Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan, köşesinde Yeni Şafak Yazarı Ali Akel'in Başbakanı eleştirdiği için kovulmasını çok sert bir dille eleştirdi ve AK Parti hükümetinin çok eleştirdiği Milli Şef dönemine döndüğünü ileri sürdü.
Ali Akel'in kovulmasını Takrir-i Sükun kanununa benzeten Ahmet Altan, hükümetin düşüşünün başlangıcının Uludere olduğunu söyledi: "Neye heves ettiğini görüyoruz. O "takrir-i sükun" istiyor. Göreceksiniz, bu Uludere AKP'nin "düşüşünün" başlangıcı olacak, bu kadar vicdan yoksunluğunu bu halk taşıyamaz çünkü."
GELDİK Mİ YENİDEN 1930'LARA
İşte o yazıdan çok çarpıcı bölümler:
İşte böyle bizim hikâyemiz, "az gideriz, uz gideriz, dere tepe düz gideriz, bir de döner bakarız ki bir arpa boyu yol gideriz", onca zamandan sonra döndük geldik mi yeniden 1930'lara, geldik.
"Milli şefi" eleştirmek yasak.
Henüz bir yasayla yasaklanmadı ama fiilen Başbakan Erdoğan'ı eleştirmek yasak edildi, yazıya dökülmemiş "Takrir-i Sükûn" yasası kendini bu kez açıkça gösterdi.
Yeni Şafak, Uludere'deki sözleri nedeniyle başbakanı eleştiren Ali Akel'in işine son verdi.
Bunu da "göstere göstere" yaptılar, 16 yıldan beri Yeni Şafak'ta çalışan Akel'i "o yazıdan" dolayı attıklarını herkesin bilmesini istediler.
Çünkü herkesin "dersini" almasını istiyorlar.
ERDOĞAN'IN ULAŞTIĞI SON NOKTA BU
Ders kısa ve net. "Başbakan'ı eleştirmek yasaktır."
Erdoğan'ın ulaştığı son nokta bu.
Başbakan her konuda karar verecek, herkes onu alkışlayacak.
Çünkü "şef" herşeyi biliyor, heykeli biliyor, jinekolojiyi biliyor, mimariyi biliyor, sütçülüğü biliyor, "aşağıdakinin Ahmet mi Mehmet mi olduğuna" aldırmadan bombalamanın erdemini biliyor, gazeteciliği biliyor, televizyonculuğu biliyor, tarihi biliyor, "tasma takmayı" biliyor, komploları biliyor, "sezaryen" yapan ajanları biliyor.
Ve, sadece o biliyor.
Tabii o kadar bilince, "bilmeyenler" de sussun istiyor.
Bir tane bilen, yetmiş milyon da bilmeyen olunca hepimiz susacağız, susmayanları kovacaklar, işsiz bırakacaklar, aç bırakacaklar.
Bu da "ileri vicdan" herhalde.
Böyle bir ahlakı, böyle bir vicdanı biz bilmiyoruz, biz öğrenemiyoruz, Allah da öğretmesin.
Neye heves ettiğini görüyoruz.
O "takrir-i sükun" istiyor.
Göreceksiniz, bu Uludere AKP'nin "düşüşünün" başlangıcı olacak, bu kadar vicdan yoksunluğunu bu halk taşıyamaz çünkü.
Ölenlere hakaret et, ölü sahiplerini aşağıla, katliamla kürtajı eşdeğer gör, eleştireni kovdur, dalkavukluğu ödüllendir.
Erdoğan, AKP yöneticileri de dâhil herkesin sınırını çiziyor, "beni eleştirmeyeceksiniz".
BAŞKALARI DA ÇIKACAKTIR
Başbakan'ı eleştiremeyip, Başbakan'ı eleştirenleri eleştirmeyi gazetecilik sananlar da kendilerine çizilen sınırı görmüşlerdir şimdi, o sınırın içinde, Deniz Feneri'nden, Uludere'den, şikeden söz edemeden dönüp duracaklar.
Biraz para kazanacak karşılığında isimlerinden ve haysiyetlerinden vazgeçecekler.
Ama herkes böyle değil.
Herkes vicdanından vazgeçmiyor.
Ali Akel vazgeçmedi.
Hakan Albayrak, Yeni Şafak'ta yazıya başlamayı ertelemiş, dürüst bir yazar nasıl olur göstermiş, vicdanından vazgeçmemiş.
Başkaları da çıkacaktır.
Erdoğan, bu toplumun vicdanını zorluyor çünkü, insafsızca zorluyor.
BUNA GÜCÜ YETMEZ
"Benim düzenimde yaşayabilmek, yazabilmek, hayatınızı kazanabilmek istiyorsanız bana itaat edeceksiniz" diyor, "insanların ölümleri karşısında susacaksınız" diyor, "şike ahlaksızlıklarına ben onay verirsem siz ses çıkarmayacaksınız" diyor.
Kendisi "şef", bütün toplum da köle olsun istiyor.
Buna gücü yetmez.
1930'ları bir daha bu ülkeye yaşatamaz, stadyum şovları yapsa da yapmasa da yaşatamaz.
Bir zamanlar bizi generaller işten attırırdı, şimdi onların yerini Başbakan aldı.
Bir zamanlar Kenan Evren kendisini eleştirenleri "vatan haini" ilan ederdi, şimdi Erdoğan kendisini eleştirenleri "uluslararası komploların adamı" ilan etmeye heves ediyor.
Bir zamanlar Mustafa Kemal kendisini eleştirenleri sustururdu, şimdi Erdoğan susturmaya yelteniyor.
Demokrasi için mücadele eden onca insanın demokrasi için değil Erdoğan için mücadele ettiklerini sanıyor.
Kendisini desteklemiş olan herkesi aptal bir köle gibi görüyor.
TAKRİR-İ SÜKUN NEDİR?
Takrir-i Sükûn Kanunu (Güncel Türkçesi: Huzurun Sağlanması Yasası) 4 Mart 1925'te TBMM'de kabul edilen bir kanun.
Hükûmete olağanüstü yetkiler veren Takrir-i Sükun Kanunu ile Kasım 1924 ortalarında dinsel gericilik tehlikesine karşı Başbakan İsmet İnönü sıkıyönetim ilân edilmesini istedi. Ancak Meclis'te bu isteğini kabul ettiremeyince istifa etti ve yerine ılımlı kişiliğiyle tanınan Fethi Okyar başbakanlığa getirildi. 1925 Şubat ortalarında Şeyh Said İsyanı patlak verince, Doğu Anadolu'da hemen sıkıyönetim ilân edildi. Fethi Bey düşürüldü ve yeni hükümeti 3 Mart'ta İsmet Paşa kurdu. Yeni hükümet ilk iş olarak Takrir-i Sükûn Kanunu'nu Meclis'ten geçirdi ve biri isyan bölgesinde, öteki Ankara adını taşımakla birlikte yurdun geri kalan bölgelerinde çalışmak üzere iki de İstiklal Mahkemesi kurulmasını kararlaştırdı. Diğer taraftan ordu birlikleri harekete geçirildi. Yapılan plânlı askerî harekât ile, isyancılar dağıtılıp, elebaşıları yakalandı. Suçlu oldukları hükümet tarafından iddia edilenler İstiklâl Mahkemelerinde yargılandılar. Suçlu görülenler çeşitli cezalara (idam) çarptırıldılar. Yapılan soruşturmada isyancıların bir kısmının Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'na mensup oldukları anlaşıldı. Bunun üzerine memleketteki tek muhalefet partisi de 3 Haziran 1925'te hükûmet kararı ile kapatıldı.