Zaman yazarı Ali Bulaç ,Özgün Duruş gazetesinde yayınlanan yazısıyla okurlarını şaşırttı. Bulaç, islami referanslara sahip kalemlerin anayasa referandumu için yürüttükleri 'Evet' kampanyasına dahil olmayan Bulaç Özgün Duruş'daki yazıda anayasa paketindeki hayati eksiklere işaret etti.
Paketteki temel sorunları tek tek ele alan Bulaç itiraz noktalarını belirttikten sonra kadınlara pozitif ayrımcılık değişikliği için "camiada İslam âlimi, fakihi, kanaat önderi bilinen zatlara" seslenerek profesyonel görüş istemiş.
'Evet' mi, 'hayır' mı?
12 Eylül 2010 günü halkoyuna sunulacak kısmi anayasa değişikliğine İslami, muhafazakâr, dindar, sağcı camianın ‘evet’ diyeceğini anlıyoruz. Bunun anlaşılır politik sebepleri vardır. ‘Hayır cephesi’nde CHP, MHP, BDP, Ergenekoncular ve ulusalcılar toplanmış bulunuyor. Bu konjonktür İslami camiayı –biraz da AK Parti iktidarına destek verme amacıyla- referandumda ‘evet’ oyu kullanmaya sevk ediyor.
‘Evet’ veya ‘hayır’. Bu, ayrı bir konu. Ben şu dört noktaya dikkat çekmek istiyorum:
1) Kısmi anayasa değişikliği sadra şifa olmayacaktır. Türkiye’nin temel sorunlarının çözümü için hukuki zemin yeni bir anayasa yapmayı zorunlu kılmaktadır. AK Parti, eline geçirdiği fırsatı kullanamadı. 2002’de 368 milletvekili çıkardı, 2007’de yüzde 47 oy aldı, gele gele bizden bu kısmi anayasa değişikliğiyle yetinmemizi istiyor.
2) ‘Kısmi’ de olsa, temel bir anayasa değişikliği sadece uzman hukukçuların ve siyasilerin kafa kafaya verip yapabilecekleri bir iş değildir. Toplumun belli başlı kesimlerinin müzakere yöntemini izleyerek sürece katılması ve müzakere süreci sonucunda oluşacak mutabakatla değişikliklerin tespit edilmesi lazımdı. Hiç değilse AK Parti ehliyle ve geniş katılımlı müşavere ve müzakereye tenezzül etseydi, dördüncü maddede içine girdiği hatadan kendini koruyabilirdi.
3) Anayasa Mahkemesi, CHP’nin iptal istemini reddetti, ama kendisi ve HSYK ile ilgili öylesine ibare değişiklikleri yaptı ki, eskisine göre AYM ve HSYK’nın sistem içindeki imtiyazlı konumlarını daha da tahkim etmiş oldu. 12 Eylül referandumu, bu imtiyazları halkın onayından geçirmiş olacak.
4) Değiştirilmesi öngörülen maddelerden biri “kadınlara ve çocuklara pozitif ayrımcılık” hükmünü getirmektedir. Buna göre daha önce “kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin hayata geçmesini sağlamakla yükümlüdür” (10. Md.) şeklindeki hükme, “Bu maksatla alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” ibaresi eklendi. Aynı şey çocuklar, yaşlılar ve özürlüler ile harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler için de söz konusudur.
İbarenin kendisinde bir çelişki olduğu açıktır. Şöyle ki: Bir yandan anayasa maddesi “kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir” diyecek, öte yandan “kadına ilave avantajlar sağlamayı öngören tedbirler alındığında, yani kadını erkeğe göre daha avantajlı konuma geçirdiğinde bu düzenlemeler eşitlik ilkesine aykırı yorumlanmayacak.” Dahası anayasaya göre devletin yükümlüğü “eşitliği sağlamak” iken, ilave tedbirler alındığında devlet bu yükümlülüğünü yerine getirmeyecek, aksine eşitlik ilkesine aykırı hareketleri eşitlik ilkesine uygun olarak görecek ve yürütecektir.
Bunun gündelik pratikte nasıl işleyeceğini somut bir olay üzerinden anlamaya çalışalım: Diyelim ki bir firmaya iki kişi müracaat ediyor. Biri dört çocuklu erkek, diğeri kocası çalışan, orta sınıf seviyesinde geliri olan bir kadın. İkisinin de aynı evsafta liyakat ve ehliyete sahip olduklarını düşünelim. Anayasa gereği firma sahibi, kadını işe almak zorundadır. Erkeği tercih edecek olursa, kadın onu şikâyet eder ve davayı kazanıp işe girer.
Bunun toplumsal sonuçları muhtemelen şöyle tezahür edecektir: Pozitif ayrımcılığı öngören bu anayasa maddesine göre işe giren kadının toplumsal hayata katacağı artı değer, kazandığı parayla daha çok kredi kartına dayalı harcamalar yapması, marka elbiseler alıp giymesi, daha çok kozmetik kullanması, daha lüks otellerde tatile çıkması olacaktır. Daha önce kocası evin geçimini üstlenmekten dolayı evde son söz sahibi iken, şimdi kadın da iktisadi gelire sahip olması dolayısıyla evin riyasetine ortak olmaya başlayacaktır, zaten yasalar riyaseti erkeğin elinden almış bulunmaktadır.
Bunun evin huzuru, ailenin devamı, çocukların bakımı, terbiyesi, eğitimi ve yetişmesiyle ilgili boyutlarının ne hale geleceğini düşünelim. Dahası kocası eşinden ev hanımlığı-annelik-kadınlık görevlerini yerine getirmesini isteyecek olsa, bu kadının iki yükümlülük üstlenmesi anlamına gelecektir. Sabahtan akşama kadar firmada çalışacak; akşam da eve gelir gelmez yatıncaya kadar evinin işlerini (yemek, çamaşır, evin toparlanması, çocuklar vs. işleri) de yürütecektir.
Dört çocuklu erkeğin işe alınmaması durumunda ortaya çıkacak manzara bellidir: 6 kişilik bir evin geçiminden sorumlu bir erkek, işsiz kalmaya devam edecektir, çocuklarını okutamayacak, sağlıklarıyla yeterince ilgilenemeyecek, böylelikle topluma 6 kişiden müteşekkil ilave bir yük binecektir.
Bireysel fıtratın bozulması durumunda nasıl insan huzursuzluk ve mutsuzluklara düçar oluyorsa, toplumsal fıtratın bozulması durumunda da benzer huzursuzluklar ve mutsuzluklar baş göstermektedir. Yüce Allah, erkeği kadın üzerinde “kavvam” kılmış (4/Nisa, 34), onu kadının geçiminden, sağlık ve güvenliğinden sorumlu tutmuştur. Bu tabii-fıtri düzendir. Müslüman kadınlara -özellikle başörtülü yazarlara- da virüs gibi bulaşan feminist söyleme göre, kadın ve erkek eşittir, aralarında herhangi bir farklılık olmamalıdır. Pozitif ayrımcılık ise, kadını erkeğe göre ilave avantaj ve imtiyazlarla donatmaktadır. Hepimiz biliyoruz ki, bu anayasa değişikliğini AK Parti hükümetine empoze eden Avrupa’dır. AK Parti, ne yaptığını biliyor mu bilmiyor mu, biz bilemiyoruz. Ama bu anayasa maddesinin geleneksel aile düzenimizi ve toplumsal hayatımızı derin bir sarsıntıya uğratacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Zaten iskeleti sallanmakta olan toplumumuz büsbütün çözülecektir.
Ben camiada İslam âlimi, fakihi, kanaat önderi bilinen zatlara; mesela Hayrettin Karaman Hoca’ya, Faruk Beşer, Halil Gönenç, Muhammet Savaş, A. Rıza Demircan, Abdulaziz Bayındır hocalara soruyorum: “Kadına pozitif ayrımcılığın” İslam fıkhı açısından hükmü nedir?