Anadolu Alevîliğinin yapısında On iki İmam kültü “Allah-Muhammed-Ali” inancı, Ehl-i Beyt Kültü, Kerbelâ Matemi gibi Şii motifli unsurlar, Orta Asya kökenli İslam öncesi dinî inanç (Şamanizm), ritüel ve mitolojik argümanlar, ayrıca, Yeseviyye kökenli güçlü sûfiyâne özellikler mevcuttur. Bir çeşit Anadolu Alevîliği, Orta Asya’dan Anadolu’ya göçlerle birlikte çok sayıda göç yollarından devşirilen Şamanizm, Budizm, Maniheizm ve Hıristiyanlık vb. inançlar ve İslam dininin senkretizminin ortak bir ürünüdür. Tarihi süreçte Alevîlik ayrışması, XVI. yüzyılda Şah İsmail önderliğindeki Safevî propagandasının Anadolu’da güçlü bir şekilde etkisiyle gerçekleşmiştir.
Kızılbaş-Alevîlik’te “Dede” ve Bektaşî-Alevîlik’te “Baba” adı verilen dinî otoriteler genel manada Alevî düşüncesinin dinî ve sosyal omurgasını oluşturur. Anadolu Alevîliği daha çok konar-göçer Türkmenler arasında yaygın olduğu için, böylesi göçebe toplumlarda, dinî otoriteleri yetiştiren ortam, kurumlaşmış bir öğretiye (medrese) dayalı değil, geleneksel manada sözel bir aktarmaya dayalıdır.
Alevi İslam anlayışında dinî otorite olan dedelerin meşruiyet kaynağı, Peygamberin soyuna bağlılıktır. Alevîliğin tarihinde, Dede’liğin soy’dan gelmesi prensibine sıkı sıkıya bağlılık, dışarıdan din adamı katılımının önüne geçmiştir. Özellikle Kızılbaş-Alevîlikte dinî otorite, seçicilik kimliği taşımamaktadır. Alevilikte dini otorite olan dedeler, bilgi ve hakemliği tekellerinde tutmaktadırlar.
Gerek köy kökenli Kızılbaş-Alevîlik ve gerekse şehir kökenli Bektaşî Alevîlik inancına göre, dinî otorite olan “Dede” ya da “Baba”, Alevî teolojisinin uygulamaya dayalı bütün görevlerinde baş aktörlük rolüne sahiptir. Ayrıca sosyal hayatta doğumdan sünnete, evlilikten boşanmaya, ölümden kabir ziyaretlerine vb. varıncaya kadar bütün alanlarda yapılan teolojik işler, tabiatı icabı dinî bir otorite olan “Dede”nin ekseni etrafında döner. Kısaca, Dede ve Baba gibi Alevîlikte dinî liderlik kurumunu temsil eden kişiler, Alevî cemaatinde dinî-sosyal görevler icra etmeleri sebebiyle, Alevî kültürünün ayrılmaz dokusunu oluştururlar.
Cumhuriyet döneminde Tekke ve Zâviyelerin kapatılmasıyla birlikte Bektaşî-Alevî geleneğinde Hacı Bektaş-ı Velî’nin kerametine atfedilen bir formülle Peygamber soyuna bağlanmasına rağmen dinî bir otorite olan “Babalık” sistemi çökmüştür. Artık böylece, dolaylı olarak, Tekke ve Zâviyeler çevresindeki “tâlip” yetiştirme yöntemi de ortadan kalkmış olur. Bektaşî-Alevîliğin aksine Kızılbaş-Alevîlikte soydan gelme ocağa bağlı “Dedelik Kurumu” bundan çok fazla etkilenmemiştir. Kızılbaş-Alevîlikte ocakzâde bir ruhanî geleneğe bağlı Dedelik anlayışı, 1960’lı yıllardan sonra toplumsal şartların değişmesi, modernleşmenin etkisi, köyden kente göç olgusu ve Alevîliğe sol akımların sızması gibi çok yönlü nedenlerden dolayı bir kırılma ve misyonda çöküntü dönemi yaşamaya başlar. Tabii ki bunda, Alevîliğin teolojisini, şifâhi bir yolla cemaate aktaran ‘Dede’lerin eğitim alanındaki zafiyetlerinin ve Dede’lik kurumunun siyasallaşmasının da rolü vardır. Bu da ister istemez okumuş, üniversiteli Alevî gençlerin “Dede” lere karşı sempati duymalarını azaltmaya sebep olmuştur.
Bugün, modern eğitim ve şehirleşmenin artmasıyla Alevî inancının bel kemiğini oluşturan dinî otorite hususunda önemli bir değişim yaşanmaktadır. Bu sebeple de “dergi”ye bağlı, kitabî unsurlarla donanımlı yeni dinî bir otorite biçimi ortaya çıkmaya başlamıştır. Artık geleneksel dedeler ya da babalar değil de aynı zamanda modern üniversite dereceleri olanlar hakim otorite olarak saygı görmektedirler. 1990’lı yıllardan itibaren Alevî kimliği üzerinde yapılan tartışmalar medya kurumlarının oluşumunu hızlandırmıştır. Cem, Nefes, Kervan, Çağdaş, Zülfikâr gibi Alevî süreli yayınları tartışmanın formları haline gelmeye başlamıştır. Artık günümüz Anadolu Alevîliğinde dinî otorite “Dede’lerden Entellektüellerin” diğer bir deyimle “araştırmacı yazarların” insiyatifine geçme gibi güçlü bir eğilim taşımaktadır. Bu durum Alevilikte, Dedelerin cemaat üzerindeki bilgi tekelinin kırılmasına ve otoritelerinin sarsılmasına yol açmaktadır.
Diğer taraftan, Alevî teolojisi alanında etkin olan bazı yazarların, Alevîliğin kökenlerini tamamen İslam dışı kaynaklara dayandırarak, ideolojik ve de çok kaygan bir zemine taşımaları da dinî otoritenin el değiştirmesine hizmet etmektedir. Alevîliğin İslam’ın dışında Bir Türk inancı yorumu olarak tanımlanmış olması, onun, zengin bir birikim oluşturan dinî, sosyal ve kültürel meşrûiyet dayanaklarını ortadan kaldırmaktan başka bir amaç taşımaz. Bundan dolayı Alevîliğin doğuş kaynaklarından birisi olan İslam’la bağını koparmamak gerekir. Aksi bir tutum, hem kadim Alevîlik ve hem de ülkemiz için büyük bir kayıp olur.
Eğer, Alevî topluluklarının dinî lideri konumunda olan dede’lere zamanın şartlarına uygun, çağın gerisinde kalmadan iyi bir dinî eğitim verilirse, tekrar onlar, Alevî toplumunun dinî-sosyal ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir konuma gelebilirler. Bu din eğitimleri ülkemizde en yüksek seviyede İlahiyat Fakültelerinde verilmektedir. Bir de Alevî teologları, dede’lerin soy’a bağlı olma şartı üzerinde reform yapmayı düşünmelidirler. Dede’lik kurumunun tekrar işlevsel hale gelebilmesi için ölçü, “ne olmalıdır?” sorusuna, eğer; bilgi, takvâ ve liyâkat gibi cevaplar verilir ve bu cevaplar istikâmetinde yeni bir yapılanma içerisine girilirse, sanırım, bir çıkış yolu bulunabilir.