Kurum değiştirdikten sonra yeni yerinize alışmak kolay olmuyor doğrusu.
Gazetede oluşan heyecanı gördükçe ben de tedirgin olmuyor değilim.
Ne de olsa bu işler takım işi.
Tek kişi ile ancak bir ‘mıh’ olabilir insan. Savaş kazanmak için mıha, nala ve ata ihtiyaç var oysa.
Bugüne kadar yüzlerce yazı yazmışım, bakıyorum da kovam yine de boş.
Her bir yazımın Molla Kasım’ı olsam yeridir.
Böyle harflere dokunmak yerine tespih tanelerini saysaydım belki kendim için daha iyi olurdu.
Bilemiyorum.
Bu ‘hoş bulmak’ faslı bana bir yürek kıpırtısı bağışlamıyor değil.
Arayanı soranı olunca insan, rahatlıyor doğrusu…
Seviniyor, kendinde -hâşâ bir keramet var sanıyor…
Anlayacağınız, bu işler insanı kanatlandırırken yine de tövbe borçlandırıyor.
İnsanın dostlarının olması, sevilmesi güzel şey…
Ama yine de ayağını yere sağlam basmalı...
Ayağını sağlam basmak demişken işte tam da burada bir eksiklik burkuyor kalbimi…
Her kapı açılışında, her telefon çalışında ‘o’ sanıyorum…
Gelen çiçeklerin arasında onun ismini arıyorum…
‘Hayırlı olsun’ dese daha iyi hissedeceğim kendimi.
Bu gazetenin yayın danışmanlarından ve yazarlarından…
Ama geldim geleli görmedim yazısını…
Aramıyor, çiçek göndermiyor, yazısı da çıkmıyor…
Bana çok mu kırıldı diye düşünmüyor değilim.
Oysa yaşanan hadise epey uzakta kaldı…
Demek ki hep yanında taşımış, unutmamış.
O, bu gazeteden benim bir yazıma cevap vermiş ben de düşüncelerimin peşine takılıp gitmiştim…
Ne olacaksa…
Dünyada yaşayıp da yaşamak istemediğimiz ne kadar çok şey oluyor.
Ama telafisi mümkün değil.
İşte bizim mesleğin cilvesi de bu…
Üzüm yemek isterken bağcıyı dövdüğünüz oluyor.
Olmasa daha iyi ama oluyor…
Balzac “Kalp için küçük olay diye bir şey yoktur. Kalp her şeyi büyütür” derken ne kadar da haklı imiş.
Yaşayıp giderken daha da dikkatli olmamız gerekiyor.
Celal Emiroğlu’ndan bahsediyorum.
Onlarca yazı yazmış, düşünce üretmiş…
Fikrini açıklama cesareti göstermiş. Bu önemlidir. Tabi ki aynı şeyi düşünmek zorunda değiliz hiç kimse ile…
Bugün de telefon etmesini bekleyeceğim.
İnşallah arar…
Ne de olsa benden büyük.
Hazır bir işe soyunmuşken şunları da söyleyeyim:
O vazoyu ben kırdım, ortalığı dağıttım, küçücük fidanları sallayıp azıcık yapraklarını döktüm, ayakkabımı boyamadığım oldu, bezden bebekleri parçaladım, sütü taşırdım, kediyi damdan attım…
Ne kadar yanlış yapmışım…
En çok da damdan attığım kediyi düşünüyorum…
Bana ne çok içerlemiştir, zavallı kedicik.
Şimdi kimsenin kalbini kırmaya mecalim yok.
Haddizatında yeryüzündeki varlığımızın nedeni de Yunus gibi ‘gönüller yapmak’ olmalı değil midir?
Bizse elimizde çekiç… Yanlış yapıyoruz.
Celal Emiroğlu’na buradan selam vereyim.
Nasıl olsa, selamı havada bırakacak bir yapıda değildir.
Zaten aramızdaki düğümü sıkılaştıran ve bizi birbirimize yaklaştıran yegâne şey değil midir selam…
-Aleykümselam ne güzel çiçektir!