Sultanların ulusu, din ve dünyanın azizi, İslam ve Müslümanların direği, sultanların övgüsü, müşriklerin katili, Rum ve Şam ülkelerinin sultanı, fetih babası, Kılıç Arslan oğlu, Mesut oğlu, müminler emirinin yardımcısı Kılıç Arslan bu imaretin yapılmasını emretti. Tanrı aziz eylesin.
Alaaddin Tepesi’nde, Alaaddin Camii’nin yanında, “Sultanlar Türbesi”nin doğusunda, “Türbe Külahı”çevresinde böyle yazılı…
Bu aziz türbede yatanlar Türklere Anadolu’yu yurt yapanlar. Osmanlılara imparatorluk olmak için bir vatan bırakanlar. Türkiye Cumhuriyeti’ne bir vatan armağan edenler.
Muhteşem Selçuki çinilerinin sardığı kabirlerinde yan yana yatanlar:
-Rükneddin Mes’ud;
-2. Kılıç Arslan;
-I. Gıyaseddin Keyhüsrev;
-2. Rükneddin Süleyman;
-3. İzzeddin Kılıç Arslan;
-I. Alaaddin Keykubad;
-2. Gıyaseddin Keyhüsrev;
-4. Rükneddin Kılıç Arslan;
-3. Gıyaseddin Keyhüsrev…
Bu aziz “Mevtalar” kim? Birazcık açıklama yapmadan sorsak Konya’da bin kişiden biri bilir mi? Bilmem…
Alaaddin’de yatan Rükneddin Mes’ud’un babası, I. Kılıç Arslan; o çağlarda dünyanın görmediği bir milyona yakın, geçtiği yerlerde canlı bırakmayan, yenilebilecek her şeyi çekirge sürüleri gibi kemiren I. Haçlı Ordusu’nu İznik önlerinde karşıladı. Anadolu steplerinin dar geçitlerinde kadınları çocukları ile savaşarak korkunç Haçlı Ordusu’nu dilim dilim eritti.
I. Kılıç Arslan’ın oğlu, babasının ‘başkent’ yaptığı Konya Sultan Rükneddin Mes’ud, 2. Haçlı Seferi’ni karşıladı. Avrupa krallarının oluşturduğu Alman İmparatoru 3. Conrad ve Fransa Kralı 7. Louis’in komuta ettiği “cehennem orduları”na Anadolu topraklarını mezar etti. Şu hepimizin arabalarla rüzgar gibi çevresinden dolaştığımız, piknik yapıp nefes almaya çıktığımız, içinde kimin yattığını merak etmediğimiz tepedeki “Sultanlar Türbesi”ne gömüldü.
1071’de, Malazgirt’te Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan Bizans İmparatorluğu’nun en güçlü ordusunu perişan ederek Anadolu’nun kapısını Türklere açmıştı. Ve, dönüp ülkesine gitmişti. Anadolu’yu “vatan” yapmak Türk boylarına düşüyordu. Kılıç Arslan’ın torunu, Mes’ut’un oğlu, 2. Kılıç Arslan; Papa’nın oluşturduğu Bizans Ordusu’nu 1176’da Düzbel/Miyra Kefalon’da karşıladı. Türkmen kadınlarının, ihtiyarlarının da katıldığı bu savaş, dünyaya, Anadolu’nun Türk vatanı olduğunu tescil ettirdi.
Bizans’ın doğusundaki tüm ülkelerde “Hilal”i ezmek için ortak ordular kuran Avrupa kralları 3. Haçlı Seferi’nin düzenlemişti. Yüz binlerce “Haçlı” savaşçıdan oluşan orduya Alman İmparatoru Frederika Barbarossa komuta ediyordu. Bu orduya da 2. Kılıç Arslan’ın Türkmen savaşçıları Anadolu bozkırlarına gömdü. 2. Kılıç Arslan’ı da 1192’de vefat edince, aldılar, Alaaddin Tepesi’ndeki türbede, babasının toprağına gömdüler.
Alman, Fransız, İngiliz krallarının komuta ettiği Haçlı Ordularına karşı vatanlarını savunan, dünyanın gördüğü en kalabalık, en acımasız, en yağmacı orduları Anadolu topraklarına gömen Selçuklular’ın çilesi bitmedi. Bu kez doğrudan gelen, taş üstünde taş, omuz üstünde baş koymayan Moğollar’la başları belaya girdi. O yüzyıllarda Batı’nın ve Doğu’nun kahredici güçlerine karşı savaşlar peş peşe sürdü. Başkent Konya bu belaları göğüsledi.
1097’de Kılıç Arslan’ın Konya’yı “Selçuklu Payitahtı” yapışından 219 yıl sonra 1308’de Anadolu Selçuklu Devleti dağıldı; tarih sahnesinden çekildi. Batı’dan Avrupa Haçlıları’nın, Doğu’dan Moğolların aralıksız saldırıları sürerken; Konya’da olsun, diğer Selçuklu topraklarında olsun, muhteşem bir medeniyet kurmak… Kan içinde yüzerken camiler, medreseler, hastaneler kurmak… Demire, taşa, çiniye, ahşaba hükmetmek… Gerçekten akıl almaz, efsanevi, gizemli, muhteşem…
Selçuklular’ın Konya ikliminde, Anadolu toprağında dünyanın en büyük doğu ve batı ordularına direnerek yazdıkları tarih, en az Osmanlılar kadar muhteşem, en az Osmanlılar’ın hizmeti kadar aziz…
Böyle olduğu halde çok az sayıdaki bilen günlük haya huya dalmış, gereği gibi anlatmıyor, bilgilendirmiyor. On binlercemiz, bir ömür boyu Konya’da yaşadığı halde Alaaddin’de yatan, Anadolu’yu vatan yapanlara bigâne…
Bir anket yapılsın, bir kamuoyu yoklaması yapılsın, isterseniz. Alaaddin’e çıkış yolları üstüne anketçiler dursun; yanlarından geçip, günâşık külahları ellerinde Alaaddin’e tırmananlara sorsun: “Selçuklu Sultanları nerede yatıyor? Selçuklu Sultanlarından en az üçünün adını söyleyin” diye… Görürsünüz sonucu, on üzerinden sıfır…
Tekrarlaya tekrarlaya şahsen benim dilimde tüy bitti. Burası “Belde-i Emin”; burası “Kutlu Şehir”; burası “Aziz Şehir”; burası “Belde-i Muhayyere”; burası Anadolu’yu “vatan” yapanların başkenti. Burası Osmanlı’ya “imparatorluk” olma imkânını bahşeden şehir. Bütün bunlar kadir, kıymet bilmeyi gerektirmez mi? Bütün bunlar devamlı “minnet”; devamlı “şükran” duymayı gerektirmez mi?
“Tamam”; “Tamam yahu” dediğinizi duyar gibiyim. “Ne yapalım öyleyse?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Söyleyeyim müsaadenizle… Sivil Toplum Kuruluşlarımız, derneklerimiz “Alaaddin’de yatanlar”için “şükran günleri” düzenlemeli, her yıl…
-Okullarımızın tarih öğretmenleri, sınıflarının başında, her ders yılı Alaaddin’e çıkmalı, Selçuklu Sultanlarını kabirleri başında anlatmalı.
-Kültür faaliyetlerinden sorumlu resmi kuruluşlarımız, büyük mesleki örgütler kitaplar yayınlamalı, belgeseller yaptırmalı, kongreler düzenlemeli, Selçuklular ve Konya hakkında…
Düşünülebilir, bulunulabilir daha onlarca, yüzlerce kültür ve sanat etkinliği.
Unutmamalı ki; tarih ve kültür sürekli bilinçlenme, bilinçlendirme ile yaşar… Konya, Mevlana ile Konya; ama Selçuklular ile bu toprakları vatan yapan Selçuklu Sultanları ile daha çok Konya.
Size bir teklifim var…
İlk fırsatta Alaaddin Tepesi’ne çıkın. İsterseniz, Selçuklu Sultanlarının bize hediye ettiği Alaaddin Camii’nde bir namaz kılın; caminin içindeki kapıdan geçip sultanların yattığı kümbete ulaşın; bir “Fatiha” okuyun. Göreceksiniz, bir borç ödemenin huzurunu duyacaksınız…