürt sorunu ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bir sorundur. AK Parti bütün bu alanları doldurdu. Cumhuriyet tarihi boyunca atılmış tüm demokratik adımlardan daha fazlasını gerçekleştirdi. Avrupa Birliği sürecini hayata geçirdi ve seçimlerde bölgedeki insanlardan da bunun karşılığını gördü. Ayrıca biz sosyal hamleler de yaptık. Mesela bölgede kadınlara, çocuklarını okula göndermeleri için şartlı nakit transferi yaptık.

Anlamadım, ne yaptınız?

Kadınlara bankada kendi adlarına hesap açıyoruz. O hesaba çocukları için okul parası yatırıyoruz. Bu parayı kadın kontrol ediyor. Sadece Diyarbakır’da 110 bin anneye böyle banka hesabı açtık. Kadının kocasının dışında kendine ait bir banka hesabı oldu ve kadın kişilik kazandı.

Kürt vatandaşlar AKP’ye oy verirken ne tür beklentileri vardı?

Çatışmanın bitmesi için devletin yumuşak davranmasını istiyorlar. Sorunun çözümünün askere havale edilmemesini bekliyorlar. İkincisi, bu çatışma sürecinde ortaya çıkan yoksulluğun ve mahrumiyetin giderilmesini talep ediyorlar.

AKP, bu beklentileri karşılayabildi mi?

Kısmen... Çünkü çatışmalar durmadı. Aksine tırmandırıldı. AB sürecini, Kuzey Irak’la ilişkileri, Türkiye-ABD stratejik işbirliğini engellemek ve AK Parti’yi tasfiye etmek için çatışmalar tırmandırıldı.

Kim tırmandırdı?

Derin devlet ve her iki taraftaki şahinler yaptı bunu. Zaten şu anda yargılanan Ergenekon da bu derin devletin son yapılanmasıdır. Bizim başımızdan çok şey geçti. Önce cumhurbaşkanlığı sürecini ve e-muhtırayı yaşadık. Ardından kapatma davasıyla karşılaştık. Bir tür varlık-yokluk muhasebesi yapmak zorunda kaldık biz. Bütün bu süreçler bizim hızımızı kesti tabii. Ama bizim hedefimiz değişmedi. Hedefe varmak için engelleri bazen yarıp geçersiniz. Bazen de önünüze öyle var güçleriyle dikilmişlerdir ki, o zaman engellerin etrafından dolaşırsınız.

Sizin hedefiniz ne?

Bizim hedefimiz AB.

AKP’nin bugünkü milliyetçi söylemiyle ve sivil anayasayı rafa kaldıran devletçi duruşuyla AB hedefine ulaşılabilir mi?

Haksızlık ediyorsunuz. Altı yıllık iktidarımızda üç darbe atlattık biz. Bir, e-muhtıra... İki, kapatma davası... Üç, Güneydoğu’ya olağanüstü hali geri getirmemiz için bize yapılan dayatmaları atlattık. Ergenekon ve destekçileri Türkiye’de siyasi istikrarsızlık yaratmak için ekonomik kriz örgütlediler. Bunlara karşı çıktık. Biz sivil anayasa hazırlamakta kararlıyız. Ama biliyorsunuz. Türkiye’de ‘egemenlik kayıtsız şartsız halkındır’ denir ve arkasından ‘ama bu egemenlik şu, şu kurumlar eliyle yürütülür’ diye bir şerh konur. Türkiye’nin reel politik şartlarını görmeden, sanki biz iktidar olduğumuz için her şeyi yapabilme gücüne sahipmişiz gibi konuşamayız. Siz bizim o güce sahip olduğumuzu mu düşünüyorsunuz?

Olmanız gerektiğini düşünüyorum. Siz demokratikleşmeyi vaat ederek iktidara geldiniz ve bu ülkede her iki kişiden birinin oyunu aldınız. Şimdi vaatlerinizi yerine getiremeyecekseniz, ne zaman getireceksiniz?

Biz hiçbir vaadimizi geri çekmiş değiliz. AB muhalifi olmakta kimseyle uzlaşmayız. Türkiye demokratikleşmeli ve bu ülkeye demokrasi herkes için gelmeli. Bu herkesin içinde de başörtülüler, Aleviler, Kürtler olmalı.

Niye yaratmıyorsunuz? 22 Temmuz seçimlerinde vatandaş size böyle bir Türkiye’yi yaratmanız için oyunu verdi. Eğer muhalefetteki bir milletvekiliyle konuşsaydım söyledikleriniz kabul edilebilir laflardı ama AKP altı yıldır tek başına iktidarda. Niye böyle bir Türkiye’yi yaratacak olan sivil anayasadan vazgeçtiniz?

Çünkü bu iktidar partisi, Avrupa demokrasilerinde iktidara gelmedi.

Demokrasiyi siz getirmeyecek misiniz?


Reel politiği Türkiye olan bir yerde iktidara geldi bu parti. Reel politiği görmek için de Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davasıyla ilgili gerekçeli kararına bakın. “Biz sizin yaptığınız her şeyi istersek anayasanın değiştirilemez ilkeleriyle bağlantılandırır ve sizi hiçbir şey yapamaz hale getiririz” diyorlar. Oysa bir anayasayı değiştirmedikçe, bir sivil anayasa yapmadıkça Türkiye gerçek anlamda demokratikleşemez.

Sivil anayasa yolunda attığınız ilk adım türbanı serbest bırakmak oldu ve sivil anayasa ölü doğdu. Sizce bu akıllıca mıydı?

Başörtüsüne serbestlik MHP’nin önerisiyle gündeme geldi. Bu öneriye hayır diyemezdik. Öngörmediğimiz bir adımı, hazır olmayan bir süreçte atmaya zorladılar bizi. İlginç olan biz yargılandık, onlar yargılanmadılar.

Sivil anayasa hazırlığını tekrar ne zaman başlatacaksınız?

Anayasa tek bir partinin yapacağı bir iş değil. Konsensüs gerekiyor.

Siz Diyarbakır milletvekilisiniz. AKP’nin bugün bölgede durumu ne?

AK Parti şu anda bölgede birinci parti.

Peki, bugünkü politikasını sürdürmesi halinde önümüzdeki seçimlerde ne kadar oy alır?

Ortada sürdürülen yanlış bir politika yok. Ortada yanlış anlaşılmış iki cümle var. Yoksa önemli işler yaptık biz. Üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümleri kurulacak. TRT’de 24 saat Kürtçe yayın yapan bir kanal açılacak. CHP, bize, “Kürtçe devlet kanalı olmasın. Gelin size özel Kürtçe kanalların açılabilmesi için destek verelim” dedi. Biz ona “hayır” dedik.

Niye?

Çünkü artık mesele Kürtçe televizyon açmak değildir. Mesele Kürtleri resmen tanımaktır. Bir devlet kanalının 24 saat Kürtçeye ayrılması, Kürtlere bu devlette var olduklarını hissettiriyor. Çünkü devlet fiiliyatta Kürtleri ilk kez resmen tanıyor. Böylece devlet, Kürtleri asimilasyon gayesi taşımadığını ve bu halkın dilini tanıdığını resmen ilan ediyor. Geri dönüşü olmayan bir yoldur bu. Zaten CHP ve ulusalcılar bu yüzden devlet kanalına karşı çıkıyorlardı. Kürtçe yayın yapan özel kanalların açılması ise kolay.

Başbakan Erdoğan’ın bölgede yaptığı “ya sev, ya terk et” türü konuşmalar Kürtleri nasıl etkiledi?

Başbakan bunu söylemediğini defalarca izah etti. Kendisine ‘buraya gelme’ diyenlere tepki gösterdi. Zaten o günkü tahrikleri bölgenin insanları çok iyi biliyor. Ama gene de insanlar söylememesini tercih ediyorlardı. “Erdoğan bizim umudumuz, ondan provokasyonlara gelmemesini bekliyoruz” diyorlar.

Bu konuşmaları AKP’nin Kürt milletvekilleri nasıl karşıladı peki? Bunu AKP’nin Kürt milletvekilleri kendi aralarında konuştular mı?

Bazı sözlerin kastınızın dışında anlaşılabileceğini gördüğümüz için bu yanlış anlaşılabilecek cümlelerin dikkatle kullanılması gerektiğini elbette AK Partili milletvekilleri olarak hepimiz tartışıyoruz. Üstelik biz daha da ötesini konuşuyoruz. Bölgede çatışmaların nasıl bitirileceğini, hangi demokratikleşme adımlarının atılması gerektiğini, AB sürecini tartışıyoruz. Siz bizi Meclis’te el kaldır mı zannediyorsunuz? Böyle bir şey yok.

AKP Kuzey Irak’a operasyona karşı çıkmış ve böylece 2007 genel seçimlerinde oyunu bölgede çok arttırmıştı. Ama seçimden hemen sonra AKP Meclis’ten tezkere geçirerek operasyona izin verdi. Meclis bu tezkereyi geçenlerde gene uzattı. AKP’nin Kürt milletvekilleri olarak sizler iki tezkereye de evet oyu verdiniz. Kürtler bunu nasıl karşıladı?

Biz, bir buçuk yıldır tezkere çıkmasın diye çok uğraştık. İlk kez bir hükümet, ‘şiddet sadece karşı şiddetle bastırılamaz’ anlayışını ortaya koydu. Operasyon yapmamanın bizim bölgedeki seçim başarımızda elbette payı oldu. Ama sonraki süreci hatırlayın... Dağlıca baskını oldu. Olacak şey miydi Dağlıca baskını? Birinci tezkerenin oylanmasına bir gün kala bir karargâhı basacaksınız... Sadece Dağlıca da değil. Ondan önce Beşağaç köyünde 12 köylü öldürüldü. Ardından on üç asker pusuya düşürüldü. Sonra da Dağlıca baskını geldi. Bunlar olmasaydı biz tezkereyi gündeme bile getirmezdik belki... İkinci tezkere öncesinde de gene hatırlayın. Aktütün saldırısı yaşandı...

Tezkere öncesinde bu olayların yoğunlaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İki tarafın şahinleri, yani devletin derinliklerindeki çetelerle PKK’nın şahinleri işbirliği mi yapıyor sorusunu ciddi bir biçimde akıllara getirdi. Çünkü 20 yıldır buna benzer pek çok olay yaşandı. 33 erin Bingöl’de öldürülmesi olayını düşünün...

Aktütün olayı Bingöl’e mi benziyor?

Kesinlikle... Son dönemde olanları hatırlayın. Diyarbakır’da bir parkta bomba patladı. Hafızam beni yanıltmıyorsa, ertesi gün DTP ilk defa inisiyatif alacak ve örgüte silahı bırak çağrısı yapacaktı. Bingöl de, Dağlıca da, Koşuyolu’ndaki bomba da, Aktütün de sadece PKK’nın şahinlerinin değil, derin devletin de yaptığı bir işti. Stratejik ortaklıklarını buradan görebiliyorsunuz. Turgut Özal’dan beri bu ülkede ne zaman silah bırakmaya dönük bir ortam yaşanmaya başlansa bunlar oluyor. Başbakanın 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşmayı düşünün.

Erdoğan o konuşmasında ilk kez Kürt kimliğinden söz etmişti. O konuşmadan sonra ne oldu?

O konuşmadan sonra da korkunç bir şekilde baskınlar olmaya, bombalar ve mayınlar patlamaya başladı. PKK’nın sokak gösterileri yoğunlaştı. Bundan sonra zaten kıyamet oldu. Süreç, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın bizi, “hani bu sorunu demokrasiyle çözecektin. Çöz de göreyim” dediği noktaya kadar getirildi. Başbakanımız şahinler tarafından kuşatıldı. O konuşmasında Başbakan, sorunun adının ‘Kürt sorunu’ olduğunu söylemiş ve “büyük devletler hatalarıyla yüzleşebilen devletlerdir. İnkâr ve asimilasyon bu sorunlarda çözüm değildir. Çözüm daha çok demokrasi ve özgürlüktür. Bizim çözümümüz şiddete karşı şiddet değildir. Bizim önerimiz anayasal vatandaşlıktır” demişti. Devlet tarafından Kürtlere bunlar ilk defa bu kadar net söylendi.

AKP bugün askerin politikasını uygulayan bir partiye dönüştü. Kürt vatandaşlar şimdi nasıl karşılıyor bu politikayı?

Bize gene haksızlık ediyorsunuz. Halk dayatmaları görüyor. Dağlıca ve Aktütün baskınları olmasaydı sınırötesi operasyon da olmazdı... Belki tezkere Meclis’e bile gelmezdi. Bingöl de Aktütün de derin devlet bağlantılı PKK’nın yaptığı saldırılar. Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesi de Erzincan Başbağlar olayı da böyle. Çetelerle ciddi anlamda hesaplaşmadan ve bu çeteleri tasfiye etmeden demokratikleşme süreci tamamlanamaz. Bunlar, PKK dahil terör örgütlerini manipüle ediyorlar. Ama tabii PKK’yı da sadece derin devletle işbirliği yapan bir yapı olarak da tanımlayamayız.

PKK’yı nasıl tanımlıyorsunuz siz?

PKK’nın çıkışı aslında bir cinnet halidir. Özellikle 12 Eylül sürecinde devletin uyguladığı ağır baskılar sonucunda cinnet hali geçirmiş bir kitle ortaya çıktı. Bu kitledeki herkesin derin devletle işbirliği yaptığı söylenemez. Ama süreç içerisinde bütün silahlı yapılar maalesef devletin içindeki çeteler tarafından manipüle edildiler.

AKP’nin Kürt milletvekilleri, partilerinin Kürt sorununu çözebileceğine inanıyor mu? Bugünkü AKP politikalarıyla Kürt sorunu çözülür mü?

Başbakan “2005 perspektifimizin arkasındayız” dedi. AK Parti’nin 2005 perspektifi Kürt sorununu çözer. AB sürecini gene ilerleteceğiz biz. Yavaşlamanın geçici olduğunu göreceksiniz.

Bölgenize gittiğinizde seçmenleriniz, AKP’nin bu son politikaları hakkında ne diyorlar?

Demokratikleşme politikamızda bir değişiklik var mı diye elbette soruyorlar. Ama bizim sivil anayasa yapmak istediğimizi ve AK Parti’nin bu ülkede demokratikleşme için bir şans olduğunu çok iyi biliyorlar.

Leyla Zana’nın mahkûmiyeti siyaseti ve seçimleri nasıl etkiler peki?

DTP’nin kapatılma davası da, Leyla Zana’nın mahkûm edilmesi de Türkiye’ye bir tuzaktır. Şiddeti kaçınılmaz bir yol olarak göstermek için kurulmuş tuzaklardır bunlar. Ama DTP bu konuda ne kadar duyarlı davrandı, o da toplumda ciddi olarak sorgulanıyor.

DTP, AKP’yi kapatma davasına karşı çıktı. Siz ise DTP’ye gereken desteği vermediniz. Oysa parti kapatmalarını zorlaştıracak bir kanun değişikliğini Meclis’ten geçirebilirdiniz. DTP’yi kapatmak eğer bir tuzaksa, AKP bu tuzağı neden engellemedi?

Biz DTP’yi kapatma davasına karşı olduğumuzu sürekli söyledik. Şu anda hukuk, hukuki değil, siyasi bir karar vermek ve DTP’yi kapatmamak zorunda. Çünkü bu gerçekten bir tuzak.

AKP’li Kürt milletvekilleri arasında huzursuzluk var mı?

AK Parti’nin bir imaj, bir marketing problemi olduğunu hepimiz biliyoruz. Yaptıklarımız tam olarak algılanmıyor. Mesela bize “2005’ten sonra hiç bir şey yapmadınız” diyorlar. Nasıl bir şey yapmadık? TRT yasasını biz çıkarmadık mı?

Bölge halkı, Başbakan Erdoğan son zamanlarda fazla askerci bir çizgi izlediğini düşünüyor mu?

Bir kere asker eski çizgisinde değil. Kürt sorununun karşı şiddetle çözülemeyeceğini onlar da görüyorlar. Asker, çözüm konusunda siyasetten beklenti içinde.

PKK’lıları dağdan indirmek, Kürt sorununun çözümünde karşılaşılan en kritik konulardan biri. Ama Genelkurmay genel affa karşı olduğunu daha yeni açıkladı. Siyasetçiye acaba Kürt sorunun çözümü için hangi konular bırakılıyor?

MGK toplantılarında bile artık bu sorunun siyasetle çözülmesi gerektiği konuşuluyor. Genelkurmay Başkanı “dağa çıkışı engellemeliyiz” diyor. Çok doğru bir tespit. Ama dağa çıkışı engellemenin bir yolunun da dağdan inişi sağlamak olduğunu görmek lazım. Şu anda genel af çözüm değil. Bunu uygulanabilir hale getirmemiz lazım.

AKP, Diyarbakır belediye başkanlığını kazanabilir mi?

Tabii. Kazanma ihtimali olmasaydı bu kadar şiddet ve sertlik niye tırmansın ki? Yaşanan şiddetin bir nedeni AK Parti’nin kazanma ihtimalidir. Tırmandırılan şiddet, AK Parti’ye kesinlikle yaramıyor.

Bugünkü politikalarla Kürt sorunu çözülebilir mi sizce?

Kürt sorununun çözümü Türkiye’nin demokratik bir düzene geçmesiyle mümkün. Bu da sivil anayasa yapmaktır. Devleti çetelerden temizlemektir. Avrupa Birliği sürecinde ilerlemektir. Bu üç parametre Türkiye için çok önemli. Türkiye bunları yapmadan önünü göremez, huzur bulamaz ve güçlü bir devlet olamaz.